Söz konusu kanunun, sermayeye “zımni olarak verilen” kirletme hakkını karbon piyasası yoluyla meşrulaştırmaya çalışmak olduğunun altını çizdi.
Açıklama özetle şöyle:
“Kanunun amaçları olarak açıklanan ‘yeşil kalkınma vizyonu’ ve ‘net sıfır emisyon hedefleri’ kavramlarına küresel ölçekte bir göz atalım: Avrupa Birliği ve ABD’nin sera gazları azaltımında gündeme getirdikleri yeşil yeni düzen, sermaye birikiminden taviz vermeden, yeni teknolojik alanların geliştirilerek sera gazı salımlarını azaltırken ekonomik büyümeyi devam ettirmeyi amaçlayan ‘ekolojik modernizasyon’ adı altında bir göz boyamadan ibaret. Net sıfır hedefleri de ekolojik yıkımlarla mücadeleyi sera gazı azaltımına indirgeyerek radikal bir toplumsal değişimin önünü tıkamaya hizmet ediyor.
“Bu kavramlara Türkiye özelinde bakarsak içimiz bir hayli kararıyor: yeşil düzene öykünen ve oksimoron bir tanımlama olan ‘yeşil kalkınmanın’ son 20 yılda Türkiye’deki seyri, başlıca sektör ve alanlarda genel hatlarıyla şöyle aktarılabilir:
“Enerjide kömüre bağımlı politikalarla kömürlü santral işletmelerine aktarılan devasa teşvikler ve nükleer santrallerle enerji üzerindeki hegemonyanın devam ettirilmesi çabaları. Yerin altında ne kadar mineral varsa kazıp çıkarma gayretiyle tüm ülkenin maden ruhsat alanlarına çevrilmesi.
“Ucuz odun kaynağı olarak görülen ormanların aşırı seyreltmeyle yok edilmesi. Sanayide inşaat rantına dayalı ekonomik büyümeyi hedefleyen ve çok enerji tüketip yoğun sera gazı salımlarına neden olan çimento, demir-çelik sanayilerinin alıp başını gitmesi. Ulaşımda binek araca bağımlı politikaların otoyol, köprü gibi mega projelerle desteklenmesi.
“Tarım ve hayvancılıkta endüstriyelleşme, küçük çiftçilerin tasfiye edilmesi. Kamu yararı söylemiyle, acele kamulaştırmalar ve baskılarla köylülerin yaşam alanlarından uzaklaştırılması ve doğayla bağlarının koparılması. Proleterleşen geniş halk kesimlerinin büyük kentlere yığılması, yoksullaştırma, yalnızlaştırma ile biat kültürünün yerleştirilmesi. Özetle, ekonomik kalkınma adı altında atılan her adım kazançları özelleştirmeyi, masrafları ise sosyalleştirmeyi hedeflemektedir.
“Geçen sene hazırlanan, ancak halka duyurulmayıp, dar sermaye gruplarından geri dönüşler alınan ve yakında Meclisten geçirilmesi beklenen İklim Kanunu yukarıdaki değerlendirmeler ışığında okunduğunda, ‘karbon piyasası oluşturmak için sermaye ile yapılan bir sözleşme’ olarak tanımlanabilir. Kanunda yer alan azaltım ve uyum hedefleri, ilgili bakanlıkların zaten görev tanımları içinde yer alan konular.
“Ülkedeki ekokırımların güncel boyutları ve buna rağmen sera gazı salımlarını artırma kararlılığı, bakanlıkların sorumluluklarını bugüne kadar yerine getirmediklerinin ve ilerisi için de bu yönde kaygı taşımadıklarının itirafı niteliğinde. Bu nedenle kanunda bunların tekrarlanması inandırıcılıktan uzak. Kanun, sera gazı emisyonlarını azaltmak için Kyoto Protokolü sonrasında ve Avrupa Birliği bünyesinde yaygın olarak kullanılan, ancak salımları sınırlamakta etkin sonuç alınamayan Emisyon Ticaret Sistemini getiriyor: Doğayı koruma, emeğin hakları, adil geçiş derken kendimizi karbon fiyatlandırma araçlarının, kirletici gaz tahsisatlarının, gelir gider hesaplarının ortasında buluyoruz!
“Kanundaki asıl niyet ise ucuz emek gücüyle üretim maliyetlerini düşük tutan ve madenleriyle gelişmiş sanayi devletlerinin hammadde deposu haline gelen Türkiye’nin dünya piyasalarına ve Avrupa Birliği’nde 2026 başında devreye girecek olan Sınırda Karbon Düzenlemesi’ne uyumun sağlanması.
“Sonuç olarak İklim kanunu, doğayı ve emeği sömürerek edinilen kirli kazançları, kirletici ticareti yoluyla sağlama almaya, sermayeye zımni olarak verilen kirletme hakkını karbon piyasası yoluyla meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
“Karbon ticareti ile hava ticarileştirilmekte ve böylelikle sermayeye yeni alan açılmaktadır. Kanunun kimi taslaklarında görüldüğü üzere normlar hiyerarşisisinin bozulacağı kaygımızdan hareketle bu alan için her türlü hukuksal altyapıyı da yapmaya çalışacaklardır.”
Kaynak: Bianet
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()