|
AMSTERDAM X X 1/2 Yönetim ve senaryo: David O’Russell Fox filmi, 2022. |
Hep çarpıcı filmler yönetmiş olan David O’Russell‘ın bu dönüş filmi, öylesine ilginç başlıyor ve öylesine zengin bir kadroya dayanıyor ki… Ama sonucun olarak aynı ölçüde tatmin edici olduğunu söylemek kolay değil.
Bu başta söylendiği gibi ‘büyük ölçüde gerçeklere dayalı’ karmaşık öykü 1933 yılının New York’unda açılıyor. Dönemin dev kentini canlandırmasının birinci sınıf bir iş olduğunu hemen belirteyim. Orada ilk dünya savaşında birlikte savaşmış, Avrupa’da (Belçika sınırları içinde) canlarını ortaya koymuş üç arkadaşla tanışıyoruz. Öyle bir yıldır ki 1933… Unutulmuş olsa da adı tarihe ‘küçük Beyaz Saray darbesi’ diye geçmiştir ve güçlü bir sermaye gurubunun başkan Franklin Roosevelt’e karşı bir darbe düzenleyip faşist bir generali iktidara taşıma girişiminin öyküsüdür.

Kahramanlarımızın önde geleni Burt Berendsen savaşta gözünü yitirmiş bir doktordur. N.Y.’da savaş gazilerine yardım için çalışmaktadır. Ve hastaları için yepyeni ilaçların peşindedir. Kankalarından şimdi avukat olan Harold Woodman’la birlikte, gaziler için bir gala düzenlemeye çalışırlar.
Arada 1918 yılına döneriz. O dönemde umutsuz biçimde yaralı olan gaziler Amsterdam kentine götürülmekte ve özel biçimde tedavi edilmektedir. Kahramanlarımız, Valerie ile orada tanışırlar. Güzeller güzeli bu kadın savaşta hemşirelik yapmıştır, ayni zamanda bir sanatçı olduğu için de şehit ya da gazilerin bedenlerinden çıkan silah, kurşun, şarapnel parçalarını kendine özgü tablolarında kullanmıştır. Sonra -15 yıl sonra- New York’ta karşılaşınca, ilişkiler yeniden başlar. Arada Valerie tam bir sinir hastası olmuştur (ki nedeni sonradan anlaşılacaktır).
Ve o 1933 yılında dostlarımız o faşist darbenin tam ortasında kalırlar. Ünlü bir generalin kızı neredeyse gözlerinin önünde öldürülür, Valerie kaybolur ve işin içine eski bir asker, general Gil Dillenbeck girer.
Savaş, ölüm, direniş, faşizm, ırkçılık (örneğin Burt’un yarı Yahudi olması tartışma konusu olur!), aşk, romantizm (ki şu söz filmdendir: ‘Aşk bir insanı seçmek demektir’) ve yer yer komedinin birbirine karıştığı film, bunları aslında değişik biçimde kullanır. Örneğin başlardaki otopsi sahnesi bu ürkünç olayı hiçbir filmde görülmemiş bir komedi haline getirir.
Erkekler, özellikle Christian Bale’in görkemli kompozisyonuyla Burt, Harold Woodman’da John David Washington, Milton King’de geçen Oscar’ların olay adamı Chris Rock, gizli darbeci ve aynı zamanda Valerie’nin kardeşi Tom Voze’da Rami Malek ve elbette general Dillenbeck’te Robert de Niro usta çok iyi olsalar da, asıl kadınlar göz kamaştırır: Valerie’de güzelliğini şaşırtıcı biçimde korumuş Margot Robbie, Burt’un sosyetik eşi Beatrice’de Andrea Riseborough, Tom Voze’un eşi Libby’de Anya Taylor-Joy, Liz Meekens’de Taylon Swift, İrma’da Zoe Saltana… Hepsi anılmaya değer.
Tüm bunlara karşın film tam olarak yürümüyor. 1990’lardan itibaren Flirting with Disaster, Three Kings, The Fighter, Silver Linging Playbook, American Hustle ve en son yedi yıl önceki Joy gibi filmleriyle hatırlanan David O’Russell bu zor işin altından kalkamamış. Gerçi Robert de Niro’nun ağzından duyduğumuz bir nutku gerçek generalin haber-filminden dinlememiz filmin gerçekçi yanını çok iyi doğruluyor. Yine de filmin uzunluğuyla (135 dakika) uyumlu bir sürükleyiciliği olduğunu söylemek kolay değil.
Kaynak: T24
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()