Yarın 867. kez eylemlerini yapacaklar. Bir başka kaybedilmiş insanı bizlere anlatmaya çalışacaklar. İnsanlık suçu işlenen kayıplarıyla ilgili soruları sormaya devam edecekler.
Zafer Kıraç* [email protected]
“Her ciddi siyasi protesto mevcut olmayan adalete yapılan bir çağrı ve bu adaletin istikbalde gerçekleşeceğine dair bir umuttur; ancak protestoların birincil nedeni bu umut değildir.
Karşı çıkmamak son derece onur kırıcı, küçültücü, ölümden de beter olacağı için protesto eder insan. Barikat kurarak, silahlanarak, açlık grevi başlatarak, omuz omuza haykırarak ya da yazarak karşı çıkar; çünkü gelecekte ne olacak olursa olsun, içinde bulunduğu ânı kurtarmaktır derdi.
Protesto, sıfırlanmayı ve suskunluğa mahkûm edilmeyi reddetmektir. Bu sebeple, gerçekleşirse eğer, o anda küçük bir zaferdir protesto. Her an gibi geçici de olsa iz bırakır. Geçip gitse de belleklere kazınmıştır.
Protesto aslında başka, daha adil bir gelecek için göze alınmış bir fedakârlık değildir; içinde bulunulan zamanın kifayetsiz bir kurtarılışıdır. Mesele, kifayetsiz sıfatıyla tekrar tekrar nasıl yaşanabileceğidir” diyor John Berger, Metis yayınlarından Beril Eyüboğlu çevirisiyle çıkmış olan ‘Bento’nun Eskiz Defteri’ isimli kitabında.
Yarın Cumartesi, Türkiye’de milyonlarca insan için sıradan bir gün, ama yine milyonlarca insan için Cumartesi önemli bir gün. Tam 25 yıldır, 866 haftadır önemli ve sorumlular hesap verinceye kadar da önemli bir gün olmaya devam edecek. Cumartesi Anneleri protesto ve hesap sorma eylemi olarak toplumun hafızasına yerleşti ve insan onurunun en önemli direniş ve barışçıl eylemlerinden biri olarak yerini aldı. Bu yazıyı okurken daha iyi anlamak ve hissetmek için size 4 ayrı çalışmayı dinlemenizi öneriyor ve linklerini veriyorum, ben yazarken öyle yaptım.
Recep Tayyip Erdoğan Dolmabahçe’de Cumartesi Anneleriyle görüşme yaptığında, umutlandık. Sonuç yine aklımızı ve vicdanımızı yaraladı. Verilen sözler tutulmadı, bir ülkenin en önemli yerinde oturan en yetkili kişisi annelere verdiği sözü tutmadı. Ve bunun için hiç utanmadı. Sonrasında çeşitli oyunlar ve tuzaklarla bu onurlu eylem kirletilmeye, karartılmaya ve dünya çapında elde ettiği başarı ve enerji ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Karşılarına yine çocuklarını arayan başka acılı anneler konularak vicdansızca bir tuzağın içine çekilmek istendiler. Başarılı olamadılar.
Cumartesi Anneleri eylemi gücünü hakikatten alıyor. Acılardan ve çok güçlü hesap sorma bilincinden alıyor, o yüzden yıpratılamıyor. Dünyanın en önemli insan hakları eylemlerinin başlarında geliyor. Ancak bütün bu sürecin en bıktırıcı tarafı, ülkeyi yönetenlerin katilleri korumakta, kollamakta ve gizlemekte hatta savunmakta ısrarlarına devam ediyor olmalarıdır.
‘Bekleye bekleye geçiyor günler
Gün sağır dilsiz sustu bülbüller
Kemiğim etim kapı önlerinde
Can kayıp, can kayıp
Allah’ım bu nasıl bir dünya
Bu nasıl bir ayıp’
25 yıldır, Beyoğlu Galatasaray Lisesi önünde bir tarih yazdılar, bu ülkenin devlet eliyle kaybedilenlerinin tarihini yazdılar. Eylemleri için seçtikleri yer çok önemliydi, her Cumartesi yüzbinlerce insanın geçtiği yaşamın tam ortasında bir yerde yaptılar bunu. Görmemek ve seslerini duymamak mümkün değildir. Önlerinden geçerken başınız öne eğilir ve utanırsınız. Yani ben çok utanırdım katılamadığım ve aceleyle yanlarından geçtiğim zaman. Daha önemli ne olabilir ki çocuklarını arıyorlar işte diyordum içimden…
En sonunda yerlerde sürüklenerek, darp ve kötü muameleye uğrayarak yıllarca bir araya geldikleri bu yerden de edildiler, hep amaç bu eylemin gücünü zayıflatmaktı. İçişleri bakanının hakaret ve suçlamalara varan açıklamaları ve polisin annelere zor kullanımı akıllardan çıkacak gibi değildi. Polisin biber gazı ve kalkanlarla gerçekleştirdiği müdahale neticesinde aralarında kayıp yakınları, insan hakları savunucuları, gazeteciler ve siyasi parti yöneticilerinin de bulunduğu en az 46 kişi gözaltına alındı. Gözaltılar sırasında yaralanan kişiler bu durumu darp raporlarıyla kayıt altına aldılar. Yaklaşık 10 saat gözaltında tutuldular. Ve annelerin de içinde olduğu 46 kişi hakkında dava bile açıldı.
Eylemin sona ermesi için çok çaba sarf ettiler ama başaramadılar. İnsan Hakları Derneği önünde devam edildi, pandemi döneminde de interneti ve sosyal medyayı kullanarak sürdürdüler eylemlerini.
Yaşanan son süreci 19 Ekim 1995’te gözaltına alınıp kaybedilen Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun yaptığı konuşmasında şöyle tanımlıyordu.
‘Ben gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un eşiyim. Biz haklıyız, bu hak aramamızdan hiç vazgeçmeyeceğiz; tek bir kayıp kalmayana kadar. Biz bu haklı gücümüzü dünyaya da gösterdik, bu ülkeyi yönetenlerden de hiç korkumuz yok. Onlar utansın, bu analara ettiği lafları ağzımıza almadık bugüne kadar hiç kimse için. Haklı olarak tepkimizi gösterdik ama kimseye hakaret de etmedik. O hakaretlerini de onlara bırakıyoruz. Bu hafta yine tek bir kayıp kalmayana kadar bu haklı, meşru yerimizi kurmaya devam edeceğiz.’
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi sitesindeki “Türkiye’de zorla kaybetmeler gerçeği” başlıklı yazıda şu cümleler dikkat çekici:
“Kaybedilenler genellikle evlerinden, iş yerlerinden, kamuya açık alanlardan tanıkların huzurunda resmi görevliler tarafından gözaltına alınarak ve işkence edilerek kaybedildi. Zorla kaybetme, Kürt toplumu üzerinde muazzam bir dehşet yarattı, hem kaybedileni hem de kaybedilenin yakınlarını çok boyutlu, sürekli ve sistematik bir şiddete maruz bıraktı. Silahlı çatışma sonucu ölümlere dair güvenilir rakamlar Türkiye’de henüz mevcut değil, zaten mevcut veriler de neredeyse tamamen olayın taraflarından olan devletin kaynaklık ettikleri…
Türkiye’de toplam kaç kişinin zorla kaybedildiğine ilişkin kesin ve net bir veri henüz ortaya koyulmadı. Ancak bu alanda çalışmış tüm kurumların listelerini incelediğimizde, özellikle 90’lı yılların ortalarına doğru bir artış olduğunu söylemek mümkün. Mesela Hakikat Adalet Hafıza Merkezinin verilerine göre, 1993 yılında 108 olan zorla kaybedilen kişi sayısı 1994 yılında 532’ye çıkmış. Bu muazzam artış, zorla göç verileriyle ve JİTEM-Kontrgerilla infazlarla tutarlılık arz ediyor.
Cumartesi Anneleri’nin durumu bu ülkede gerçekleşmiş katliamların en gerçek, en somut yüzüdür.”
Son iki haftanın kayıp öykülerine bakmak devletin tavrını ve tarafını anlamaya yetiyor.
Fehmi Tosun, 19 Ekim 1995’te, saat 19.00 sıralarında Avcılar’daki evlerinin önünden eşi ve çocuklarının gözleri önünde 34 UD 597 plakalı beyaz bir araca zorla bindirilerek kaçırıldı. Kendisinden bir daha haber alınamadı.
Tosun’un zorla kaybedilmesine dair Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Savcılık, 2015/25023 karar numarası ile “zamanaşımı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına [takipsizlik] karar verdi. Ailesinin ve avukatlarının tüm çabalarına rağmen dosya kapatıldı. Fehmi Tosun’u kaçıran aracın plakasının hangi isme kayıtlı olduğu ise “özel hayatın gizliliği” gerekçesiyle halen saklanıyor.
Uluslararası hukuk ve insan hakları hukuku öğretim üyesi, Prof. Dr. Turgut Tarhanlı paylaştığı tweet de şuna vurgu yapıyor: ‘İnsan hakları hukuku & hakları koruma mekanizmalarının temel işlevi & değeri, hukuk sayesinde kişinin haklarının korunmasına yönelik somut bir “güçlendirme” (empowerment) hedefidir. Bu şiarı, başka hak alanlarını tıkaç olarak kullanıp araçsallaştırarak etkisiz kılmak, ihlâldir.’
Cumartesi Anneleri 866’ncı hafta açıklamalarında gözaltında kaybedilen Hüseyin Toraman’ın akıbetini “30 yıldır soruyoruz” diyerek kaybedilmesiyle ilgili şu bilgileri verdiler:
‘24 yaşındaki Hüseyin Toraman 27 Ekim 1991 sabahı İstanbul/ Kocamustafapaşa’daki evinin önünden silahlı, telsizli, sivil giyimli, kendilerini polis olarak tanıtan kişiler tarafından 34 ATZ 56 plakalı Beyaz Toros’a zorla bindirilerek götürüldü. Olaya mahalleli ve Hüseyin’in eşi tanık oldu. Mahallelinin ihbarı üzerine Çınar Polis Karakolu’ndan gelen polis ekibi işlem yapmadan olay yerinden ayrıldı. Baba Ali Rıza Toraman Çınar Karakolu amirine ulaşarak, “Oğlumu kaçıranlara neden müdahale etmediniz?” diye sordu. Karakol amiri Hüseyin’in kaçırılmadığını, siyasi polisler tarafından gözaltına alındığını, bu nedenle müdahale edemediklerini söyledi. Baba Toraman karakol amiri ile yaptığı görüşmenin ses kaydını aldı.
Aile hemen İstanbul Emniyetine ve savcılığa başvurdu. Ses kaydına, tanıklara rağmen Hüseyin’in gözaltına alındığı reddedildi. Ailenin ısrarlı arayışı olayı basının ve kamuoyunun gündemine taşıdı. Oluşan kamuoyu baskısı karşısında suskunluğunu bozan İstanbul Emniyet Müdürlüğü 5 Aralık 1991 tarihinde Hüseyin Toraman’ın polis tarafından arandığı ama kesinlikle gözaltına alınmadığı açıklamasını yaptı.’
Cumartesi Anneleri, zorla kaybedilme olayları ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) muhtelif mahkûmiyet ve hak ihlalleri kararlarına ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) raporlarında, yakınlarının gözaltında kaybedildiğinin ifade edilmesine rağmen “aileleri için tüm hak arama kanallarının kapatılmış olduğunu” her fırsatta vurguluyorlar
Galatasaray Meydanı’nda, zorla kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanmasını talep etmek için buluşan Cumartesi Anneleri barışçıl gösterilerindeki talepleri şöyle sıralıyor:
‘Gözaltında kaybetme suçundaki sorumluluğun kabul edilmesi,
Gözaltında kaybedilenlerin akıbeti açıklanması, kalıntılarının ailelerine teslim edilmesi,
Gözaltında kaybetme suçunun fail ve sorumlularını koruyan cezasızlığa son verilmesi ve adalet sağlanması,
Gözaltında kaybetme fiilinin insanlığa karşı işlenen suç olarak düzenlenmesine, önlenmesine ve cezalandırılmasına yönelik yasal düzenlemeler yapılsın. Bir daha hiç kimse gözaltında kaybedilmemesi,
Türkiye’nin, imzalamadığı Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’nin ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nü imzalanması, onaylanması ve uygulanması.’
Yarın 867. kez eylemlerini yapacaklar. Bir başka kaybedilmiş insanı bizlere anlatmaya çalışacaklar. İnsanlık suçu işlenen kayıplarıyla ilgili soruları sormaya devam edecekler. Umarım bir gün bu ülkeye de adalet hak hukuk gelir. Umarım acılı anneler şu cümleyi yüreklerinde hissederler;
‘Anne biz geldik…’
Yaşam hakkını savunan bir insanım. Devletin insanları koruması gerektiğine inandım ve inanmaya devam edeceğim. Yaşam hakkını ihlal edenlerin karşısında ve Cumartesi Anneleri’nin yanında olmaya devam edelim.
Unutulmasın diye tekrar edeyim; ‘Protesto, sıfırlanmayı ve suskunluğa mahkûm edilmeyi reddetmektir.’
*İnsan Hakları Çalışanı
Kaynak: DUVAR