Hemen her gün yurdun müstesna bir köşesinden bir görüntü ve haber metni geliyor.
“Polis, basın açıklaması yapmak isteyen ancak uyarıya rağmen dağılmayan gruba müdahale etti…”
Bu haberleri bu dille yazan muhabirlerin önemli bir kısmı, “neden basın açıklaması yapan grup uyarılıyor?”, “neden dağılsınlar?”, “neden müdahale?” ve “bunun adı müdahale mi gerçekten?” gibi kritik sorulara yanıt vermeden, bıkkın bir ezberle metni hazırlıyor.
Memleketin önemli bir kısmı da zaten kime, neden basın açıklaması yaptırılmadığı ile ilgili değil.
Onların ezberleri daha da fena.
“Polis, boşuna böyle yapmaz”, “Niye çıkmışlar sokağa?”
Düşünün, yakınlarınız, yakınınız da olmasın, 33 genç, göz göre göre gerçekleştirilen bir canlı bomba saldırısında öldürülüyor.
Tam sekiz yıl boyunca isimleri açığa çıkan sorumluların cezalandırılması için tek bir adım atılmıyor.
Ve bunu insanların duyması için, ölüm yıldönümlerinde bir basın açıklaması yapmak istiyorsunuz.
İstersiniz değil mi?
İnsan adaletsizliğe uğradığında bunu haykırmak ister. İnsanların, insanlığın haklının yanında, adaletin yanında durmasını bekler.
Ve polis, daha siz ağzınızı bile açmadan, en vahşi kavgada görülmeyecek bir sertlikle sizi gözaltına alıyor.
40 derecede yanmış gözaltı araçlarında, ters kelepçeli biçimde saatlerce bekliyor, gözaltına alınırken oluşan yaralarınızı da umursamadan yapılanlara öfkeleniyorsunuz.
Suruç katliamında, canlı bomba saldırısında yaşamını yitiren 33 kişinin yakınlarının, onları anmak isteyenlerin geride bıraktığımız hafta yaşadıkları bunlardı.
Bombayı onlar patlatmış, adaletten onlar kaçmış, yargıyı onlar hafife almış gibi…
Cumartesi Anneleri’nin durumu malum.
1995’ten bu yana, tek bir şiddet eylemine karışmadan, tek bir siyasi oluşumun sloganını atmadan, bayrağını taşımadan Galatasaray Meydanı’nda yakınlarının akıbetini soran, sorumluların hesap vermesini isteyen Cumartesi Anneleri’ne, İstiklal Caddesi yasak.
Yasağın gerçek nedeni ortada.
Anayasal bir hak olmasına rağmen kimsenin sokağa çıkması istenmiyor.
Kimsenin hakkını araması istenmiyor.
Kimsenin pahalılıktan şikâyet etmesi, kimsenin derdini başkasına duyurması istenmiyor.
Kötü bir örnek oluşturabilir Cumartesi İnsanları ve dahası büyük bölümü gözaltında kaybedilmiş yakınlarının hesabını sormaları, doğrudan polise bir saldırı gibi algılanıyor.

Her hafta insanlar yerlerde sürükleniyor. Avukatlar, gazeteciler, vekiller dövülüyor.
Bu iktidarın en marifetli olduğu konuların başında, anayasaya aykırı eylemleri kanunlara uygun gibi göstermek geliyor.
Polisin her hafta elinde kaymakamlıktan alınmış, genel ahlak, kamu güvenliği vs. vs. ezberini içeren bir yasaklama kararı…
Her hafta kimsenin duymadığı bir anons…
Anayasadan ve kanunlardan üstün tutulan ses aracından uyarı yapıldığı bahane edilerek hevesle başlayan darp.
Görüntüler değişmiyor.
Oysa Cumartesi Anneleri’nin elinde başka bir ülkede “uygulanmaması suç” sayılacak, kapı gibi Anayasa Mahkemesi kararları var.
O kararlar, polisin burada basın açıklaması yapılmasını engelleyemeyeceğini, bunun hak ihlali anlamına geleceğini yazıyor.
Aksine polisin basın açıklaması yapılmasını kolaylaştırması gerektiğini vurguluyor.
Ancak polise göre ses aracından uyardığına ve kaymakamdan kâğıt alındığına göre sorun yok. Bu nedenle de onlar Cumartesi Anneleri’nden şikayetçi oluyor.
İstanbul Başsavcılığı, Cumartesi Anneleri’nin Anayasa Mahkemesi kararını esas alarak Nisan ayında İstiklal Caddesi’nde basın açıklaması yapmaya çalışmalarına yönelik soruşturmayı tamamladı.
Polis, o gün gözaltına aldığı 15 kişi hakkında dosya hazırlamış, “kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katıldıkları”, “ihtara rağmen kendiliğinden dağılmadıkları” iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştu.
Başsavcılık, bu soruşturmayı takipsizlikle sonuçlandırdı.
Savcılık, kararda, öncelikle anayasanın 34. maddesini anımsatıyor:
“Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yapma hakkına sahiptir.”
Savcılık bu hakkın ancak milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi gibi nedenlerle ve kanunla sınırlanabileceğini de belirtiyor.
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda bu konuların düzenlendiğine işaret edilen kararda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi , Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile anayasanın ilgili maddeleri de sıralanarak, şu yorum yapılıyor:
“Toplantı ve gösteri yürüyüş düzenleme haklarının insanların temel haklarından olan düşünme ve düşündüğünü söylemeye bilme hakkının bir neticesi olduğu, birlikte yaşayan insan topluluğunda ve demokrasilerde hakkın kullanımında sınırlamaların olmasının hak kavramına aykırı olmadığı ancak bu sınırlamaların ve sınırlamalarla ilgili yapılacak kanun düzenlemelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmelerine aykırı olmaması gerektiği…”
Türkiye’de bırakın AİHM standartlarını, herhangi bir standart yok.
En basit basın açıklaması girişimleri şiddetle bastırılırken, bazı grupların, “sivil toplum” adı altında insanları linç etmesine göz yumulabiliyor.
Karara dönelim.
Savcılık, suçun yasal unsurlarını tartışırken Yargıtay Ceza Genel Kurulu içtihatlarına atıf yapıyor.
Suçun oluşması için, toplantı ve gösteri yürüyüşünün gerçekten belirtilen suçları kapsamı, polis amirlerinin topluluğu rahatça duyabilecekleri biçimde uyarması, ihtarda bulunması, makul sürenin tanınması gibi koşulların bulunması gerektiği vurgulanıyor.
Savcılık yine de Cumartesi İnsanları’nın basın açıklaması yapmak istemesi konusunda temkinli. Eylemlerinin yasadışı olup olmadığını tartışmıyor.
Ancak suç işlemiş olmaları için, eyleme katılmak, ihtar edilmeleri, makul süre tanınmaları şartlarının bulunması gerektiğini vurguluyor. Bu koşulların aynı anda geçerli olmaması nedeniyle suçtan söz edilemeyeceğini belirtiyor.
Bir de yol gösteriyor.
Uyarı ve müdahaleyi yaparsanız suç da oluşur diyerek…
Cumartesi İnsanları için takipsizlik kararı verilmesi olumlu ancak savcılık nedense bunca kanunu, Anayasayı, uluslararası sözleşmeleri anımsarken iki kararı unutmuş.
Anayasa Mahkemesi’nin Cumartesi İnsanları’nın basın açıklaması yapabileceğine yönelik iki ayrı kararı.
Anayasa ve Anayasa Mahkemesi, basın açıklaması yapılmasının temel hak olduğunu söylüyor.
Savcılık ise tıpkı polis gibi bunu göz önüne bile almıyor.
Ancak asıl sorun, yıllardır hakkını aramak isteyen insanlara sandığı işaret eden muhalefette.
Sandıkta tarihin en ağır yenilgilerinden birini almasına rağmen, “hadi seçim yapın” diyebilen ana muhalefet liderinde.
İnsanların en temel haklarını kullanmalarına engel olunmasına yıllardır ses çıkarmayan muhalefetin temsilcilerinde.
Kitlesel biçimde bu hakların kullanımına destek vermek yerine, “aman” diyerek durmadan iktidara huzurlu alan yaratanlarda.
Cumartesi İnsanları’nın basın açıklaması yapmaları da Suruç’u anmak isteyenlerin eylemleri de anayasaya uygun ve meşrudur.
Ses aracından uyarıyla, devleti kendisinin temsil ettiğini inanarak insanlara kabadayılık yapmakla, slogan atmakla haklı olunmuyor.
Adaleti de adaletsizliği de tarih mutlaka yargılıyor.
Kaynak: T24
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()