“Ben bir şeyler yazarken yazdığım şeyi de acı acı mırıldanırım.”

A.F.Nujen: Olmayanım İçinizde, ötekilerden daha ziyade ötekilerin, ötelenmenin bir ifadesi gibi geliyor bana. Herkesin birbirini ötekileştirdiği, ötelediği bu yerde, seni ötekilerin de, ötelenmişlerin de dışında bırakan ne? Bu bir iteklenmek, dışlanmak tabii bir de. Hayatımızın ve edebiyatımızın bu durumuna bir eleştirin var mı?

D.G.Erdem: Bu, iç’i terk etmek, iç’leri boşaltmakla ilgili bir ünleme aslını istersen. Herkesin ötekisinin ötekisi dediğin şey, bir şeyin zıttının zıttı olmak üzerinden yine karşı konulana dönüşüyor. Yahut onu güçlendiriyor. O yüzden, kendimi herhangi bir grubun ya da toplamın dışında değerlendirmekten çok, kimsenin kimse ile arasında kesişen bir “içdeniz” kalmadığına işaret etmekti niyetim. Elbette her şey ve herkes olmaya, biçim almaya yönelik kendiliğinden bir itirazı da yanında getiriyor bu isimlendirme… Aslında iteklenmekten, dışlanmaktan ziyade, herkesin gittikçe herkese benzediği bir kozmosta, kaosu tercih etme cüretine denk geliyor, imlemeye çalıştığım.

A.F.Nujen: İlk kitabın Perdesiz her şeyin, bütün seslerin ve herkesin birbirine karışmasının kitabı mıdır? Bu perdeyi aralayan da, çekip bir hamlede kapatan da sensin elbette. Senin şiirinde sana bunu yapmayı salık veren toplumsal reflekslerle bir mücadelen var. Burada taşıdığın bilinç neyi açıklamanın peşinde?

D.G. Erdem: İlk çağrışımı evet, ama aslında Erkan Oğur’un imzasını taşıyan bir enstrümandan almıştır ismini o kitap: Perdesiz. Herhangi bir sazda perdenin kalkması, sizi özgürleştirir. Perde düzenine bağlı kalmak durumunda kalmazsınız. Parmağınızın milim kayması, başka bir sese gebedir. Dolayısı ile ilk kitap için böyle bir ismi seçme sebebim açılıp kapanan bir perdeden çok, zihnin, duygulanım alanının her yerinde perdeleri görmezden gelerek parmaklarımı dolaştırmak istememdi. Çıplaklık, şeffaflık vaadinden ziyade ayrıksı sesleri de birlikte işitmeyi teklif çabasıydı…

A.F.Nujen: Ben bir şeyler yazarken yazdığım şeyi de acı acı mırıldanırım. Ne de olsa kederden besleniyor bir yanımız. Sen de yazarken içinden mutlaka söylüyorsundur yazdığın anlarda bir türküyü-şarkıyı. Böylesi sevdiğin bir ezgi var mı? Yazarken ne dinlersin? Nasıl bir ezgidir seni senden çok söyleten?

D.G. Erdem: Müziksiz yazamam ben. Her şiire eşlik eden bir müzik, bir ses olur mutlaka fonda. Her bir şiir için de ısrarla tek bir müzik çoğu kez…Şiirle yazım sürecinde işittiğim müzik arasında kendiliğinden bir bağ kurulur genellikle. Zaman zaman güftenin şiirimi yoldan çıkardığı yahut şiirime sızdığı da olur. İkisi birbirine karışır, birbirini çoğaltır. Sümeyra Çakır’ın sesine, müziğine çok şey borçluyum sözgelimi. Sonra Ruhi Su, Erkan Oğur… Ben folk müzikte ısrarcıyım. Yeniden üretimleri dâhil… Hayatta muhafazakâr olduğum tek konu bu olabilir.

A.F.Nujen: Boşluklara Doğru İlerleyelim adlı kitabın, şahsen benim bütün boşluklarımı dolduran hoşluklarla dolu dolu ilerleyen bir kitap. Bu boşluğa ilerleyişin itici kuvvetlerine bir dik duruş söz konusu şiirlerinde. Bir bakıma itiliyor olmanın da itiraflarını içinde barındıran bir kitap mı?

D.G.Erdem: Hepimiz kendi boşluğumuzun, boşluklarımızın içine itilmiyor muyuz? Oradan konuşmuyor muyuz? Oradan çıkma çabasının olduğu kadar, orada kalmanın da kendi şiiri var. Diplerin, kuytuların, karanlığın… Bu çağın “olamama”, “tutunamama” diye adlandırdığı şeyi başka türlü bir oluş hali olarak okuyorum ben. İtirazı buradan mülhem belki. Bizler, tökezleyenler, boşlukta salınıp duranlar, oraya yuvarlanmadık; oradan, oralardan çıkıp “herkes” olmayı tercih etmedik yalnızca. Bu da bizi “öteki” yapmaz. Camus’nün “başkaldıran insan”ı yapar iyi niyetli bir güzelleme ile…

A.F.Nujen: Bütün şiirlerinin bir çekim gücü var. Burada şiirini oluşturma biçimine içten içe hayranlığımın altını ayrıca çizdiğimi bil isterim. Fakat zeynep olamayanın şiiri benim için çekim gücü en yüksek şiirin. Zeynep, babasının kızı manasına da gelen bir isim. Bu şiirinde zeynep olamamak niçin?

D.G.Erdem: Teşekkür etmeliyim öncelikle incelikli takdirin için. Aslını istersen, Zeynep’in sözlük anlamından ziyade imlediği tipoloji ilgilendirdi beni. İsimler çok şey söylüyor. Zeynep, bir karakterin değil; bir tipin ismi. Zeynep olmak başka bir zamanın mümkünü gibi… Ulaşımın trenlerle yapıldığı, hızın bir ideoloji biçiminde hayatlarımıza henüz sızmadığı, buharlı makinelerden önce var olan bir kadın tipi Zeynep. Güzel seven, güzel de sevilen bir kadın. Kaotik bir benlik kurgusundan uzak… Oluşa ilişkin sağlam ve geçerli yanıtları var. Ve bu yanıtlar kendiliğinden… Olması gerektiği gibi… Benim için “keşke” bir kadın Zeynep.

A.F.Nujen: Şiir diye bir şey olmasaydı, elim ayağım yok sanırdım ben. Söylemek yetmez, çünkü yazmak gerek. Senin elinde her zaman baskıya hazır bir şiir dosyası olduğuna eminim. Bunlar arasında bir gün bir öykü, bir roman ya da şiir dışında bir başka türün yer alma ihtimali var mı? Hepimizin içinde bir cehennem var. Bazılarımızın cehennemi çok soğuktur. Senin şiirin benim cehennemimi ısıtan şiirlerden. Senin de içinde böyle bir cehennem var mı, onunla nasıl başa çıkıyorsun? Şiir ya da başka bir tür, ama illa da yazmakla mı harlanıp, külleniyor bu cehennem?

D.G.Erdem: Nesir türleri, başka türlü bir yazma disiplini talep ediyor. Bu yüzden öykü yahut roman yazabilecek kadar uzun süre bir duygunun ya da bir kavrayış halinden peşinden gidebileceğimden emin değilim. Şiir, bir çeviri biçimi gibi gelmiştir bana hep. Meselesi “anlatmak”, “söylemek”ten çok “demek” olan bir tür. Olanı, biteni, olmayanı, ezcümle dünyayı kendi dilinde “demek”, kendi diline çevirmek… Düzyazı, başka türlü bir ısrar. Bu yüzden, yazın serüveninde bir türde ısrar yahut bir türden diğerine geçiş süreci, meselenin başkalaşımına paralel biçimleniyor genellikle.

Cehenneme gelince… Herkes kadar, herkes gibi benim de içimde varoluşa ilişkin harlı bir atmosfer var elbet. Benimkinin sözcüklerle arası iyi. Dilin malzeme edildiği müdahale biçimlerinden anlıyor. Dinmiyor elbette, ama sakinliyor bir parça.

A.F.Nujen: Zaten şiiri aşırı sevenlerdenim, ama senin şiirlerinin bir tekini okuyan bile canı neye sıkılsa bu şiirlerin sahibini yanında hissedebilir kanımca. Senin de böylesi sevdiğin, bir şair var mı? Şu dizesi hiç ağzımdan düşmez, aklımdan çıkmaz dediğin bir dizesi?

D.G.Erdem: Zor bir soru bu. Öyle çok ki… Onur Akyıl’ın bir dizesiyle uzun süre meşgul oldum sözgelimi: “Sevgili vietnam, sevgilim iyidir, başkasını sevmektedir”. Sonra Kemal Varol’un ömürlük sayabileceğim bir dizesi: “Acı geçiyor. Acı elbette geçiyor. Acı çekmiş olmak geçmiyor.” Ve Nilgün Marmara’dan çok sabah mırıldanarak uyandığım bir dize: “Ey iki adımlık yerküre, senin bütün arka bahçelerini gördüm ben”.Sonra Melih Cevdet: “Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri için ekmek yapıyorlardı, / çünkü felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara”. İlk aklıma gelenler bunlar.

A.F.Nujen: Herkesin yapmaya mecbur olduğu ya da değil, bir gündelik telaştır sürükler ya bizi peşinden yazıdan başka işleri de var. Sen iyi bir hocasın mesela, ama bunun da dışında şiir olmasaydı, ne yapardın? İçini kaza kaza kendini bir çukura diri diri gömen insanlardır yazanlar. Şiir yazmayan biri olsaydın, nasıl katlanırdın bu dünyaya?

D.G.Erdem: İyi bir hoca mıyım, hatta hoca mıyım bilemiyorum. Bu senin incelikli takdirin diyelim… Kendimizi eyliyoruz türlü biçimlerde. Madem buradayız… Şiir yazmayan bir insan olsaydım, türkü söylerdim. Aslında şiir yazan bir insanken de türkü söylüyorum. Katlanmak kısmı ise, çok gürültülü. Özellikle bu çağda. Fena uğulduruyoruz çünkü biliyorsun…

A.F.Nujen: Son kez,  şiirde imlâ (noktalama) işaretlerini ben de kullanmayanlardanım, ünlem dışında! Senin de şiirlerinde imlâ kullanmadığını gördüm, fakat virgül dışında bunun. Sen virgülü soluklanmak için değil de, burada bir şey var, biraz durmalı der gibi kullanıyorsun sanki. O neden başka yerlerde başka işaretler değil de, virgül? Kendinden öncesiyle sonrası arasında neyi görelim ister gibi kullanıyorsun o virgülü?

D.G.Erdem: Şiirde noktalamanın buyurgan tavrından hoşlanmıyorum. Yeni bir dil kuruluşu söz konusu neticede. Kendi imla ve noktalamanız da bu yeni dilin araçları içerisinde. Ben yazarken işitmeye gayret ederim şiirimi. Oradaki personanın ne dediği önemlidir benim için. Bazen “dur” diye bağırdığını duyarım. Orada bir parça daha mühim bir mesele vardır muhtemelen. Ama çoğunlukla, okuyucunun kendi duyuş ritmine müdahaleden kaçınırım. Başka olanakların peşine düşülmesini mümkün kılan bir açık alan bırakmaya çabalarım.

A.F.Nujen: Beni yanıtlayarak rüyama girdiğin için teşekkür ederim, bir gün yine rüyalarda buluşalım.

D.G.Erdem: Yanıt senin rüyandır aslında. Benim orada olmamdır. İlginç ve sahi bir deneyimdi benim için. Teşekkür benden bu sebeple.

Kaynak: EDEBİYAT BURADA

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…