Anayurt Oteli’nin kâtibi Zebercet, Türk edebiyatının en önemli karakterlerinden biri. Çünkü Yusuf Atılgan en önemli yazarların başında geliyor. Hem büyük bir öğretici, hem edebiyatı nitelik sınırlarını yeniden belirleyecek denli iyi yapan bir usta. Ama Anayurt Oteli‘ni okumanın ve anlamanın başka gerekçeleri var.
Türk edebiyatını kökünden ucuna kadar santim santim bilen Yusuf Atılgan, yazmaya başladığı 1950’den itibaren köy romancılığının etkisindeki edebiyatta bu türle var olamayacağını da biliyordu. Çünkü bu roman türünde çok iyi olanlar vardı. O nedenle Atılgan, önce şehri anlattı. Ve Aylak Adam ile İstanbul sıkıntısını Türk edebiyatına bir benzeri yapılamayacak şekilde anıt gibi dikti. Sonra da kendi dünyasına çekildi. Taşraya gitti, 20 yıl çiftçilik yaptı. Döndüğünde de aklında taşra sıkıntısını anlatan Anayurt Oteli vardı. Ankara ile İzmir arasında adı belirsiz bir kasabanın konaktan bozma Anayurt Oteli’nin mirasçısı Zebercet, Yusuf Atılgan’ın simsiyah çizdiği bir dünyanın içindeki tek beyaz nokta olarak karşımızda.
İşlettiği otelde geceleyen köylüler, tüccarlar, seks işçileri, emekliler, kamu görevlileri ve evli çiftler kayıt defterinde birer isim olarak durup giderken, Yusuf Atılgan, Zebercet’in tüm bu ruhların arasında bambaşka bir ruh olduğunu anlattı. Annesi ve babasını erken kaybetmiş, kardeşsiz büyüdüğünden de arada sevgi olmasa bile kan bağından ötürü bir ilgiden de uzak olan Zebercet, Taksim Meydanı’ndaki bir evsiz gibi hem kalabalığın arasında hem de hiç kimsesiz olarak yaşadı. Atılgan, Anayurt Oteli’nin dünyasını inşa ettiğinde, normalde toplum arasında düşük yüzdelerle görülebilecek tüm kötü, sinsi ve huysuz insanları sanki Zebercet bunları kendine çeken bir paratonermiş gibi başkarakterin etrafında topladı. Sonra da ortaya karanlığa açılan ve ışık olmamasına rağmen gittikçe koyulaştığını, o yapış yapış siyahın bizi de yutuşundan anladığımız başka bir karanlık aldı. Zebercet’in dünyası oteli temizleyen ve orada yaşayan köylü hizmetçinin uykusundaki rüya ile karışık tecavüzlerle… Askerliğine ilişkin kötücül anılarla… Ve Anayurt Oteli’ne gelip giden müşterilerin Zebercet’i otelde konuşan fakat canlı olmayan bir nesneye dönüştürmeleriyle örülür. Müşterilerini odalara çıkaran seks işçisi kadınlardan hiçbiri normal hayatta pekala karşılaşılabilecek şekilde, bu otelcinin kendisine her zaman oda vermesi için ona bedavadan biraz şefkat gösterme gibi bir uğraşa girişmez. Ne de otel müşterilerinden herhangi biri Zebercet’in sıradan bir insan oluşuna ilişkin onunla bir diyalog kurmaz. Otele mal veren tüccarlar da, etraftaki esnaflar da bir kabusun kocaman deliğinden gerçek dünyaya düşmüş fakat kabustaki kötü halleriyle arzı endam eden insanlardan oluşuyor. Bu özelliğiyle romanda Yusuf Atılgan, o güne kadar Türk edebiyatında verilmemiş bir yeraltı-koyu karanlık roman iklimi örneğini verdi.

Bir roman asla yazarın düşünceleriyle birebir örtüşmez. Yazmaya başladığınızda kalemin kendi söyleyecekleri vardır. Kalemi tutan elin size ait olmasının da bir önemi olmaz. Bir roman ya da öykü bittiğinde, aklınızdaki ile kağıt üzerindeki arasında büyük edebi sapmalar olur ki, bu sapmanın doğal rotası, edebiyattaki kaliteyi de belirler. Bir de edebi inşa süreci var ki, yukarıdaki örneğe doğal yazı yöntemi dersek, her şeyin milimi milimine hesaplanışıyla da roman yazılabilir. Yine sapma olur ama bu yazara rotasından şaşmama gücünü verir… Orhan Pamuk romanlarını edebi inşa süreciyle yazar. Yaşar Kemal doğal yöntemin ustasıdır… Yusuf Atılgan ise, Anayurt Oteli’nde bu iki yöntemin karışımını kullansa da, tarz daha çok edebi inşa süreci. Üstelik Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar romanına da göndermeler var. Hatta metinlerarasılık var. İnşa ürünü olduğundandır ki, Zebercet’in etrafındaki karakterler normal Anadolu kasabalarında karşınıza çıkan türden değildir. Ruhları ve kendileri Zebercet’i yoldan çıkartmak, o sona daha hızlı götürmek için özel tasarlanmıştır. Gerçekte Zebercet, Anayurt Oteli’ni işletiyor olsaydı, öyle bir oteli batırmadan işletmenin uyanık yollarına sapar, o denli yalnız kalmazdı…
Yalnız kalmazdı ama yine de Ankara treniyle gelen kadına karşı çok güçlü bir seks isteği duyardı. Eğer okur, Zebercet’in o kadına âşık olduğunu düşünüyorsa düpedüz yanılıyor. Zebercet kendisiyle tıpkı otelde kalan nikahlı çiftten kadının eşine dediği ‘Nasıl da seninim…’ deyişindeki gibi cinsel bir övgü ile şefkat bekliyor. Ankara treni ile gelen kadın ise tüm bunların toplamıydı onun için… Kadının otelde unuttuğu daha sonra Zebercet’in uğruna dayak yediği havlu ile kadını özdeşleştirerek yaşadığı pek çok mastürbasyon anısı da Atılgan’ın Zebercet’i okurun önüne hem fiziki hem de ruhi olarak çırılçıplak bir insan olarak atmasından kaynaklanıyor…

Yazının devamını buradan okuyabilirsiniz.
Kaynak: OGGİTO
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()