“COVİD-19 SONRASI ŞEHİRCİLİĞİ YENİDEN ELE ALMAK: BAĞIŞIKLIK GÜÇLENDİREN KENTLER” – Doğan Dursun

21. yüzyılda domuz gribi, SARS, MERS, Ebola, Zika ve Kovid-19 gibi “pandemi” olarak adlandırılan ve küresel ölçekte yayılma gösteren bulaşıcı salgınlar yaşadık ve yaşamaktayız. 2019 yılı Aralık ayında Çin’de başlayan ve bugün tüm dünyada önemli bir sorun haline gelen COVİD-19 salgını konusunda tüm uzmanlıklar kendi açılarından değerlendirmelerini yapmaktadır veya yapmalıdır. Bu süreçte biz Şehir Plancıları da olayları yakından takip eden ve mesleki açıdan geleceğe dönük yaklaşımları tartışan bir pozisyon almak zorundayız.Son bir ayda ülkemizde de hasta sayıları itibariyle yoğun bir artış gösteren salgın hem bugün hem de gelecek adına kaygılarımızı artıran bir boyuta gelmiştir. Bu durum hakkında Şehir Plancıları olarak bir değerlendirme yapmak ve mesleğimizle ilgili olarak yeni düşünceler ortaya koymak adına bu metni sizlerin dikkatine sunuyoruz.

Konumuz aslında kamusal alan kullanımını kısıtlayan, sosyal faaliyetleri durduran, psiko-sosyal ihtiyaçlar açısından tüm insanlığı zora sokan yapısı nedeniyle “anti-şehircilik virüsü” olarak da adlandırabileceğimiz COVİD-19 ve sonrası şehircilik yaklaşımlarıyla ilgilidir. Sosyalleşme ihtiyacı olan insanlığı ve özellikle kentli insanı avlayan bir virüsle karşı karşıyayız. Virüs, 1980 sonrası ortaya çıkan ve yoğunluğu sürekli artan küreselleşme süreciyle açıkladığımız birçok konuda bizlere yeniden düşünme gerekliliğini hatırlatmaktadır. Küresel ağlar içerisinde ulusal sınırları aşarak var olan kentler ve ekonomik sistem vizyon ve anlayışı, COVİD-19 virüsü için ideal ortamı sunmuştur. Sanki 40 yıldır bu virüsün yayılma altyapısı kurulmuştur. Zamansal ve mekânsal bakımdan bugün yaşadığımız ürkütücü tablonun arkasında böyle bir bağlam yer almaktadır. Kurulan tüm ağlar virüs için bir serbest dolaşım imkânı sunmaktadır. Geldiğimiz noktada virüs artık bizlere istemediğimiz bir yaşam şekli dayatmaktadır. Böyle bir yapı karşısında tüm uzmanlıklar bir çözüm üretmek zorundadır aksi halde varlık nedenleri sorgulanacaktır. Bu konuyla ilişkilendirilebilecek çalışmalar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de “iklim değişikliği ve kent”, “dirençli kent”, “sakınım planlaması”, “afet dirençli planlama” gibi çeşitli başlıklar altında yürütülmektedir. Son yıllarda tüm kentlerimizde deprem gerekçesiyle yürütülen kentsel dönüşüm projeleri bu tür çalışmalara referans verse de ortaya çıkan uygulamalar deprem konusunda birtakım iyileştirmeler sunmuş olsa bile şehircilik açısından oldukça tartışılmaktadır. Yaşadığımız süreç ortaya edinilmesi zor (non affordable) konutların üretimi, teknik ve sosyal altyapı yetersizlikleri, aşırı yoğunluklar, yoğunluğa bağlı stres yaratan kentsel çevreler, bireysel ve özel yaşamın yüceltilmesi gibi sonuçları çıkarmaktadır.

Şehir Plancıları Odası Erzurum İl Temsilciliği olarak aşağıda dikkatinize sunduğumuz durum değerlendirmesi, kamuoyunun dikkatini kentlerimiz ve gelecekte yapabileceklerimize çekmesi için büyük önem taşımaktadır. Öncelikle burada sunulan çerçeve hem salgın öncesi hem de sonrasıyla ilgilidir. Hepimizin bildiği gibi salgınlar herkesi etkilemekte ancak bağışıklık sistemi zayıf olanlarda ölümcül etkiler yapmaktadır. Buradan yola çıkarak sunulan çerçevede “bağışıklık sistemini güçlendiren iyi tasarlanmış kentsel çevreler mümkün müdür?” konusunda fikir jimnastiği yapılmıştır. Böyle bir çevre için biz plancılara önemli rol ve sorumluluklar düşmektedir. Yeni şehircilik yaklaşımımız sadece salgınların etkilerini azaltmayı değil, oluşmalarını engellemeyi de hedeflemelidir. Bu noktada “bağışıklık güçlendirici bir kent tasarımı” farklı açılımlar sunabilir kanısındayız. Bağışıklık sistemi, yeme içme alışkanlıklarımız dışında stres yönetimi ve hareketli yaşam (egzersiz yapılan) çerçevesinde ele alındığında tam olarak kentle ilgili bir konu haline gelmektedir. Bu çerçevede hem kentte yaşayanların bağışıklık sistemini güçlendirmek hem de salgın karşısında mücadeleyi kolaylaştırmak açısından aşağıda bazı öneriler getirilmiştir.

1- Böyle bir kentsel form için ideal başlangıç mahalle düzeyinde olacaktır ve yürünebilir mahalle tasarımı önemli açılımlar sunabilecektir. Mahalle kavramını ülkemizde yeniden kurgulamak gerekmektedir. Mahalleler barındırdıkları parklar, oyun alanları, bisiklet yolları ve tüm bu fonksiyonların egzersiz yapmaya elverişli tasarlanması ile sağlıklı yaşam noktasında kentli yurttaşlara katkı sağlayacaktır. Bu tür düzenlemeler insanların psikolojisini olumlu etkileyerek streslerini de azaltacaktır. Dolayısıyla bireylerin hastalığı kapma ve virüsle mücadele etme kapasitesini artıracaktır. Stres yönetimine olumlu etki eden ve farkında olmasanız da egzersiz yaptıran kent modelini mahallelerde başlatmak uygun olacaktır.

Bu süreçte her mahallede geniş geniş alanlar ayrılmasından ziyade birbirine bağlı bir sistem oluşturulması gerekmektedir. Birbirine bağlı bir sistem kurgusundan kastedilen küçük küçük birbiriyle ilişkisiz parklar yerine farklı ölçeklerde ve farklı kullanımlarda devamlılığı olan parklar sistemi kurgusudur.

Mahalle bazında bir diğer önemli husus karma kullanımlar barındıran, iş olanakları ile karma gelir imkânları sunan bir çevrenin yaratılmasıdır. Yürünebilirliğe ek olarak mahallelerde böyle bir yapıyı oluşturabildiğimizde ekonomik, sosyal ve fiziksel açılardan önemli faydalar sağlamış olacağız. Bu sayede ulaşım masrafları düşecek, trafikte harcanan süreler azalacak, enerji tüketimi azalacak, karbon salınımı düşecek, insanlar daha fazla egzersiz yapacak, bağışıklıkları güçlenecek, ekonomik mobilite (alt gelir grubundan daha üst gelir gruplarına geçebilme) imkânı sunulmuş olacak, daha üretken ve yenilikçi bireyler ortaya çıkacak ve yollar ile diğer kentsel hizmetler için daha az alan gerekecektir. Bu durumda tarım alanları ve diğer doğal değerlerde korunmuş olacaktır. Kentsel mekânda otomobil egemenliğindeki coğrafi dağılımı, kullanım ve kullanıcılar arası coğrafi eşitlik ilkesine göre yeniden düzenlemek gerekmektedir. Yaya ve bisiklet yolu ile yeşil alan gibi kullanımlara daha fazla alan ayrıldığında daha sağlıklı kentsel çevrelerin ortaya çıkacağı şüphesizdir.

2-Yoğunluk dengelemesi bir diğer önemli kentsel düzenleme hamlesidir. Bilindiği gibi virüs salgını yoğunluğun fazla olduğu yerlerde daha hızlı gerçekleşmektedir. Bu duruma karşı kenti desantrilize etmek ve yoğunluk düşürmek gibi çözümler akla gelebilmektedir. Ancak bu uygulamaların başka olumsuz sonuçlar yarattığı bilinmektedir. Toplu taşım maliyetlerinin artması nedeniyle sunulamaması ve artan karbon salınımları nedenli iklim değişikliği bu sonuçlardan ikisi olarak örneklendirilebilir. Desantrilizasyon ve düşük yoğunluk, iklim duyarlı kent, enerji etkin kent ve altyapı sorunlarını aşan kent bağlamlarında ortaya konmuş olan kompakt kent vizyonu ile çelişmektedir. Bu nedenlerle bir denge aranması gerektiği açıktır. Özel hayat, bireysel yaşam ve sosyal etkileşim ihtiyaçları arasında bir denge kuran kent formu tanımlanmalıdır. Kentin yapılı çevresinin bunu dengelemesi gerekmektedir. Yapı adaları için getirilebilecek büyüklük sınırlamaları arzu edilen çevrenin oluşumu açısından bir çözüm olacaktır. Yol ağlarının yoğunluğunu artırmak da bu sürece katkı sağlayacaktır.

3-Teknoloji kullanımını kentle ilgili tüm sistemlerde yaygınlaştırmak salgınla mücadelede önemli katkılar sağlayacaktır. Tüm kentlerimiz için dijital altyapı kurulmalıdır. Ülkemizde kullanılmakta olan Coğrafi bilgi sistemleri (GIS) bu anlamda faydalı olacaktır. Her bir konutun ve konutta yaşayanların, yaş, sağlık, eğitim, iş ve işyeri gibi verilerinin işlendiği sistemde salgın anında hasta takibi, hastalığın haritalanması, kent içi insan hareketlerinin ve mal akımlarının belirlenmesi işlemleri kolaylıkla üretilebilecek, acil önlem alanları belirlenerek müdahale biçimleri farklılaşabilecektir.

4-Salgın sonrasında işlerin yoğun olarak evden yürütülmesi bundan sonraki dönem için ev-işyeri ilişkisinin tekrar ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bazı hizmet ve işlerin mahallelerde sunulması bu bağlamda bir çözüm olabilecektir. Evde kalma stratejisi sonrasında gündelik hayatı etkileyen bir başka husus online alışveriş konusudur. Salgın sürecinde artan e-ticaret kullanım oranları, şüphesiz hayat normale döndüğünde devam edecektir. Kentlerde sayıları artacak depolama ve dağıtım hizmetlerinin bu bağlamda önemli bir oyun kurucu olarak değerlendirilmesi gerekecektir.

Tüm dünya bu salgınla birlikte önemli değişiklikler yaşayacak gibi duruyor. Hem artık yönetilemeyen küresel rekabetçi kapitalist ekonomi ve dünya düzeni sorgulanacak ve yeni bir sistem ortaya çıkacak, hem de kentlerde yeni altyapılar kurulacaktır. Bu süreçte biz şehir plancıları olarak farklı çalışmalarda farklı çerçevelerde bahsi geçen ve yukarıda sıraladığım konu başlıklarını bütüncül olarak yeniden ele almak ve uygulamak zorundayız. Ülkemizde bugün mesleğimizin ilkelerinden bağımsız olarak daha çok siyasi temelli olarak izlenen kentleşme politikalarına acil son vermek zorundayız. COVİD-19, yaşattığı travmalar dışında bu anlamda bir uyanışın da temeli olmalıdır. Virüs ülkemizde hiçbir değer ve kutsal tanımayan, şehri bir rant alanı olarak gören zihinleri de enfekte etmeli ve değişime yol açmalıdır. Başta yöneticilerimiz olmak üzere, kamu sorumluluğu üstlenmiş olan tüm ilgililerin kenti ve yaşayanlarını önceleyen kentsel kararlara imza atmalarını bekliyoruz. Ekolojik yapıya bu denli tehdit oluşturan, bireyselliği ve özel yaşamı yücelten, hareketsizliği mecburileştiren, yoğunlukları sorumsuzca artıran ve stresli bir çevre üreten kentsel gelişim süreci şüphesiz ki gelecek dönemde yaşanacak yeni virüs salgınlarının habercisidir. Bu süreçte kentlerimiz konusunda önemli sorumluluklara sahip tüm plancıların sağlıklı kent ve sağlıklı yaşam hakkı konularında farkındalıklarını arttırarak daha duyarlı olmalarını, sorumluluk almalarını, mücadeleci olmalarını ve dirençli hale gelmelerini bekliyoruz.

Saygılarımızla

Kaynak: KENTHALİ.ORG

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…