BBC’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir habere göre, Türkiye’de obezite ameliyatı olan yedi İngiliz (2019’dan beri) ülkelerine döndükten sonra yaşamını yitirdi. Komplikasyon her tıbbi işlemden sonra gelişebilir ancak ölüm en ciddi ve geri dönüşsüz sonuç. Araştırılması ve üzerinde düşünülmesi gerekiyor.

Bu haberden kısa zaman önce de Almanya’dan Türkiye’de mide botoksu yaptıranlarda ciddi zehirlenme yaşandığı haberleri gelmişti. Daha önce başka nedenlerle yine burada sağlık hizmeti alıp, ciddi komplikasyonlarla ve ölen hasta haberleri yansımıştı.
Dünyada ve Türkiye’de obezite ameliyatı olanların sayısı her geçen gün artıyor. Türkiye’de yılda toplam yaklaşık 25 bin obezite ameliyatı yapıldığı tahmin ediliyor. Obezite cerrahisi öğrenen cerrahlar, ülkenin her yerinde bu ameliyatları yapıyor. Yerli, yabancı sağlık turistleri sadece İstanbul değil, farklı illerdeki hastanelerin yolunu obezite ameliyatı için tutuyor.
1980’lerden sonra dünyada obezite artışı daha da hızlandı ve sıklığı ikiye katlandı. 1.9 milyar fazla kilolu ve 609 milyon da obez (yüzde 13’ü) birey var. Obezitenin en yoğun olduğu kıtalar Amerika ve Avrupa. Türkiye’de de giderek büyüyen bir sorun. Dünya Sağlık Örgütü obeziteyi bir ‘hastalık’ olarak tanımlıyor. Zira, diyabet, kalp ve damar hastalıkları, yüksek tansiyon, felç, kanser başta olmak üzere pek çok hastalık ve sağlık sorunuyla doğrudan ilişkisi var.
Kilo almak kolay, vermekse emek istiyor. Diyet, spor, ilaç derken cerrahi yöntemler ‘uygun hastalar’ için bir seçenek olarak gelişti. Türkiye’de son yıllarda hem obezite ameliyatları hem de yapan genel cerrahların sayısı sürekli arttı. Yerli hastaların yanı sıra yabancı hastalar da Türkiye’deki potansiyeli keşfetti.
5 binin üzerinde laparoskopik obezite cerrahisi, 1500 üzerinde endoskopik balon uygulaması, 3 binin üzerinde de tüp mide ameliyatı gerçekleştiren Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Halil Coşkun’la bu alanda yaşanan sorunları konuştuk.
Obezite Kaderiniz Değil ve Obezite Ameliyatları 101 Soru Cevap (ve Uzm. Diyetisyen Nida Yıldız ile birlikte) kitaplarını yazan Coşkun, “Yaşanan sorunlar kontrolsüzlüğün ve denetimsizliğin sonucu. Böyle giderse örneğin İngilizler yakında Türkiye’ye sağlık turizmini bile engellemeye çalışabilirler” dedi.
Aslında Sağlık Bakanlığının ilgili dernekler ve uzmanlarla birlikte Obezite ve Metabolik Cerrahi Klinik Protokolü hazırlamıştı. Ancak belli ki uygulanmasında eksiklik ve sorunlar var.

Coşkun, “Kılavuzu var ama denetim yok” dedi ve şöyle devam etti: “Obezite cerrahisine başladığımda, 2000-2010 arasında çok az ve yavaştı. Bana ‘obezite hastalarıyla uğraşılmaz, çok sıkıntılı, hiç girme bu işe’ deniyordu. 2004’de başladım. Türkiye’de de çok büyük ivme kazanacağını gördüm. 2010 yılından itibaren böyle de oldu. Getirisini hem hastaneler hem de cerrahlar gördü. Bu ameliyatları yapan cerrah sayısı çok arttı. Hastaneler de girdi. İş ‘daha çok hasta getirelim’e döndü.”
Sağlık turizmiyle birlikte özel sağlık sektörüne aracılar gibi başka aktörler de girdi. Coşkun, buna dair şunları dedi: “A ve B grubu hastaneler fiyat politikalarından ötürü obezite cerrahisi için çok fazla hasta getiremiyorlar. Ama aracılar getiriyor. Her ülkenin aracısı var. Örneğin Ortadoğu’dan, orada çevresi olan aracı hasta getiriyor. Hekimle anlaşıyor, ‘Sana her ay 10-15 hasta getiririm’ diyor. Hatta o noktaya geldi ki ‘Hasta başına şu kadar veririm, sen ameliyatını yapacaksın, her türlü malzemeyi ben karşılayacağım’ diyor. Bu bildiğiniz cerrahı kiralamak. Hatta Antalya, İzmir taraflarında daha çok olduğu söyleniyor. ‘Gelmişken tatil yapalım, gezdirelim’ de deniyor. Oralarda A grubu hastane sayısı da çok az. B, C grubu küçük hastaneler böyle dönüyor.”
Coşkun’un duyumlarına göre ayda 100 ameliyat yapan cerrahlar var: “Özel hastaneler genel cerrah alırken ilk sordukları soru ‘Obezite ameliyatı yapıyor musunuz?’ Obezite ameliyatı yapmayan bir genel cerrahın özel hastaneye girmesi çok zor. Bugün kabaca genel cerrahların yüzde 70-80’i yapıyordur. Ayda 50-100 obezite ameliyatını nasıl yapılır anlamıyorum. Bu yüksek ameliyat sayısı, muhtemelen işin kalitesini düşürür. Hızlandırmak için standart formatta yapmayabilirler. Örneğin mide küçültülmesinde, gerektiğinden daha büyük kalabilir. Hasta çok iyi kilo veremeyebilir. Maliyeti düşürmek için kullanılan ürünün kalitesi düşürülürse komplikasyon riskini artar.”
Bazı yerlerde cerrahların hastayı görmediğini anlatan Coşkun, şöyle devam etti: “Hastayı aracı getiriyor, yapılacak ameliyatları söylüyor. Cerrah sadece ameliyatı yapıyor. Bazı yerlerde cerrahın hastayı ilk kez ameliyathanede gördüğünü duyuyoruz. ‘Gidiyoruz, yapıyoruz ameliyatı, çıkıyoruz’ diye anlatıyorlar. Aracı, cerrahla hastayı çok fazla görüştürmek istemiyor. Hasta diyelim ki memnun kaldı, bir tanıdığı için aracıyı devreden çıkarıp direkt cerrahla temasa geçebilir diye endişe ediyorlar. Tüm bunlar böyle devam ederse daha büyük yıkımlar göreceğiz.”
Coşkun, zincir hastanelerin kendi aralarında bile rekabet ettiğini belirtti: “Var olan kalitemizi koruyup, fiyatımızı belli noktada tutmak yerine sadece ve sadece fiyat üzerinden rekabete girdik. Bugün bazı ameliyatlar, tedavilerin fiyatları o kadar düştü ki anlatamam. İngiltere’de özel hastanede 10 bin pounda yapılan ameliyat, Türkiye’de 2 bin pound. Bu kadar yüksek fark nasıl olabiliyor? Ameliyatların bir maliyeti var. Sağlıkta alt fiyat limiti olmalı ve kontrolü Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmalı. İngiltere çok hasta gönderen bir ülke. Mavi yakalı çok fazla, daha uygun fiyata iş yaptırmak istiyorlar. Ama biz bu değeri çok aşağı çekersek, komplikasyonu çok fazla artıracağız. En sonunda İngiliz hükümeti vatandaşına, ‘Türkiye’ye gitmeyin, bizim orada kontrol edemediğimiz bir takım ürün vs. var. Romanya, Polonya daha güvenli’ diyecek. Biz hastalarımızı kaybedebiliriz. Bu alanı düzenleyecek regülasyonlar şart.”
Özel hastane sayılarındaki hızlı artışın sağlığı her geçen gün özelleştirmenin kucağına doğru ittiğini vurgulayan Coşkun şu konulara dikkati çekti: “Özel hastanelerin birçoğu zincir hastane olma stratejisiyle hareket ediyor. Bu sağlık kurumlarının değer üretme yerine, maliyet odaklı hizmet verme eğilimine evrilmesine neden olacak. Özel hastanelerde çalışan bir çok hekim, daha çok hasta bakarak gelir elde etme yönteminden sıkıntı duyuyor ve bir çoğu muayenehane açmaya çalışıyor. Özel hastaneler yeni hastalar bulmak ve gelirlerini artırmak için yurt dışı pazarlar ile yakın irtibat kuruyor. Neredeyse tamamının hasta potansiyellerinin yüzde 30-50’sini hatta bazı kurumlarda neredeyse yüzde 70’ini yabancı hastalar oluşturuyor. Kullanılan birçok ürünün ithal olması, maliyet girdisini artırıyor. Bu durum pek çok kurumu maliyeti düşürmek için ikame ürün (Çin vs.) kullanmaya teşvik ediyor.”
“Kontrolsüz güç, güç değildir” diyen Coşkun aşağıdaki önerilerde bulundu:
* Zincir hastanelerin artık kendi grup hastaneleri arasında rekabet eder noktaya gelmesi fiyatlarda düşüşe neden oluyor. Yeterli ciro ve hasta sayısına ulaşabilmek için fiyat indirimleriyle bu açık kapatılmaya çalışılırken, sağlık hizmetlerinde karlılık oranı düşüyor. Oysa sağlık alanında kaliteli hizmet verebilmek için fiyatlarda alt limit devlet regülasyonu ile belirlenmeli ve takibi yapılmalı.
* İkame ürün kullanımı kontrolsüz bir şekilde yapıldığı takdirde olası komplikasyonlarda artış kaçınılmaz olacak. Özellikle sağlık turizmi alanında yapılan ameliyatlarda bu tür problemler orta ve uzun vadede güven eksikliğinin oluşmasına ve başka ülkelerin tercih edilmesine yol açabilir.
* Sağlık Turizminde hastane ve hekim kalitesinin önemi kadar, ülkede sağlık regülasyonunun uygulanışı ve şeffaflığı da önemli.
*Ülkemizde halen modern hastanelerin ve tecrübeli hekimlerin bulunmasına rağmen, sağlık sektöründeki kontrolsüz genişleme (devlet-özel) ileride ciddi sorunlara neden olabilir. Diğer taraftan son yıllarda artan tıp Fakültesi sayılarına rağmen yeterli akademisyenin bulunmayışının yetiştirilen hekim kalitesinde bir düşüşe neden olduğu hepimiz tarafından görülüyor. Maalesef hastane açma hızı ile hekim yetiştirme hızı aynı değil. Bu durum ileride yurt dışından hekim transferini de gündeme getirebilir.
*Türkiye’de son zamanlarda tıbbi cihaz sektöründe ikame ürünlerin yerini replika ürünlerin almaya başladığını görüyoruz. İkame ürün kavramı ile replika (orijinalin kopyası) ürün kavramı adeta birbirine karıştı ve replika ürünler sanki ikame ürünlermiş gibi pazarlanmaya başlandı. Yüksek oranda Çinden geliyor. Öğrenilmiş teknolojinin sağladıklarıyla çeşitli sektörlerin dünya piyasasına kendi markalarıyla çıkmalarında mahsur görmüyorum. Buradaki temel sorun, insan sağlığı için kullanılan replika tıbbi cihazın piyasaya verilmeden önce geçirildiği standart kalite süreçlerinin orjinaliyle aynı olmaması, üretiminde ucuz hammadde kullanılması, onay süreçlerinin çok hızlı gerçekleştirilmesi. Belki en önemlisi de teknolojisiyle, orijinal cihaz görüntüsüyle bire bir aynı olması. Unutulmamalıdır ki, sağlık gibi çok hassas bir konuda, Çin’in orjinal üretim yapan firmalar için gerçekleştirdiği fason üretimden çok farklı bir durum ile karşı karşıyayız ve dikkatli olmalıyız.
Kaynak: DİKEN – Mesude Erşan
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()