Çocuklukla ergenlik arasında gidip gelen bu vizyon belgesi, dokuzuncu paragrafta ‘ama bak ben neler de biliyorum’ diye marifetlerini sayıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın “2023 Eğitim Vizyonu” belgesini okumaya uğraştım. Uğraştım, çünkü nefes daraltıyor. Akademik açıdan ciddiye almaya imkan yok. Muhatabıyla alenen dalga geçiyor. Demek ki ciddiye alınmak gibi bir kaygısı da yok. Kendi kendini pohpohluyor. Bizim zamanımızı ve kaynaklarımızı israf ediyor. Baştan savma hazırlanmış bir “dostlar vizyonda görsün” belgesi. Süslü bir boş küme. Süslerini aralayıp boşluğu göstermek yorucu ve bıktırıcı. Lakin, ibret-i alem için ‘vizyon belgesi’ diye hazırlanan bu küstahlığı ifşa etmek borcumuz.

Vizyon belgesini kendi bölümlemesine göre eleştireceğim. Bu yazıda “Sözün Önü” kısmını, bir sonraki yazıda “Felsefe” kısmını ele alacağım. Cümle cümle şerh etmek isterdim ama benim de okurun da ömründen gider. Değmez. O yüzden paragrafları esas alacağım. Okur da ben de bu kadarına katlanabiliriz.

Milli Eğitim Bakanı imzalı önsöze, “Önsöz” yerine “Sözün Önü” başlığı uygun görülmüş. Belli ki havaya bir yaratıcılık molekülü salmak arzu edilmiş. Olmamış; ama bizi ilgilendirmez. Hevesini böyle alıyorsa alıversin her kimse hazırlayan. Fakat, keşke Bakan okuyuverseymiş basılmadan.

Vizyon, ilk paragrafın ilk kelimesinde kendini ele veriyor. “İnsanoğlu” diye başlıyor. “İnsanlık” diyememiş. Diyemiyor. İlle erkek olacak. Ama sorarsan evrensel. Yoksa yerli ve milli miydi? Yani yerli ve milliyi evrensel edeceğiz. Evrenseli yerli ve milli edebilirsek daha da güzel.

Genel üslup notu düşelim evvela: Cümleler gereksiz uzun. İşlevi olsa, neyse. Hem uzun hem işlevsiz. Bir cümle birden çok tema barındırıyor. Temacık demek daha doğru. Zorla uydurulmuş, daha büyüklerinden kırpılmış küçük kavramcıklarla dolu cümleler. Zengin görünsün diye bol bol serpiştirilmiş. Hemen her cümle bu temaları parlatan karmaşık bir terminoloji ağırlığı altında eziliyor. Kolay anlaşılsın diye değil, mümkünse anlaşılmasın diye yazılmış. Mesajlar orta yerde değil, satır aralarında. Öyle çok sayıda mesaj da yok aslında. Bunca laf kalabalığı daha fazla mesaj gizlemek için de kullanılabilirdi halbuki. Ama işte heybesinden çıkarabileceği bütün mesajları toplasan hepsi aynı çıkmaz sokağa sığışabiliyor: Şeytan Batı’nın teknolojisi varsa bizim de maneviyatımız var, alayına gününü göstereceğiz.

Vizyon belgesinden anlaya anlaya bunu mu anladım? Evet! Başka bir şey anlayan varsa, ikna olmaya hazırım. Utanan ben olayım.

Birinci paragrafta, onca laf kalabalığı arasında, insanlığın bir makineleşme süreci içinde olduğunu ama bunun hoş birşey olmadığını okuyoruz. Birileri insanı makineleştirmeye çalışıyor. (Biz buna kadim medeniyetimiz sayesinde karşı çıkacağız birazdan.) İkinci paragrafta, makineleşmenin niçin hoş bir şey olmadığının işareti verilmiş: Yine o birileri “biyolojik, dijital ve fiziksel olanı tek vücutta birleştirmek gayesinde.” Bu niye kötü? Yapay zeka diye birşey var, maazallah insanın öğrenme ve zeka üzerindeki tekelini kırabilir. Kırsın, ne var? Olmaz. Teknoloji bazı kolaylıklar sağlıyor tamam da dünyayı farklı bir yere sürüklemesini kabul edecek değilmişiz. Farklı yerin neresi olduğunu bilmediğimiz için sürüklenmeyi niye kabul etmediğimizi de bilmiyoruz. Ama sürüklenmekten hiçbirimiz hoşlanmıyoruz.

İtirazın devamı kıvırma payıyla beraber üçüncü paragrafta geliyor. Eğitime sadece endüstri ihtiyaçlarına göre ayar vermeyi aynen kabul edemeyiz diyor. Yani kabul etmeye mecburuz ama aynen olmasın diye neresinden nasıl yontabileceğimize bakacağız demek istiyor. Burada, vizyonun bir itiraz vizyonu olacağı iyice vurgulanıyor. Sanayi devriminin başından kalma bildik kalıp argümanlar tekrarlanıyor. Teknolojiyle gelen tüketim, yabancılaşma vesaire. Üretimin laf yok. Sadece olumsuzlar sıralanmış. Tartışması çoktan bitmiş, çözümleri çoktan denenmiş problemler sanki ilk defa tanımlanıyormuş gibi sunuluyor. Tabii ki çözümlerini hazırlıyoruz. O iş bizde. Teşhis edilen arızanın kaynağı belirtilmediği için (unsurdan çok fail ima ediliyor) önerilen çözümün neyi düzelteceğini bilmiyoruz. (Ve hiç öğrenemeyeceğiz.)

Üçüncü paragrafın ikinci kısmının bir saptamaya mı yoksa bir şarta mı işaret ettiği belli değil: “insanoğlunun [yine erkek] kendine yabancılaşma sürecini tetikliyorsa” (buradan, tehditle karışık bir ikaza geçiyor) “eğitim ekosistemimiz, bu gidişe esaslı bir şerh düşmek sorumluluğuna sahiptir.”

Meğer normal bir eğitim sistemine ilaveten bir de eğitim ekosistemimiz varmış. İnsan bir haber verir! Lakin hırslandığı şerhi düşecek midir yoksa düşerim ha demekle yetinecek midir, anlaşılmıyor. Bir iddiaya sahip olmak istiyor ama henüz iddiasının ne olduğunu bilemiyor.

“İnsanı araçlarda zengin, amaçlarda yoksul kılan bir bakış açısına söyleyecek sözümüz ve verecek daha derin cevaplarımız olmalıdır;” diye efeleniyor. Erkek ya! Ayarını verdiği mihrakların kusurlarından şüphesi yok. Karşılığında bir şey yapması gerektiğini düşünüyor ama nesini de niyesini de pek çıkaramıyor.

Dördünücü paragrafta kendi açtığı argümanlara yine kendisi karşılık veriyor. Biz bunlara kendi cevabımızı vermezsek “küresel beşeri krizlerin sonuçlarına hep beraber katlanmak zorunda kalırız,” diyor. Teknoloji sahiplerinin (‘onlar’) eksik insanlık anlayışına saydırıyor: “Bizim medeniyetimizin insan tasavvuru, sadece maddi mükemmeliyeti benimsemez (‘onlar’ benimser); gönlü ve bilimi, mana ve maddeyi, talim ve terbiyeyi birlikte ele alan bir bütünden beslenir.” Bu cümle bu önsözün özeti: Biz (aslında) onlardan üstünüz. Ve MEB’in 2023 Vizyonu da işte bu iddiayı hayata geçirmek.

Lakin, hep olduğu gibi, o ‘bütün’ nedir, unsurları nelerdir, ve bu bütünden beslenme vaadini hangi kaynaklar ve yöntemle yerine getirecek gibi kısımlar eksik. Ve eksik kalmaya devam edecek. (Değerler Eğitimi var tabii, denize düşen yılana sarılır hesabı. Fakat o konuyu ayrı bir yazıda ele alacağım.) ‘Onların’ insan ve makine ittifakının karşısına ‘bizim’ akıl ve kalp ittifakımızı koyarak kahpe düşmana ilk hamlesini savuruyor. Dolayısıyla, argüman, lise münazara takımı seviyesine dahi ulaşmadan elimizde dağılıveriyor.

Beşinci, altıncı ve yedinci paragraflar boyunca zikredilen akıl-kalp ittifakının nasıl tespit edileceğini hiç bilmiyoruz ve asla öğrenemeyeceğiz. Eski muhayyile, gulyabanileşmeye devam edecek. Gaflete dalıp nesnel yöntemlerle ölçmeye kalkarsak biz de insan-makine ittifakçısı olabiliriz. Sonra kalbimizde bir hissizlik oluşacak olursa bizi Bakan bile kurtaramaz.

Bağlaç dahil toplam 12 kelimeden oluşan sekizinci paragrafta, “Zihniyete, kaliteye, liyakate, mahiyete, varlık ve anlam zeminine yoğunlaşmamız son derece ehemmiyetlidir;” buyurulmuş. Bu paragrafın bizden istediği işi yapamayacağımız veya bu işi yapacak kişi olmadığımız son derece açık. Bu sekizinci paragraf, nasıl bir kavram bulamacıyla uğraştırıldığımızı gösteren tipik bir terkip. Bir şey söylüyormuş gibi yapıp hiçbir şey söylemeyen tonla boş laftan biri. Altında Bakan imzası var.

Çocuklukla ergenlik arasında gidip gelen bu vizyon belgesi, dokuzuncu paragrafta “ama bak ben neler de biliyorum” diye marifetlerini sayıyor. Bir muhatabı varsa eğer (biz değiliz), onunla, ilgi çekme ve şımarma dışında bir ilişki kurmuyor. Ne niyeti var ne de becerisi yetişkin bir iletişim arayışına. İnsanlar gibi kurumlar da boşluklarını marifet döküp sayarken ele verirler. “Pedagoji, psikoloji, antropoloji, sosyoloji, nörobilim, ekonomi ve teknolojinin tanıdığı tüm imkânları kapsayan transdisipliner taktik stratejik tasarımlar..” Sen neymişsin be abi!

Dokuzuncu paragraf, baştaki büyüklenmeyle mütenasip bir böbürlenmeyle devam ediyor: “Uzun zamandır milletçe şekilciliği, tek tipçiliği, rutinleri kutsamayan bir zemine duyulan bu özlemin fazlasıyla farkındayız. Bu vizyon belgesi, böyle bir özleme verdiğimiz yanıtlardan oluşmaktadır.” Bu böbürlenme tabii ki basit bir psikodinamik projeksiyondan ibaret. Rutin kutsasın diye Diyanet’e her bakanlıktan fazla bütçe ayıran bir hükümetin ‘milli’ eğitim bakanlığı, şekilciliğe ve tektipçiliğe karşı ağzını bile açamaz. Açarsa, böyle foyasını da açığa vurur.

Onuncu paragraf üzerine başlı başına bir makale yazmak lazım. Tam bir neresini düzelteyim felaketi: “eğitim vizyonunun temel amacı” derken, siyaseten yutmak zorunda kaldığı kavramların sebep olduğu karın ağrısından kıvranıyor. Yahu vizyon amacı diye bir tamlama olur mu! İbret-i alem için ‘vizyon belgesi’ diye hazırlanan bu küstahlığı ifşa etmek borcumuz. Vizyon kavramı belirli amaçların kavramsal ve işlevsel bütünlüğünden oluşturduğun bir bakış açısı, bir yaklaşım, bir anlayış, bir anlamlandırma dayanağı. Bir niyet beyanı. Bir politika önerisi.Kendinde son diye bir şey işitmezsen veya işitir de sırf ‘onların’ olduğu için reddedersen böyle vizyon amacı diye sabuklarsın.

Her şey öylesine araçsal ki vizyon belgesi diye düzülen bu laf bulamacının yüce maksatlara hizmet etmesi şart. Onuncu paragraf ‘vizyon amacını’ şöyle düzmüş: “Çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış ve bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen, bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı, nitelikli, ahlaklı bireyler yetiştirmek.” Tam bir “doktor ne yerse yesin dedi” vaziyeti. O derece umutsuz. Maksat araya ‘ahlak’ sıkıştırmak. Bu ahlak kimin ahlakıdır tarifi sonradan yapılacak. “Bu da nerden çıktı?” diye soranlara “e hani demiştik ya nitelikli, duyarlı, ahlaklı diye; o zaman itiraz etmemiştin!” denilerek eleştiri susturulacak. Ahlaklı bireye kimin itirazı olabilir ki!

Bu bireylerin “çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış” olmaları öngörüldüğüne göre, bakanlığımız, gelecekte insanlığın ne gibi becerilere ihtiyaç duyacağı bilgisine bugünden vakıf! Kutlu olsun! Demek ki ilerleyen paragraflarda bu malumatları edineceğiz (edinemeyeceğiz).

Onuncu paragraf, terk edilmesi kolay bir paragraf değil. “Bu donanımı insanlık [bu kez insanlık diyebildi] hayrına sarf edebilen” bireyler yetiştirmek arzu ediliyormuş. Samimiyetle soruyorum: Gerçekten bütün insanlık mıdır kastınız? Bu insanlık içinde Ermeni, Kürt, Rum, Yahudi, Hıristiyan, Çin ü Hind, Batılı, Ateist, Anarşist, Feminist, LGBTQ, Çevreci, Barış Aktivisti, Cumartesi Annesi, Sivil Toplum Eğitim Kolaylaştırıcısı da bulunuyor mu?

Yine Onuncu paragraf diyor ki “bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı…” Yazıcı, bu paragrafta çok yorulmuş. Hangi santiman nereye denk gelirse oraya iliştirmiş. Kolay değil birkaç satır arasına bir ömre yetecek parende sığdırmak. Sevdalı parende, meraklı parende, ahlaklı parende, duyarlı parende…

Onbir, oniki ve onüçüncü paragraflar, nicel altyapıda önemli bir mesafe katedildiğini ve sıranın nitel atılıma geldiğini iddia ediyor. Boş böbürlenme serisi hız kesmeden devam ediyor. Ve ondördüncü paragraf iddiayı taçlandırıyor. Eğitimi bir ekosistem olarak görecek ve alt-bileşenleri eş-zamanlı tasarlayacakmışız.

Şimdi bir kez de yüksek sesle tekrarlayalım: “Alt-bileşenleri eş-zamanlı tasarlayacağız!” Eğitimi bir ekosistem olarak görmeyi burada görmezden gelelim, zorluk çıkaran ben olmayayım. Kolay mı öyle alt-bileşenleri eş-zamanlı tasarlamak. Bari ekosistem çekilsin ayak altından. Neyse ki onbeşinci. paragraf imdada yetişiyor: “eğitim süreçlerini…ontolojisi, epistemolojisi ve etik temelleriyle birlikte” tencereye atıp kısık ateşte pembeleşinceye kadar kavuruyoruz.

Eğitimi “beşerlikten insanlaşmaya doğru bir inşa eylemi olarak” görüyormuşuz. Gerçekten böyle yazmışlar (sf. 8). Bakan’ın hiç seveni yokmuş. Yazık. Devamında toparlasa neyse, iyice dağıtıyor: “eğitimin, evrensel manada program odaklı veya pragmatik değil, paradigmatik bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu savunuyoruz.” (Paradigma dönüşmez, değişir; daha doğrusu, kayar. Ama şimdi böyle teknik ayrıntılar yüzünden birbirimizi üzmeyelim; gidiş yolundan kurtarsın.) Biz bu istenmeyen paradigma neye dönüşecekmiş ona bakalım: “İnsanın akıl ve kalple çift kanatlı olmasına dair önerdiğimiz paradigma, sadece maddi olana yönelen bir eğitimi reddetmektedir.” Breh breh breh! Hele yiğidime hele! Güya aklı reddetmeyecek. Kalbin yerinin ne olduğu henüz belli değil ama yolu yapılıyor. Köprüsü, kanalı da yoldadır muhakkak.

Bu çaba, eğitimde nesnel (sınanabilir) yaklaşımı yok etme ve öznel (gücü elinde tutanın keyfine göre) uygulamaları meşru gösterme çabasından başka bir şey değil. Kalp, çünkü, her ideolojinin arzu nesnesi. Akıl gibi ele avuca sığmaz değil, pekala evcilleştirilebilir. Bu laf kalabalığı, hiçbir nesnel ölçüsü olmayan mahalli bir zihniyeti evrensel diye yutturma hamlesinden ibaret.

Onaltıncı ve onyedinci paragraflarla beraber, artık mesajı satır arasına yedirme zahmetinden de vazgeçiliyor. Biz “dünyaya ve doğaya pusu kuranlara” karşı mücadele ediyoruz. “Eğtimi kötüye kullananlara karşıyız.” (Bunu söylerken kendisiyle çelişebileceğini aklına getirmiyor bile.) “Bilimin rehberliği” tamam da “vicdan pusulası” nedir? Bu soruya bir cevabı yok. Ve bir cevap üretecek kabiliyette olmadığını hamasetle karışık kültürel miras oyunlarıyla saklamaya çalışıyor. Elindeki yegane referans, kuruttuğu Anadolu. Onsekizinci, ondokuzuncu, ve yirminci paragraflarda çağlar boyunca bu coğrafyanın kaynağını nasıl talan edip insanını nasıl kovduğunu anlatıyor. Hiç yüzü kızarmadan Farsi’ye, Arabi’ye, Türki’ye ve Rumi’ye eşit ildaş muamelesi yapıyor. Kürd’ün, Ermeni’nin adı yine yok. Niyesini sorarsan, referansı Mevlana. Acep yüzünüze nazar eder miydi?

Mirasına hovarda olan söylemine sadık olacak değil ya! Yirmibirinci paragrafta çevik bir makas değiştirmeyle kendimizi bir anda çocuklarımızda ifadesini bulan yüce anlamlar karşısında kafamızı sallarken buluyoruz (yirmiiki ve yirmiüçüncü paragraf boyunca kafa sallamaya devam ediyoruz). Ortak paydamız çocuklarımız, orada buluşalım. Çocuklar hakkında konuşmak kolay nasılsa. Üfür üfürebildiğin kadar. Çocukların çıkaramadığı ses olmaya çalışanları hiç umursama. Mümkünse küçümse. Hatta suçla. Daha da susmayan olursa terör iltisakından zindana atarsın.

Şu vurucu cümleyle ailelerin gözüne girmeyi deniyor Bakan’ın Vizyon’u: “Ailelerin zaman, özne, nesne ve mekân ilişkilerinde gereken derinlik ve tasarruf bilincine sahip olmaları, çocuklarının doğal biçimde yeşermelerine ve yetişmelerine imkân sağlayacaktır.” İddia ediyorum ki bu cümleyi her kim veya kimler yazdıysa, birincisi, bu cümleyi hatırlamayacaklar veya yazdıklarını inkar edeceklerdir; ikincisi, velev ki hatırlar veya inkar etmezlerse, burada ne denmek istendiğini anlamayacak ve hiçkimseye anlatamayacaklardır. Yerli ve milli ideolojinin aileden olmadık şeyler beklemesine alışığız ama ailenin eğitim bakanlığından beklediğinin bu sözlerle tasvir edilemeyeceğine Bakan bile itiraz edemez. (Yazıcısını değiştirse bari.)

Yirmidört ile yirmiyedinci paragraflar arası güya müfredatı amaç olmaktan çıkarmaya çalışırken öğretmeni iyice araçsallaştırdığını ya hiç farketmiyor ya da büyük ihtimalle hiç umursamıyor. Öyle ya, öğretmene nerede, nasıl, ne şekilde referans vereceğini bilseydi şu anda başka birşey konuşuyor olurduk. Öğretmenlere zinhar metin yazarlığını bırakmıyor Bakanlık. Bırakır mı hi. Ben de gideyim tiyatro mecazından: Suflörlük bile reva görülmüyor öğretmene. Öğretmen dediğin ezberletir, öğrenci ezberler. Zerrece şaşma emaresi yok bu usulden? Siz ne konuşuyorsunuz!

Okullar arasındaki eşitsizliği öğretmen eğitimiye azaltacağını iddia ediyor Vizyon belgesi.  Bu ilinti için bize başlı başına bir strateji belgesi sunması lazım. Şu haliyle, varsa bile böyle bir bağlantı, besbelli tamamen kopuk. Çerçeve müfredat anlayışını ve usta bir öğretmenin elini ayağını müfredatla bağlamanın yanlışlığının takdir edilmesini bir gelişme sayabiliriz (gördüğünüz gibi iyiye iyi demeyi biliyoruz). Ancak her ikisini de eğer uygulanırsa şartıyla not ettiğimizi belirtelim. Sözlerini tutmayacaklarının işaretini yerleştirmeyi ihmal etmemişler çünkü: “Şahsiyeti, şahsiyet bina eder.

Öğretmenin şahsiyeti yeterli olgunluğa ve güce erişmezse içerik, teknoloji, fiziksel altyapı değerini bulamaz. Unutulmamalıdır ki her eğitim sistemi, öğretmenlerin omuzlarında yükselir ve hiçbiri öğretmeninin niteliğini aşamaz.” Ne okuyoruz bu cümlelerden? Şablonu belli bir öğretmen okuyoruz. Kendi niteliklerini geliştirecek fırsatlar sunulmuş bir öğretmen değil, öznel şahsiyet testlerinin şeklini alabilecek sıvılıkta bir öğretmen okuyoruz. Beni almazlar o kadroya mesela! Aşırı okuma yapıyorsun diyen olursa, tekrar ediyorum, ikna olmaya hazırım!

Yirmisekiz ile otuzikinci paragraflar arası, bu noktaya dek sözü edilen eğitim sisteminin yapı ve süreçlerinden söz ediyor. İyi ama henüz bir eğitim sisteminden bahsetmemiştiniz. Bu Vizyon belgesi, insanı akıl ve kalp ‘kanatlarına’ sahip bir varlığa teşbih etmeyi ‘eğitim sistemi’ zannediyor. Velakin bu teşbih, çocukça bir benzetmeden başka ne ki? Bu benzetmenin nesnel karşılıkları nelerdir? Ölçütleri, göstergeleri nelerdir? Nasıl sınanır, nasıl desteklenir ve nasıl yanlışlanırlar? Bunların hiçbiri yok. Sadece Vizyon belgesinde bulunması lazım zannıyla  zikredilen ontoloji, epistemoloji, etik kavramları gibi terimler var. Yapı ve süreç kavramları da aynı manipülatif kafanın esintisiyle zikredilmiş. İyi ihtimal, bunların ne olduğunu hiç bilmiyor,  başkalarından duyduklarına göre karadüzen yazıyorlardır. Kötü ihtimal, bunların ne olduğunu biliyorlarsa da bilmiyorlarsa da hiç umursamıyorlardır ve her durumda bizimle dalga geçiyorlardır.

Otuzbirinci paragrafın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne gönderme yapmasını yorumlamayacağım. El mecbur o gönderme yapılacak. Fakat otuzikinci paragrafta, yine tek cümlede, hem ahlakçılığı perçinleyip hem tutamayacağı sözler vermesi bir vurgu hakediyor. Ne olduğu izah edilmeyen sistemin yapı ve süreçleri, “eşitsizliği azaltmayı, ahlak telakkisini, sanatı, kültürü, estetiği ve sporu gündemimizin en üst sıralarına taşımayı” vaat ediyor. Ne yapacakmış nasıl yapacakmış da bunları gerçekleştirecekmiş? Kanat takacakmış bana, uçuracakmış işte!

Otuzüçten otuzsekize dek paragraflarda yorgunluk emareleri var. Belki de ben yoruldum. Okur da yorulmuş olabilir. Bu vizyon belgesinden bir tazelenme çıkmayacağının işareti diye okunsa yeridir. Bu kısımda aile bahsine geri dönülüyor. Malzeme kıt olunca aynı pilavı ısıtmaktan başka bir şey yapılamamış. Sonra yine kalite denmiş, atılım denmiş. Dönüşüm, sürdürülebilirlik, yol haritası gibi ne kadar sağdan soldan toplama kavram varsa hepsi yığıştırılmış. Demokrasiden bile bahsedilecekmiş az kalsın ama neyse ki mevzu hemen ekonomiye bağlanıp o tehlike çabucak atlatılmış. Yine hızlıca, toplumun hemen her kesiminin ve geçmişin tecrübelerinin de sürece dahil edildiği belirtilmiş. Her kesiminin değil ama. Hemen her kesiminin. Ben yokum mesela! Siz de yoksunuz!

Vizyon belgesinin otuzdokuz ile kırkbir arası son üç paragrafında, yine tutulması imkansız vaatler sayılıp dökülüyor. Teknik olarak yapılabilecek şeyler elbette. Fakat istek yok belli ki. Niçin bunlarla uğraşmak zorunda olduğunu anlamıyor. Hevessiz, heyecansız. Bu denli muhtevadan ve ruhtan eksik bir eğitim anlayışı, bizimle ne kadar dalgasını geçerse geçsin, gözüne kestirdiği hedefin boş bir hedef olduğunu da seziyor bir yandan. Hırsından yapıyor ne yapıyorsa. Kötü bir mahalli siyasetçi olduğunu kabullenemiyor. Bozkıra deniz getirmekten bahsedip dümenine bakacağına, denize bozkır getirmeyi vaat ediyor. İşin kötüsü, buna kalkışıyor da.

Kaynak: ARTI GERÇEK

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…