Müzik, tutkuların bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor bence aslında. Dinleyende ise ruh dinlendirirken, güzel anıları da hatırlatıyorsa, işte o zaman müziğin zevkine varırsınız. Soprano ve Opera sanatçısı Selva Erdener ile ilk tanışmam, babamın küçükken aldığı ilk albümü olan “Sen Sen Sen”i dinlememle başlıyor. Ne zaman uzun yola çıksak arabada müzik çalara albüm konur, özellikle ‘Sabahın Seherinde’ ve ‘Sen Sen Sen’ parçaları birkaç kez dinlenirdi. Küçüklüğümde bu anılarla kalan Selva Erdener ile, yıllar sonra bir etkinlikte bir araya gelip tanışma şansımız oldu.
Bu anımı anlattığımda o kadar çok mutlu oldu ki, ikimiz de birbirimizin aklında kaldık. Zaman geçtikten sonra Erdener’in yeni albümünün çıktığını ve bununla ilgili bir röportaj talebini mail kutumda görür görmez çok mutlu oldum ve bir an önce röportajı gerçekleştirmek istedim. Buluştuğumuzda, şarkılarını dinlerken bende yarattığı hissi uzun uzun anlattım. “Biliyor musun” albümünden özel detayları, operayı, edebiyatı, bilmediğimiz yönlerini ve yeni projelerini de konuşmayı ihmal etmedik.
Röportaj öncesi de severek dinlediğim albüm parçalarını, bittikten sonra bile hala müptelası olarak dinliyorum. Siz de Erdener’in “Biliyor musun?” albümünün tüm parçalarını, buradan dinleyebilirsiniz:
Şarkıları yaparken “karışık bir şey yapalım” fikriyle yola çıkmıyoruz aslında. Ama ortaya çıkan şarkılar, bu durumu düşündürtüyor olabilir. Bence bu ilk dinlediğiniz anda düşünülen bir şey değil de, sonrasında ve çokça dinlediğinizde düşündüğünüz bir duygu bence. Ben bunu yaparken, tamamen iç sesimi dinliyorum. Benden çıkan bu olduğu için, zorlama bir şey hissedilmiyor. Ama düşündüğünüz zaman, her türün bir araya geldiğini hissedebiliyorsunuz şarkılarda. Belki de bu durum, dinleyici tarafından şarkıyı da düşünmeye sevk ediyor.
Müzik, dinleyici için bir yolculuk bence. Her bir anda, farklı duraklara uğramak da güzel bir his aslında…
Bir şarkıyı söylerken, bestesini ve müziğini sevmem çok önemli. Ben seversem ve severek okursam, dileyicinin de kalbine ruhuna geçer şarkı…Tabii bir de onu nasıl söyleyeceğim de önemli. Müziği ilk duyduğumda, “ben bunu nasıl söylerim” diye düşünürüm hep. Her bir şarkıya yeni başlarken böyle bir şeyi düşünüyorum her zaman.
Ben alternatif yoldan yürüyorum galiba (gülüyoruz). Biraz fazla meşakkatli aslında, çok kolay değil tabii ki. Popüler olmanın da kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum, insana birçok kolaylık da sağlıyor aslında. Benim yolum zor, çünkü yaptığım şeyi yapmaya devam ediyorum ve onun da popüler kültürün bir parçası olmadığını biliyorum. Ama her şeye rağmen, kendi yolumda yürümek istiyorum.
Kalıcı bir iş yaptığımı düşünüyorum. Bestelerin her birinin, günümüze ait ama onların yapım tekniği açısından yüz sene sonra da dinlenebileceğini, uzun zamana yayılabilir bir çalışma olduğunu ve bunu emeğinin karşılığı alınması gerektiğini düşünüyorum. Turgay Erdener’in müziklerinde o kadar güzel armoniler vardır ki, orkestra eşliğinde o besteleri dinlerken ben bile her bir dinleyişte farklı bir enstrümanı keşfedebiliyorum.
Opera müziğine biraz aşina olmak gerekiyor, direkt gittiğinde ve anında buluştuğunda algılanamayabiliyor. Çünkü bizim seyircimiz, söylenen sözü dinliyor. Eğer bir dinleyici, operanın dediğini anlamazsa, onu dinlemek istemiyor. İtalyanca söylememiz de bir faktör olabilir. Daha önce bu bir kaos yaratıyordu, artık çeviri altyazıları oluyor ve anlayabiliyorsunuz tabi. Ama o kadar üstün bir sanat ki bana göre, algıladığın zaman çok güzel olduğunu fark edebiliyorsun. Size hitap ediyor olması lazım. Ya da başrollerin popüler kişiler olması insanlar götürmeye vesile olabilir. Opera çok zengin bir sanat dalı, içinde birçok sanatı barındırıyor çünkü. En az 60-70 kişilik bir orkestrası, 40-50 kişilik koro sanatçısı ve 10-15 solisti barındırması bile yeterli bence.

Eşim Turgay Erdener’in bestelerini artık duyduğum anda anlayabiliyorum, ama ondan bile bazen sürpriz çıkabiliyor zaman zaman. Albüme Turgay’ın bestelerinden seçmiştim zaten. Mesela “Göle Yas” şarkısında farklı bir beste üzerine sözü yerleştirdik. Turgay aslında farklı bir şarkı için beste yapmıştı. Ama Gonca Özmen o kadar güzel bir söz yazdı ki, besteyle çok uyumlu olduğuna karar verdik.
Babür Tongur’dan bir beste olmasını çok istemiştim. Kendisinden rica ettim, o da çok mutlu oldu. Tabii daha çok Karacaoğlan şiiri ile olması gönlümden geçiyordu. “Gurbet Ele Düşen Aşık”ı hazırladı o da bizim için. Cem İdiz’in çok ciddi bir şarkı külliyatı var. Ben aralarından Nazım Hikmet şiiri olan “Nihavent” i seçtim. Ataol Behramoğlu’nun şiirinden şarkılaştırdığımız “Nicedir Özlemişim”, İbrahim Yıldız’ın bana doğum günü hediyesi oldu.
Bülent Forta “Senin albümlerinde türkü olmazsa olmazdır. Bu albümde de mutlaka olsun.” demişti. “Dut Ağacı” da o vesileyle albümde yeraldı. Çocuk yaşımdan bu yana severek söylediğim, albümümde de mutlaka olmasını ve söylemek istediğim bir şiirdi. Melahat İsmailova da bana iki tane beste yaptı, çok özel oldu. Fazıl Say ile buluşmamız da çok güzel oldu. Fazıl ile karşılaştığımızda, albümü hazırlama dönemindeydik. Onun da haberi varmış hazırlık döneminde olduğumuzdan. Yeni bestem var dedi ve o bestesini bize verdi. “Güz” şarkısının bestesi de kendisine ait.
Edebiyata hayranlığım var tabii ki. Bir sanatçıda olması gereken bilgi birikimi konusuna, çocuk yaştan bu yana vâkıfım aslında. Plastik ve görsel sanatları da çok severim.
Ben de çok severek seslendirdim “Nihavent” i. Cem İdiz’in külliyatını ele aldığımda, 3 parça seçmiştim ve üçü de bana çok dokunmuştu. Ama ‘Nihavent’ bana en yakını geldi. Nihavent’i okumaya karar verdiğimizde, Türk müziği havasında söylemek istediğimi fark ettim ve o şekilde ilerledi.
Şairlerin bir bölümü genelde “Şiirlerimin bir şarkısı var. Ayrıca müziklenmesine gerek yok.” derler. Ama şarkı olarak şiirlerinin karşılarına çıkmasından da hoşlanan şairlerin de olduğunu biliyorum. Onlarda da bu durum, farklı bir duyguya yol açabiliyor. Yerçekimli Karanfil’i okurken, ‘çok güzel söylemeliyim’ üzerine çok düşündüm ve fazla çalıştım. Albümdeki bütün şarkıları çok seviyorum tabii ki. Mecbur olmadığım sürece, sevmediğim bir şarkıyı söylemem zaten. Ama“Yerçekimli Karanfil”i daha çok özenerek ve severek söylediğimi itiraf edebilirim. Müziğinde çok fazla renk bir arada ve o renklerin her birini çıkarmayı çok istedim. Bu konuda İbrahim’in piyanosuyla verdiği destek de çok önemli. Albümün adı “Biliyor musun?” da zaten buradan geliyor ve kalbimde ayrı bir yeri var parçanın. Benim için çok yükseklerde bir yerde şarkı, çok seviyorum.

Çok uzun sürdü tabii ki. Öncelikle besteleri bir araya getirmek için bir araştırma aşaması oldu. Elimde çok seçki vardı tabii ki, hatta genç bestecilerin de besteleri vardı. Tabii şarkı sınırımız da vardı 9-11 arasını çok geçmek istemedik.
Birkaç şarkı vardı tabi alamadığımı, ama çok istediğim. Bir tane de seslendirdiğim şarkı vardı, çıkarmak zorunda kaldık maalesef. Ama onu belki bir ‘single’ olarak düşünüyorum aslında.
Çok teşekkür ederim yorumunuz için. Hep bu tarz tepkiler alıyorum, çok mutlu oluyorum. Ama albüm bir dinleyişte anlaşılmıyor. Tabii ki bir hayal dünyası oluyor ama, anlaşılabilmesi için birkaç kez dinlenilmesi ve dinleyenin kendini şarkılara teslim etmesi gerekiyor bence. Şarkıdan şarkıya geçerken, her bir şarkıdan farklı bir his aldıklarını duyuyorum dinleyenlerin.
Ben bu soruya “hepsi” diye cevap vereceğim. Her biri, birbirinden güzel parçalar oldular ki, birbirinden ayıramıyorum. Her birinin farklı bir durumu var aslında. Mesela “Onar Mısra” jazz tınıları taşıyor, “Nihavent”te Türk müziği ‘sound’u var, “Gurbet Ele Düşen Aşık” Babür Tongur’un modern bir bozlağı aslında, “Göle Yas”ın içinde bir koro var ve Turgay’ın koro müzik için doruk örneği bence…
Bize çalışıyormuşuz gibi gelmiyor açıkçası. Biz Turgay’la bir hayatı paylaşıyoruz ve hayatımızın içinde ‘müzik’ önemli bir yeri kapsıyor. Ve o kapladığı alanda, ikimiz de çok mesuduz. O alandaki paslaşmalar sırasında küçük tartışmaları da barındırmıyor değil. Zaman zaman birbirimizi çok iyi anlasak da, bazen de anlamak istemediğimiz zamanlar oluyor. Turgay beste yaptığı dönemlerde, benim müzikle ilgili sorularımla pek ilgilenmez ve yalnızlık ister. Bende de çalışma dönemimde yalnız olma isteği vardır elbet. Fakat hayatta en çok fikrine danıştığım, saygı duyduğum, güvendiğim ve hayran olduğum birisi Turgay.
İlk olarak böyle bir şey “Sen Sen Sen” albümümden “Canım” şarkısı, ‘Gümüş’ dizisinde gerçekleşmişti. Dizinin yönetmeni rahmetli Kemal Uzun çok istemişti dizide yer almasını şarkının.
Geçtiğimiz yıl Güvenç Dağüstün, Cem Adrian ve Burcu Uyar ile birlikte söylediğimiz “İnsan İnsan” şarkısı da ‘Fi’ ve ‘İstanbullu Gelin’ gibi dizilerde çaldı.
Daha önce Şafak Türkel’in “Göle Yas” belgeselinde, aynı adla olan şarkımız yer almıştı. Ama bir filmde şarkılarım çalmadı. Ama ben de çok isterim, çünkü müziğin filmlerde yarattığı güzel bir etki var bence. Ama bazen bir yönetmen, bir şarkıdan yola çıkarak bir film senaryosu yazabiliyor. Bu buluşmalar da çok güzel oluyor bence. Sinema ve müzik ayrılmaz bir bütün ve yan yana uyumlu oluyorlarsa inanılmaz bir şey çıkabiliyor ortaya.
Ayşe Opereti, 1929’da Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kaleme aldığı bir eser. Cumhuriyet döneminin bütün özelliklerini görebiliyorsunuz eserde. Hem Türk müziği hem de batı müziği formatı var. Çok sempatik bir proje ve seyircinin de o denli sevebileceğine inanıyorum. Biz solistler hikâyeyi çok benimsedik ve rejisörümüz de çok iyi çalışıyor ekibiyle. Bu zamana kadar sahnelenmemiş ve üstüne çalışılmamış olması da çok enteresan ve neredeyse üzerinden 70 yıl geçmiş bir eseri sahnelemek için kolları sıvadık.
Evet bu sıra onun yoğun çalışmaları içerisindeyim. “Adı Aşk”oyunun adı. Şirin Aktemur yazdı ve Mahir Günşiray yönetiyor. Ayşe Lebriz Berkem ile birlikte rol alıyoruz. 10 Mart’ta Bursa’da prömiyer yapmasını planlıyoruz. Tiyatro oyunculuğunu uzun zamandır yapıyorum ve iyi ki yer alıyorum…

Kaynak: GAİA
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()