Sanat; insanın duygu, düşünce ve hayallerini, soyut-somut malzemelerle, yaratıcı gücünü, sezgilerini estetik kaygılarını da gözeterek kişiyi etkileyecek biçimde anlatılmasıdır. Francis Bacon’a göre; “Sanat, doğaya eklenmiş insandır.” Bir duygunun, tasarımın, güzelliğin vb. dışavurumunda, anlatımında kullanılan yöntemlerin tümüdür. Tolstoy’a göre ise; “Duygu aktarımını başaran her eser sanat eseridir.”
Sanat eserleri, sanatçıların ortaya koyduğu estetik objelerdir. Estetik; sanatsal yaratıcılığın -sanatta ve yaşamda- güzel ve güzellik denen kavramın bilimi, güzeli araştıran bilim dalıdır. Felsefenin dalıdır, edebiyatta güzel duyudur… Estetik aynı zamanda güzelin ne olduğunu araştıran bir disiplindir. Aristo’ya göre; “Estetik, bir orantı, uyum ve düzendir.”
Sanatçı, tıpkı ileti gibi estetiği de ön planda tutarak, beynimiz başta olmak üzere tüm duygularımızı besler, duyularımızı doyuma ulaştırır. Ham insanı alır, maya katar yoğurur da, ekmek eder aş eder, aç ruhlarımızı doyurur.
Sanat, coşkulu şiirler söylerken tıpkı Amazon, Dicle-Fırat ya da Sarı Nehir gibi çağlayıp içli içli ağlarken, gider ıssız çöllerde vaha olur. Toroslardan And Dağları’na selamını rüzgarlarla gönderen de yine sanattır.
Okyanusun en derin noktasına gizlenmiş inci tanesini bulup çıkardığında Johannes Vermeer’in ruhunun estetiğiyle bezenir de “İnci Küpeli Kız” olup gönül duvarımızı süsleyen sanattır. Piyano tuşlarından merdiven yaparak Antonio Vivaldi’nin “Dört Mevsimi” ile ayağımızı mutlulukla yerden kesip, beyaz bulutlara bindirip, bize dünyayı gezdiren de yine sanattır.
Sanat, Hüseynik’ten çıkıp şeher yoluna düşerken köylü, Beyoğlu’nda gezip göz süzerken kentli, fabrikada tütün saran genç kızken de proleterdir.
Dante’nin Beatris’i, Karacaoğlan’ın Elif’i, Romeo’nun Juliet’i, Nazım Hikmet’in Vera’sı ve memleket sevdasıdır sanat. Veysel’in gören gözü, Picasso’nun bakış açısı, Einstein’a ilham veren bestelerdir sanat.
Sanatçı, çağına tanıklık eder. Ezilenin her çağda çığlığıdır. Hallac-ı Mansur “Cehennem acı çektiğiniz yer değil, acı çektiğinizi kimsenin duymadığı yerdir.” der. Azerbaycan’ın gür sesi Bahtiyar Vahapzade’nin “iki kör” adlı şiiri Hallac-ı Mansur’un özdeyişini doğrular niteliktedir:
“Bir kör tanıyıram, gözü körse de
Özü kör değil
…
Ancak… biri de var… kör değilse de
Gözü görmeyir
Dostu göz önünde öldürülse de
“Görmedim” deyir…”
Fildişi Kıyısı’ndan Bernard Dadie’nin acı, açlık ve gözyaşıyla yoğrulmuş, tanıklık eden sesine kulak verelim:
“Kan sıçramış gecelerden çıkar gelirim
Böğürlerime bir bak
Açlık ve ateşle deşilmiş
Ekilebilir bir topraktım ben
Gör nasır bağlamış elimi,
Kapkara
Durmadan işlemekten dünyayı
Gözlerim aşk ateşiyle yanık”
(Tüm Kıtaların İnsanları, Türkçesi: Cengiz ÖNDERSEV)
Angolalı şair Agostino Neto, Kara Kıta’nın kederli sesini haykırır bizlere:
“Çıplak ayakların
Kana bulanmış zincirlerin ahengi,
Sökülmüş tırnakların ahengi,
Ahenkler,
Sonsuz ahenkler,
Ey Afrika’nın kederli sesi.”
(Ateşler ve Ahenkler, Türkçesi: Eray CANBERK)
Sanatçı, tıpkı yaşamak gibi direngendir. Derisi yüzülen Nesimi ile “Madımak” ta diri diri yakılan Nesimi Çimen aynı türküyü söylerler. Sanat, Pablo Picasso’nun “Guennica”sı, Cemal Süreya’nın “Üvercinka”sı olur. Darağacında Pir Sultan, mahpusta Nazım Hikmet, zindanlarda Şah Turna ile Eşber Yağmurdereli olur. Popülizmin kof, yapay, yararcı elbisesini giymez, düzenin her türlü argümanının asla esiri olmaz.
“Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder.” diyen İbn-i Sina’nın özdeyişindeki doğruluğun çağdaş dünyada hala geçerli olması ne kadar acı. Friedrich Schiller; “Sanat özgürlük tarafından emzirildikçe büyür.” demiştir.
Sanat, bir deli tay olur, aykırılığa giden yolda, yeryüzünün en güzel sesiyle barış şarkılarını söyler.
Sağlıcakla, sanatla…
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()