“Ülkenin mücadele ettiği bunca yakıcı sorun varken, tekrar tekrar üniversitemizden bahsetmek zorunda kalmak bana artık ağır geliyor.”

Böyle diyordu tecrübeli bir Boğaziçi hocası, aylardır düzenli olarak yapılan ve üniversitenin krizi için çözüm önerilerinin konuşulduğu forumlardan birinde ve ekliyordu: “Ama bir yandan da buna mecburuz, burada olanlar kamuyu, velileri ve özellikle genç nesilleri çok yakından ilgilendiriyor.”

Bugün pek çok Boğaziçilinin kafasında benzer kaygılar var. Boğaziçi Üniversitesi’nde yıl başından beri süregelen protestoların merkezindeki isim Prof. Melih Bulu, tıpkı atandığı gibi, bir gece yarısı Resmi Gazete’ye düşen üç satır yazıyla,15 Temmuz tarihinde görevden alındı. Bulu’nun görevden alınması, kamuoyunu bir nebze rahatlatsa ve genel itibariyle memnuniyetle karşılansa da Boğaziçi’nde yaşanan gerilimin sona erdiği söylenemez. An itibariyle üniversite, Melih Bulu’nun rektör yardımcıları tarafından vekaleten yönetiliyor, dolayısıyla son sekiz ayın kurumda açtığı yaralar, aktörlerin büyük kısmı yetki sahibi olduğundan, hala çok taze ve bir türlü tedavi edilemiyor. Birkaç sembolik istisna dışında Bulu döneminde verilen hasarlar yerinde duruyor, hatta yanlarına yenileri ekleniyor. Üniversite bileşenleri üniversite içi huzursuzluğun devam etmesinden, daha kötüsü, bu durumun kamuoyu tarafından da kanıksanmasından endişe duyuyor.

Ancak tablo büsbütün olumsuz değil! Hatta tam aksine Melih Bulu’nun görevden alınması ve YÖK tarafından yeni bir atama süreci başlatılmış olması, Boğaziçi’ne yeni bir hareket alanı açmış durumda. Boğaziçi akademisyenleri de demokratik ve özerk üniversite iddialarını saklı tutarak, bu hareket alanını kullanma ve sorunu çözme yolunda somut bir öneri sunmaya karar verdiler. Bu amaçla Temmuz ayı sonunda yapılan rektör adayı belirleme/destek yoklaması hem çarpıcı sonuçlarıyla Boğaziçi’nin krizini daha iyi anlamamızı sağlıyor, hem de krizi geride bırakmamızı sağlayacak bir dizi imkânı da beraberinde getiriyor. Gelin bu alışılmadık yoklamanın niteliğini ve açtığı imkanları birlikte tartışalım.

Söküğü dikme iradesi

Çaylak bir akademisyen olarak Boğaziçi’nde ilk günden itibaren beni en çok şaşırtan şey, öğretim elemanlarının okul idarisinde gönüllü olarak aldıkları çeşitli sorumlulukları, bu sorumlulukları çok ciddiye almaları ve bir sorunla karşılaşıldığında hızla alınan inisiyatif olmuştur. Melih Bulu atamasına derhal ve ısrarla sürdürülen nöbet bunun bir örneği ise, aslında daha çarpıcı bir örneğinin 30 Temmuz tarihinde, Melih Bulu görevden alındıktan sadece iki hafta sonra gerçekleştirilen rektörlük yoklaması olduğunu düşünüyorum. Aylarca süren yönetim kaosunun ardından, yarısı bayram tatiline denk gelen çok kısa bir sürede güvenilir bir yoklama sistemi üzerinde anlaşılmış, yoklamaya katılabilecek seçmen hocaların tespit edilebilmiş ve sistemin güvenli bir biçimde uygulanmış olması bence büyük bir başarı. Herhangi bir yönetim desteği ve yönlendirmesi olmadan bugünün şart ve ihtiyaçlarına göre günlerce tartışılarak ve üzerinde uzlaşarak düzenlenen bu yoklama aslında kuruma bağlılığın ve özyönetim kapasitesinin önemli bir kanıtı.

Yoklamanın hızla ve güvenilir bir biçimde kotarılmasının yanına, rekor sayıda rektör adayının çıkmasının sağlanmasını da eklemek lazım. Yoklamaya, adaylıklarını okul kamuoyu ile paylaşan ikisi mevcut yönetimden toplam 19 rektör adayı dahil edildi. Bu siyasi ortamda, kimi hocalarımızın görevine vekil rektörce son verilir, gün aşırı hocalar malum gazeteler ve hesaplarca boy boy hedef gösterilirken, rektörlük için aday olmak hiç kolay olmamalı. Tam da bu yüzden, geçmişte idari pozisyonlarda yer almış isimleri cesaretlendirmek ve aday çeşitliliğini sağlamak için özel mesai harcandı.

Bu özverili organizasyonun ve aday bulma sürecinin en doğrudan karşılığı ilk kez yapılan güven yoklamasının yüksek katılımla sonuçlanması oldu. Tüm seçmen hocalar için yüzde 82, öğretim üyeleri için yüzde 86 olan katılım oranını da hem okula sahip çıkma refleksi hem de kısa sürede formülize edilmiş yoklamaya destek olarak okumak mümkün.

Bulu döneminin ve aktörlerinin reddi

Gelelim yoklama sonuçlarına… Melih Bulu’nun rektör yardımcılarından rektörlüğe aday ikisi; Prof. Gürkan Kumbaroğlu ve rektör vekili Prof. Naci İnci, sırasıyla yüzde 93 ve yüzde 95 güvensizlik oyu aldılar. Bu derin güvensizliğin anlamı çok açık. Boğaziçili akademisyenler, Bulu dönemini tüm aktörleriyle birlikte reddediyor ve son sekiz aydaki gelişmelerde bir şekilde rolü olan isimlerin idareci olarak okulun normalleşmesine katkı sunabileceğine inanmıyorlar.

Bu net sonuç, protestolar karşısında sıkça tekrarlanan, “Boğaziçi’ndeki itiraz aslında küçük ve radikal bir hoca grubunun işi” tezini tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde çürütmüş oluyor. Üstelik itirazın bir isme değil, okulun iradesini yok sayan anlayışa olduğu bir kez daha ispat edilmiş olunuyor.

Tüm bu olanlardan sonra bu iki isme güvensizlik duyulması belki şaşırtıcı değil ama güvensizlik oyunun bu kadar yüksek çıkması üzerine düşünmek gerekiyor. Melih Bulu’dan farklı olarak her iki hocanın da alanlarında saygın akademisyenler olduklarını, uzun süredir Boğaziçi’nde emek verdiklerini ve yakın geçmişe kadar kurumun seçimle gelinen çeşitli pozisyonlarında görev aldıklarını hatırlatmak lazım. Ancak bu hocalarımız, Bulu görevden alındıktan sonra dahi yaraları sarma, okula danışma, bileşenlerin rızasını alma yolunu seçmediler. O kadar ki vekaleten yürüttükleri rektörlük makamındaki ilk günlerini, 14 yıllık bir Boğaziçili bir akademisyenin, Bulu karşıtı nöbetleri fotoğraflayan Can Candan’ın işine son vererek geçirdiler. Boğaziçi camiası da meşruiyeti cebirde arayan yönetim anlayışına cevabını hem net bir güvensizlik oyuyla hem de bünyesinden çok sayıda rektör adayı bularak göstermiş oldu.

17 aday ve çözüm için aralanan kapı

Buraya kadarki işin ‘ret’ kısmıydı. Yoklamanın destek kısmı hem çok daha heyecan verici ve pozitif, hem de sınırları Boğaziçi’ni de aşabilecek pek çok imkanı da beraberinde getiriyor. İki isim dışında tüm adaylar yoklamaya katılan hocaların nitelikli çoğunluğu, yani 2/3’ü, tarafından güvenilir bulundular ve adaylıkları Boğaziçi akademisyenleri tarafından desteklenen adaylar olarak ilan edildiler.

Yani yoklama sonucunda Boğaziçi hocaları, ’17 liyakatlı rektör adayımız var’ diyor. Hepsi akademik ve idari tecrübe sahibi, bir kurum olarak Boğaziçi’ni ve teamüllerini bilen, Bulu dönemine değişik biçimlerde itiraz etmiş bu 17 profesör farklı disiplin, tecrübe ve dünya görüşlerinden geliyor ve öğretim üyeleri tarafından ‘güvenilir rektör adayları’ olarak görülüyor. Bu adaylar, yoklama sürecinin parçası olarak, üniversitenin akademik özerklik başta olmak üzere temel prensiplerine bağlı kalacaklarını, sekiz ayda oluşan hasarı tamire odaklanacaklarını ve ülke yüksek öğrenimi için daha demokratik bir model önerme çabasını sürdüreceklerini açıkladılar, bu söze ve kurum içi saygınlıklarına binaen geniş destek aldılar.

İrade beyanını klasik seçim anlayışına hapsetmeyi reddeden güven/güvensizlik yoklaması manevrası aslında pek çok şeyi aynı anda başarıyor. 17 adaya destek; (1) Boğaziçililerin ‘illa bu olsuncu’ bir noktada olmadığını kanıtlıyor; (2) Ankara’ya sekiz ay önce yapılan yanlışı düzeltme imkanı sunuyor; (3) katılımcı, demokratik ve tabandan yapılanan bir üniversite modelinde rektörlük makamının aslında çok da önem atfedilmemesi gereken bir eşgüdüm merkezi olduğunu hatırlatıyor; (4) tüm bileşenlerin çok yıprandığı, pek çok hocanın eşit ve yatay bir biçimde parçası olduğu sekiz aylık bir süreçten tek bir isim, lider, önder çıkarmayı ve dolayısıyla çekişmeli bir seçimi tercih etmeyerek pek çok adayın çekinmeden sorumluluk almasını teşvik ediyor (5) özerk ve demokratik üniversite hedefini askıya almadan üniversitenin krizine çözüm üretmeye çalışıyor; (6) yoklama modeli ile aslında geleceğin rektör ve yönetimlerinin üniversite kamuoyuna hesap verebilirliklerini güven-güvensizlik terazisi üzerinden kuvvetlendiriyor.

Tüm bu gelişmeler ışık hızıyla olur, Melih Bulu görevinden alınır ve yerini doldurmaya üniversiteden onay almış 17 isim gönüllü olurken, YÖK’te de önemli bir değişiklik oldu ve iki dönemdir görev yapan Başkan Prof. Yekta Saraç yerini yepyeni bir isme, Prof. Erol Özvar’a bıraktı. Ankara biz faniler için karanlık labirentlerle dolu. Şeffaf olmayan prosedürlerin arasından Melih Bulu’nun zamanında kimlerin desteğini ile atam şansının arttırıldığını, bu süreçte YÖK’ün rolünün ne olduğunu tam olarak bilebilmemiz mümkün değil. Ancak görevden alınmayla tescillenmiş bu devasa başarısızlıkta hesabın YÖK’e çıkarılması kaçınılmaz. Akademik çalışmaları bağlamında Boğaziçi’ni daha yakından bildiği ifade edilen yeni YÖK Başkanı Özvar geçmiş yönetime çıkarılan hesabın altına girmek istemeyebilir, ortaya çıkışında sorumluluğu olmayan bu büyük sorunu geri bırakarak göreve başlamayı tercih edebilir, rektör seçiminde son söz onda olmasa da olumlu bir rol oynayabilir.

Yine de bu görev değişiminden daha kritik olanın Boğaziçi’nin güvensizlik yoklaması ile verdiği mesaj olduğunu düşünüyorum. 1992 yılında Üstün Ergüder’i seçerek üniversitelerde yeni bir rektör belirleme yolunun önünü açan Boğaziçi, bu kez benzer bir açılımı günün şartları ve gereksinimlerini göz önüne alarak yapmaya çalışıyor. Hem kendisi için hem Ankara için bir kapı aralıyor. Desteklenen 17 rektör adayı ile hem kendi iradesini hem özerk ve demokratik üniversite hayalini, hem de Ankara’yı büsbütün inkâr etmeden ortaya koyuyor. Güvensizlik yoklaması, isimlere değil, kurum içi huzura ve prensiplere odaklanıyor. Ankara’nın bu mesajları doğru okuyup, yoklama sonuçlarını dikkate almasını umuyorum. Keza 17 isimden birinin dahi rektörlük makamına neden layık olmadığını açıklamak ve kamuoyunu buna ikna etmek kolay olmayacaktır. O koşulda dahi Boğaziçi hikayesinin başladığımız yerden daha iyi bir yerde devam edeceğini, Boğaziçi’ndeki itirazın çok daha anlaşılır olacağını düşünüyorum.

Umut veren bir ilk: Bileşenlerin Seçimi

Öte yandan yoklama, hocaların seçiminden ibaret değildi. Hocalar güven/sizlik yoklamasına paralel olarak ülkemizde ilk kez bir rektörlük belirleme sürecine öğrenciler, mezunlar ve çalışanlar da dahil olmuş oldu. Buna dair tartışmalar ve çekinceler bir yana, öncelikle bu ilkin hakkını vermek gerekiyor.

Bileşenler kendi seçimlerini, akademisyenlerin önerdiği modele büyük ölçüde sadık kalarak kendileri organize ettiler, seçmen kaydetmek, sistemi güvenilir kılmak için çok uğraştılar. Katılım oranlarının düşük kalması ilk için normal ve bu çaba dikkati ve takdiri hakkediyor.

Bulu döneminde üniversite tüm bileşenleri ile yıprandı, Bulu karşıtı itiraz öğrenci, çalışan, veli, mezun tüm bileşenlerin desteği ile yükseldi ve tam da bu yüzden başarılı oldu. Dolayısıyla bileşenlerin yoklamaya dahil olması basit bir jest değil, bu sürecin kaçınılmaz bir kazanımı. Üstelik, üniversite bileşenlerin karar alma mekanizmalarına değişen ağırlıklarla katılması dünya üniversitelerinde eşine rastlanır bir durum. Öğretim elemanlarının, rektör belirleme sürecinde başat bileşen olması belki kaçınılmaz ama adayların ve yönetimlerin yüzünü diğer bileşenlere dönmesinin çok olumlu sonuçları olacaktır. Bileşenler seçimi, Bulu döneminde sürdürülen mücadelenin ötesinde bir müşterek alan olarak üniversite tahayyülünün kaçınılmaz bir sonucu oldu. Mevcut merkeziyetçi yüksek öğrenim modelini değiştirebildiğimizde bileşenlerin sürece bir biçimde dahil olmasının yaygınlaşacağını, bileşenlerin katılımının daha fazla meşruiyet ve nihayetinde resmiyet kazanacağını tahmin edebiliriz.

*Sinan Erensü, Boğaziçi Üniversitesi

Doktor öğretim üyesi, sosyolog. Yüksek lisans derecesini Cambridge, doktora derecesini Minnesota Üniversitesi’den aldı. Çevre ihtilafları, iklim değisikliği, kent ve enerji politikaları alanlarında çalışıyor. Boğaziçi Üniveristesi’nde toplumsal hareketler, eşitsizlik, kent ve çevre sosyolojisi üzerine dersler veriyor.

Kaynak: Diken

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…