Her türlü aşırılığı içeren yapıt Dokuzuncu Senfoni orkestrayla insan sesini, Schiller’in Sevince Övgü‘sünü söyleyen solist ya da koro sesini bir araya getirerek çalgı çerçevesini parçalamaya dek vardırır işi. Büyük patlama evrenin tarihinde neyse, bu yapıt da müzik için odur.

Josef Krips: Sevinç sayesinde kurtuluş 

Beethoven Dokuzuncu Senfoni’yle birlikte en görkemli müzik anıtını yaratır. Daha en baştan, ana temaya erişme biçimiyle, tasarlanışı şaşırtıcı bir yüceliği açığa vurur: Gamın beşinci derecesi (la), sonra birinci (re), sonra dördüncü dereceye inilir (sol) ve böyle doğal akorlar gibi sürüp gider. Notalar yaşamla ölüm arasındaki savaşın başlangıcına işaret eder ve ilk iki bölümde Beethoven ölüme karşı bir savaş vermektedir. İkinci bölümü yönetirken, omuzlarımın üstünden ölümün bana baktığı duygusunu bastıramıyorum. Presto bile (ikinci bölümünki) dinlenmeye izin vermez. Onun tüm yumuşaklığı kısa bir süre sahnede gezinmeye gelen bir hayaletten başka bir şey değildir. Üçüncü bölümde Beethoven sona yaklaşır. Ölüm çalar kapısını trompetlerle, Beethoven onu kemanlarla reddeder. Yanıtı son bölüme dek “Hayır!” olacaktır. Ama o bölümün sonunda, karşı konulmaz ölümle karşılaşır. Ben olaya onyıllardır böyle bakıyorum. Bana göre, bitiş bölümü bu dünyada geçmiyor.

Kişisel görüşlerden böyle açıkça söz etmek tehlikeli bir şey, ama ruhumun gözleriyle, Beethoven’ın Cennet’e girdiği anı açık seçik görebiliyorum. Bitiş bize onun gelişini anlatıyor, Cennet’in onun yanında sustuğunu dillendiriyor bana. Beethoven, oldukça anlamlı bir biçimde, bize bu müzikte söylemek istediği her şeyi söyleyebilmek için orkestra çerçevesinde yeterli olanakları bulamaz artık. Onun yerine, tüm çalgıların gerçek kaynağına, insan sesine, Tanrı’nın kendi suretinde yarattığı o sese döner. Beethoven, üstünde özenle çalışılmış ve simgesel bir geçişle bizi insan sesinin bu girişine hazırlar. Bitiş bölümünün girişinde, kontrbasların anlatısı durmadan önceki bölümlerden temalarla kesintiye uğrar. Bu kesintilerle ne demek istiyordur? İşte solistin ilk sözcükleri bunu açıklar: “Ey dostlar, olmaz bu sesler…” Gerçekten de çatışma uzaklaşmalı, acıyla ölümün anısı yok olmalıdır. Seslerimizi yükseltelim de daha güzel, daha şen şarkılar söyleyelim. Bu müziği ne zaman yönetsem, bir şeyin kendi içinde dile sığmaz biçimde tamamlandığını hissederim yeniden. Beethoven öteki senfonilerde özgürlük, doğa, yazgının ele geçirilişi, tanrısal mutluluk ve dansın sınırsız gücü aracılığıyla kurtuluştan söz eder. Buradaki konuysa insanın sevinç aracılığıyla kurtulmasıdır.

– Avusturyalı şef ve kemancı Josef Krips (1902-1974), Everest Records, 1963

Hector Berlioz: Derdine yansın o yasa! 

Adagio cantabile‘de, birlik ilkesi o denli az gözlemlenir ki, orada bir tanedense iki ayrı parça görülebilir. İlk dört zamanlı, si bemol şarkıyı üç zamanlı, re majör bambaşka bir ezgi izler; birinci kemanlarla hafifçe değiştirilen ve çeşitlendirilen ilk tema, değiştirme ya da çeşitleme olmaksızın, ama sol majör tonunda üç zamanlı ezgiyi yine getirmek üzere, başlangıç tonunda yeniden ortaya çıkar; ondan sonra ilk tema iyice yerleşip dinleyicinin dikkatinin, rakibi cümleyle paylaşılmasına izin vermez olur. Böylesine özel bir düzene bütünüyle alışabilmek için bu olağanüstü adagio‘yu birçok kez dinlemek gerekir. Bütün bu ezgilerin güzelliğine, onları kaplayan süslerin sonsuz inceliğine, hüzünle dolu sevecen duygulara, tutkulu bitkinliğe, ifade ettikleri düşçü din duygusuna gelince, düzyazım onlarla ilgili yalnızca yaklaşık bir düşünce bile uyandırabilseydi, müzik en büyük ozanın bile karşılık veremeyeceği bir dengini bulurdu yazılı sözde. Bu uçsuz bucaksız bir yapıttır, onun o güçlü etkisi altına girildiğinde, sanatçıyı burada birlik yasasını çiğnemekle suçlayan eleştirmene yanıt vermekten başka bir şey gelmez elden: Derdine yansın o yasa! İnsan seslerinin orkestraya katılacağı ana gelmek üzereyiz. Üflemeli çalgıların öfkeyle atılmış bir çığlık gibi boğuk ve şiddetli bir motifinden sonra, viyolonsellerle kontrbaslar anlatıya başlamıştır …. Bu senfoni sanatçının yazdıkları arasında çalınması en güç yapıttır: Üstünde sabırla, durmadan, özellikle de güdümlü bir biçimde çalışmayı gerektirir. Ayrıca koronun hiç kuşkusuz orkestrayı birçok yerde bastırması gerektiği için, müziğin sözler üstünde düzenlenişinin ve şarkının kimi bölümlerinin aşırı yükselişi sesin çıkmasını pek güçleştirdiği, tonların oylumunu ve canlılığını azalttığı için çok fazla sayıda şarkıcı ister.

– Fransız besteci, yazar ve müzik eleştirmeni Hector Berlioz (1803-1869), À travers chants, 1862

Romain Rolland: Bir hortlağın düşünceleri 

Beethoven’ın en özel, en derin yapıtı, düşüncesinin aynası Dokuzuncu Senfoni‘ye yakıcı bir gizemcilik, tutkulu bir Doğa ve ahlak bilincindeki Tanrı sezgiciliği, Schiller’den, felsefe okumalarından, belki Schelling’den, onun Doğubilimcilerle olan ilişkilerinden beslenmiş bir Alman-mitolojik teozofizm karışır – bütün bunlar gençlik döneminin ruhunda, yiğitçe ve bir devrimci gibi davranma istenciyle karılır. Çünkü daha senfonisini çaldırdığı zaman bile bir “hortlak”tır kendisi: 1825 yılının Viyanası 1792 yılının Bonn’undan çok farklıdır. Beethoven’ın düşüncesiyse o Bonn’a bağlı kalmıştır: Düş kırıklığına uğramış romantiklerin ve Epikurosçu kuşkucuların, (en büyüklerinden ikisini sayarsak) Byron’ın ve Rossini’nin döneminde, gençlik düşünü, Schiller’lerinkini, Kant’larınkini korumuştur. Yeni kuşaklar arasında bir yabancı, başka bir yüzyılın adamıdır – yüzyıllar üstü bir adamdır. Bu yüzden arkadaşları bile kendisini anlamamıştır. En iyi arkadaşlarında biraz dinsel olduğunu hissettiğimiz bir saygı uyandırmıştır – başka bir çağın ermişine davrandıkları gibi davranmışlardır ona.

Tuhaftır, o bizim dönemimize daha yakındır – kaldı ki bugün de büyük olasılıkla daha iyi anlaşılmazdı. Kitlelerin içgüdüsü onda, Dokuzuncu Senfoni‘sinde artık geçmişi değil, neredeyse mitik habercisi olduğu geleceği duyumsar belli belirsizce. Çünkü Dokuzuncu Senfoni gerçekten de insanlık tarihinde önemli bir dönemin sona erişine, insan aklı ve yüreğindeki özlemlerin sonuna işaret ediyorsa da – ve o dönem artık geçmişte kaldıysa da – o dönemden sonra yaşayanlara, şu an içinden geçtiğimiz karanlık günlerde (1941) hem çöllerin ortasına bırakılmış bir tapınak hem de büyük Düş’ün, insanların akılda ve sevinçte kardeşliğiyle kurulacak yeryüzündeki Tanrı krallığı düşünün ölümsüz tanıklığını bırakmıştır. Ne olursa olsun, halkların bütün müzik yapıtları arasında Dokuzuncu Senfoni’yi seçkin sınıftan çok daha fazla ayrı tutması çarpıcıdır – bu saygının müzikten ötesine yönelik olduğuna alınan katıksız müzisyenlere karşın.

Yazının devamını buradan okuyabilirsiniz.

Kaynak: OGGİTO

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…