Philippe Pernot’un Rundschau Gazetesi’nde yayımlanan yazısı Meriç Gök tarafından çevrildi: “Türkiye, Suriye’nin kuzey doğusunda suyu kesiyor, zeytinlikleri bombalıyor ve tarlaları ateşe veriyor. Çoğunluğu Kürt nüfusunu kaçmaya itiyor.”

Manşet Resimleri

Bütün sular gitti, Rojava’da tarım sadece bir hatıra haline geldi

Okur için küçük bir not: Bu tür notlarla genellikle okurun, okuyacağı metni daha kolay okuması amaçlanır. Oysa bu notun taslağı kafamda şekillendikçe, bunun tam tersine çevirdiğim metnin okuma işini daha da zorlaştırabileceğinden  endişe duymaya başladım. Türkiye’nin son yirmi yılına damgasını vuran Erdoğan,  bu süre içinde çok sık keskin dönüşleri olan politikaları izleyip sürdürürken her defasında da, bu politikaların gerektirdiği rolü büyük bir maharetle oynamış ve hâlâ da oynamaktadır. 

Son olarak Putin’in himayesinde, onunla anlaşmalı şekilde, kesinlikle onun koyduğu sınırlar içinde kalarak önce İstanbul’da bir “Tahıl Anlaşması” imzalanmış; BM Genel Sekreterinin katılımıyla yapılan bu anlaşmanın imza töreni tüm dünyaya, adeta bir şovla gösterilmiştir. Edoğan’ın Ukrayna’dan dünyaya ihraç edilen tahıl yüklü Ukrayna gemilerine Karadeniz’de abluka koyan Rusya’dan, ablukayı kaldırması için böyle bir “izin koparmış” olması vesilesiyle birden “Dünya lideri” postuna bürünmüş; Putin onu parlatırken “dünyanın Erdoğan’a müteşekkir olması gerektiğini” özellikle vurgulamıştır. “ Putin’le Soçi’de yaptığı görüşmelerin birçok yönü, sözgelimi Putin’in kanlı infazcısı Çeçen Kadirov- Çavuşoğlu-Fidan görüşmeleri gibi gizli-kapaklı tutulmuş ve “kirli mutabakat/anlaşmalara” dünyadan gelebilecek tepkileri alabildiğine yumuşatmak için de Soçi’nin hemen öncesinde, fakat bu kez dünyanın gözü önünde büyük bir tantanayla İstanbul’da “Tahıl Anlaşması” imzalanmıştır; yani İstanbul’da imzalan bu sözüm ona “Tahıl Anlaşması”, gerçekte daha sonra Soçi’de Putin’le yapacağı ve gizli-kapaklı tutulacak müzakere ve mutabakatlara dünyadan gelebilecek tepkileri etkisizleştirmek için yapılmıştır.

En son dün (18.08.2022) Ukrayna’ya, içlerinde İHA-SİHA üreticisi damadı da olan hayli kalabalık sayılabilecek bir mesai ekibiyle savaşta tüm büyük şehirleri ve altyapısı yerle bir olmuş bir ülkeye yine yanına BM Genel Sekreteri’ni alarak aslında müteahhitlik işleri kapmak üzere planlanmış olan ve bunu yakında gireceği seçimlerde satmak için yaptığı bu tipik “iş gezisi”ni yine yanına BM genel sekreterini alarak tüm dünyaya “bir an önce barış” için yapılmış bir gezi gibi sunmuştur. Bu bağlamda yaptığı konuşmada “Zaporija’nın ikinci bir Çernobil olmasını istemediğini” özellikle vurgulamıştır. Kameralar karşısında “ikinci bir Çernobil istemeyen” Erdoğan, kendi ülkesinde, dünyada bir başka benzeri olmayan bir şekilde, yani bir devletin sınırları içinde başka bir devlete ait olan bir nükleer santrali, üstelik dünyanın en pahalı elektriğini de satın alma garantisi vererek Mersin-Akkuyu nükleer santralini, Rusya’nın mülkiyetinde inşa ettirmektedir. 

İşte Almancadan çevirisini yaptığım aşağıda okuyacağınız Philippe Pernot’ya ait, Rojava’da kaleme alınan ve Frankfurter Rundschau gazetesinin 18.08.2022 tarihli sayısında yayımlanan yazı, Sevgili Okur, bu,  kendisini dışarıda ‒ dünyada‒  oynadığı yeni rolüyle “barış havarisi” ve “çevreci” olarak gösteren Erdoğan’ın gerçekte ne olduğunu size gösterecektir, tabii onun nasıl biri olduğunu şimdiye kadar hâlâ anlamamışsanız…                                                                                                                                          

Türkiye, Suriye’nin kuzey doğusunda suyu kesiyor, zeytinlikleri bombalıyor ve tarlaları ateşe veriyor. Çoğunluğu Kürt nüfusunu kaçmaya itiyor.

Halep – Kurak tarlalar, çatlamış toprak, kömürleşmiş ağaçlar: Suriye’nin kuzeydoğusundan geçen M4 yolu boyunca manzara ıssız ve çorak. Kavurucu güneşe göğüs geren çiftçilerin çabaları sayesinde hâlâ birkaç yeşil alan var. Ancak kesin olan bir şey var: Üç yıllık kuraklığın ardından çöl genişliyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (Aano) tarafından yönetilen Rojava toplumsal devrimiyle tanınıyor. Rojava (Türkçe: “Batı Kürdistan”), kuzeydoğu Suriye’de fiilen bağımsız bir bölgenin Kürtçe adıdır.  Rojava Suriye’deki Beşar Esad rejiminden bağımsızlığını ilan ettikten ve 2015 yılında “İslam Devleti”ni (İD; bizde İŞİD M.G.) mağlup ettikten sonra bu bölgede yeni bir sosyal model ortaya çıktı.  Bu model ekoloji, feminizm ve demokrasi gibi yerel konseylere ve değerlere dayanmaktadır. Ancak bu kazanımlar kriz ve kuraklık tehdidi altındadır.

Qamişlo (Kamışlı) sakini, göz alabildiğine uzanan koyu sarı manzaraya bakarken, “Küresel ısınmadan, yer altı kuyularının kurumasından ve aynı zamanda savaştan etkileniyoruz” diye iç çekiyor. Türkiye, Aano ile savaşmak için Suriye çatışmasına dâhil olduğundan beri, çevre sorunu, çatışmanın odak noktası haline geldi. Bu,  ABD destekli bir Kürt-Arap-Hıristiyan koalisyonu olan Suriye Demokratik Güçlerine (SDG) karşı Türkiye ve onun temsilcisi olan Suriye Milli Ordusu (namı diğer ÖSO) tarafından yürütülen düşük yoğunluklu bir savaştır.

Fırat’ın yeşil vadisi böylece görünmez bir savaşın savaş alanı haline geldi. Efsanevi nehir, komşu Irak’ı sulamadan önce Türkiye sınırından bölgeden geçiyor. Yolun yarısı, yeşilliklerle çevrili parlak mavi bir göle sahip büyük bir baraj olan Tabqa’dır. 1970’lerde Sovyetler Birliği tarafından inşa edilen Tabka, 2017’de IŞİD ile SDG arasında şiddetli çatışmalara sahne olmuştu.

Kürtlere karşı çevre savaşı: Türkiye baraj gölünün su seviyesini düşürüyor

Baraj gölü şimdi Türkiye tarafından hedef alınıyor. Bombalayarak değil, su seviyesini düşürerek. “1987 anlaşmasından bu yana Türkiye teorik olarak saniyede en az 500 metreküp suyu Suriye ve Irak’a geçirmek zorunda kaldı. Ancak Özerk Yönetim iktidara gelir gelmez akış hızı azaldı” diyor barajın yöneticisi Walat Darwish. Saniyede 400 metreküp olan su miktarı ortalama 250 veya daha azına düştü.

Darwish, “Bunun tüm vadi, beş milyon nüfusu ve ekosistemleri için dramatik sonuçları var” diye yakınıyor. Layşmanyaz’dan/ leishmaniasis muzdarip bir çocuğun fotoğrafını gösteriyor. Bu cilt hastalığına, suyu kısılan Fırat’ın durgun sularında toplanan sivrisinekler neden oluyor. Batı Kürdistan Sağlık Konseyi başkanı Giwan Mustafa, 70.000’den fazla insanın bundan muzdarip olduğunu söylüyor. Elektrik üretimi de 840 megavat saatten sadece 105’e düştü: Derviş, “Şehirler için elektriği paylaştırmaya zorlanıyoruz ve onlara günde sadece iki ila altı saat elektrik sağlayabiliyoruz”, diye üzülüyor. Ona göre taktik açık: “Türkiye, bölgeyi fethetmek için burayı zayıflatmak ve yaşanmaz hale getirmek istiyor.”

200 kilometre kuzeydoğudaki Tell Tamer kasabası (Arapça “tarih tepesi” anlamına gelir) bunun en dramatik örneğidir. Bir zamanlar, kökleri eski Mezopotamya’ya kadar uzanan bir Hıristiyan azınlık olan Süryani nüfusu için önemli bir merkezdi. Şehir birkaç yıldır ön cephede ve giderek daha fazla insan onu terk ediyor. 40.000 Süryaniden ancak 1000 kadarı kaldı.

Açıklama: C:\Users\TOSHIBA\Documents\29612307-vom-khabour-fluss-der-aus-der-tuerkei-kommt-sind-nur-noch-pfuetzen-uebrig-die-pumpen-an-den-ausgetrockneten-ufern-laufen-leer-3jdCsbUb9N70.jpg
Türkiye’den gelen Habur Nehri’nden geriye sadece su birikintileri kalmış. Kurumuş kıyılardaki pompalar boş çalışıyor

 

Kürtlere karşı çevre savaşı: “Korku içinde yaşıyor ve çalışıyoruz” diyor çiftçi Mhessen Ali Halil

Çiftçiler ve yetkililerle konuşmaya geldiğimizde, mavi gökyüzünde bir drone bizi tehdit ediyor. Herhangi bir askeri veya sivil ilgi hedefini yok etmek için Türkiye tarafından yönlendiriliyor. Çam ağaçlarıyla kaplı sokaklar ve Süryani kiliseleri bomboş, korku elle tutulur cinsten. “Sivilleri ve çocukları, tarlalarımızı, sulama kanallarımızı, pompa istasyonlarımızı bombalıyorlar. Güneşten bronzlaşmış, açık renk gözlü bir çiftçi olan Mhessen Ali Khalil, “korku içinde yaşıyor ve çalışıyoruz” diyor. Sadece Temmuz ayında bölgede 363 havan, insansız hava aracı ve topçu saldırısı düzenlenmiş, altı kişi ölmüş, 26 kişi yaralanmış.

Fiilen özerk

Rojava (“Batı Kürdistan”), kuzey kuzeydoğu Suriye’de fiilen özerk bir bölgedir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (Aano), 2012’deki Suriye iç savaşının bir sonucu olarak gelişti ve halen dünya çapında ilgi gören bir demokratikleşme sürecinden geçiyor. Rojava’da ağırlıklı olarak Kürt, Süryani ve Arap kökenli insanlar yaşıyor. Savaşın yıktığı bölgedeki vatandaşlar özgürlüğe, eşitliğe ve dayanışmaya güveniyor; Feminizm ve ekoloji yüksek önceliğe sahiptir.

Kürt geleneğinde ve PKK’nın lideri ve özerk yönetimin ilham kaynağı Abdullah Öcalan’ın felsefesinde çevre zaten önemli bir rol oynuyor. Murray Bookchin’in özgürlükçü komünalizminden ilham alan Rojava, radikal bir ekolojiye sahip. Buna rağmen bölge, petrol ihracatına büyük ölçüde bağımlı kalmaya devam ediyor ve bu da son derece kirletici. Mhessen, “Türkiye yukarı havzadaki su miktarını azalttığından, tarlalarımızı sulayacak kadar yerimiz yok ve bazen on gün boyunca elektrik kesintileri yaşıyoruz” diyor. Birkaç hafta önce bir pompa istasyonu bombalanmıştı: Köyden insanlar burayı tamir etmeye her geldiklerinde Türk yanlısı güçlerin ateşi altındaydılar. Yerel makamlar, Özerk Yönetim ile Türkiye arasında 2019 yılında yürürlüğe giren ateşkesi uygulamakla görevli Rusya’dan yardım istedi.

Su bir silah haline geldi ve Mhessen bunun sonuçlarına katlanıyor. Tarlaları artık ekilemez durumda. Sadece diğer çiftçilerin toprağını sürmek için kullandığı traktörü sayesinde hayatta kalabiliyor. Türkiye’yi  ve şehri besleyen Khabour Nehri’ne yapılan kısa  bir ziyaret, onun söylediklerini doğruluyor: Orada, kurumuş kıyılar boyunca duran su birikintileri ve boşta çalışan pompalardan başka bir şey yoktur.

Kürtlere karşı çevre savaşı: Bunun bir Türk stratejisi olduğundan kimsenin şüphesi yok

“1980’lere kadar su içilebilirdi ve biz buraya yüzmeye, balık tutmaya ve dini bayramlarımızı kutlamaya gelirdik” diyor ismini vermek istemeyen başka bir Süryani çiftçi. Tarımı ve yeşil vahaları ile tanınan vadinin Süryani nüfusu burada yüzyıllardır nehirle simbiyoz/ortakyaşar halinde ve onun sağlığına bağlı yaşıyordu. Bin hektarlık arazisi Türk yanlısı milisler tarafından işgal edilen çiftçi, “Artık nehir kuruduğu ve ekinlerimiz öldüğü için sürgüne gitmekten başka seçeneğimiz yok” diye iç geçiriyor.

Tanıştığımız herkes için bunun Türkiye’nin bir stratejisi olduğuna şüphe yok. Yerel Süryani milislerinin Tell Tamer’deki Habur Muhafızları sözcüsü Nabil Warde, “Topçu ve drone bombardımanı gibi askeri önlemleri çok etkili bir çevre taktiğiyle birleştiriyor” diyor. Ve ekliyor: “ Rojava’da her dini topluluk kendi kendini yönetiyor ve kendi polisi, ordusu ve yetkilileri var. 2015’te İŞİD’i kimsenin yenemediği bir zamanda yendik ve aynısını Türk milisleri için de yapacağız.”

Kürtlere karşı çevre savaşı: Erdoğan işgal için Rusya’nın onayını istiyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kuzeydoğu Suriye’ye karşı yeni, geniş çaplı bir askeri harekât için Rusya’dan onay isterken, Türk işgali haftalardır bölgeyi tehdit ediyor. Türk tarafınca resmi olarak açıklan hedef: Lideri Abdullah Öcalan’ın 1999’dan beri hapiste olduğu Türkiye’deki Kürt işçi partisi PKK ile mücadele etmek. On yıllardır devam eden gerilla savaşı, Türkiye’de Irak ve Suriye hattında özerk bir Kürt bölgesi kurmayı hedefliyor. Türkiye, Batı Kürdistan Özerk Yönetimi’ni PKK ile bağlantılı olmakla suçluyor – ki bu kısmen doğru, çünkü sınırın her iki tarafındaki Kürt bağımsızlık hareketi yakından bağlantılı ve Öcalan’ın özgürlükçü komünalizm ideolojisini paylaşıyor.

Savaş olaylarını kaydeden bağımsız bir gözlemci kuruluş olan Hevdesti’nin koordinatörü Orhal Kamal, “İşgalin asıl nedeni, Türkiye ile Kürtler arasında bir emniyet kemeri (güvenlik koridoru) oluşturmak ve nüfusu yeniden yerleştirmek” diyor.  Kendisi de Sere Kanye’nin bir yerlisi olan Orhal Kamal, Afrin ve Sere Kanye’nin Türk ordusuna ve onun temsilcisi Suriye Milli Ordusunun eline geçtiği “Zeytin Dalı””(2018) ve “Barış Pınarı” (2019) askeri operasyonlarına tanık olmuş.  Bu çok etnik gruptan oluşan, Kürt çoğunluklu bu her iki iki şehir de, Türkiye’nin yeni bir saldırı başlatması halinde Tell Tamer’de ve bölgenin geri kalanında neler olabileceğine dair üzücü bir tablo sunuyor.

Açıklama: C:\Users\TOSHIBA\Documents\29612309-karte-nordostsyriens-ocG36EhfY70.jpg

Suriye: Afrin’de binlerce yıllık zeytin ağaçları ateşe verildi

Çatışmalardan sonra hayatta kalanlar, Türk silahlı kuvvetleri ve yardımcı milisleri tarafından gerçekleştirilen ekolojik katliamları anlatıyor. Afrin’de binlerce yıllık zeytin ağaçları ateşe verilmiş ve yağları Türkiye tarafından Avrupa pazarlarına satılmış. Sere Kanye’de yangın çıkaran balonlarla yapılan saldırıların ve Türk topçularının ateşlerinin ardından çok sayıda buğday tarlası yanmış “Doğaya ve ağaçlarımıza derinden kök salmış kimliğimizi kasten hedef alıyorlar. Afrinliler zeytin ağaçlarını çocuklar gibi seviyor, çoğu bize olanları anlattıklarında ağladı” diyor Kamal şok içinde. Söylendiğine göre Türk askeri harekâtlarının isimleri de rastgele seçilmemiştir: Afrin’deki zeytin ağaçlarını ve Sere Kanye’nin pınarlarını ifade etmektedirler.

Çevresel yıkımdan sonraki ikinci adım, şu anda Türk yanlısı milisler tarafından yönetilen bu bölgelerdeki nüfusun değiştirilmesidir. “Sere Kanye sakinlerinin yarısı eskiden Kürt’tü. Şimdi, kesinlikle konuşmak gerekirse, sadece 48 kişi kaldı. Aynısı Ermeniler için de geçerli, 200 kişiden sadece bir tanesi kaldı – kilisesine bakan rahip” diyor Kamal. Sere Kanye’de yıkımdan kaçan 350 bin kişinin yerine Türkiye’den getirilen 20 bin Suriyeli Arap mülteci aile getirildi. Kamal, “Erdoğan, tüm Suriyeli mültecileri Türkiye’den sınır boyunca uzanan bu toprak şeridine yerleştirmek istiyor” diyor.

Görüşlerine başvurup bilgi aldıklarımızın istisnasız tümü, Türk devletine karşı duydukları nefreti yüksek sesle beyan ediyorlar. Tabka Barajı yöneticisi Walat Darwish, “Tüm toplulukların bir arada yaşadığı demokratik toplumumuz onlar için bir tehdit, halklarının aynı modeli talep etmesinden korkuyorlar” diyor. Etnik nüfusun çevrelerine derinden bağlı olduğu bir bölgede, ekosit jenositle (soykırımla) kafiyelidir.  Her ne kadar Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere ve Süryanilere yönelik soykırım (1915-1923) gibi geçtiğimiz yüzyılın vahşetlerini tekrarlamaktan uzak olsa da, bunun hatırası Rojava’da her yerde var.

Kaynak: Siyasihaber – Philippe Pernot/Cengiz Onur

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…