İki bölümlük bu yazıda, önce son ABD Özel Kuvvetler operasyonuyla, TC sınırının bir-iki kilometre ötesinde öldürülen DAİŞ “halife”si hakkında bilgi vereceğim, sonra operasyonun ve bu adamların oralarda -önceki “halife” de şimdikinin pek yakınındaydı- barınıyor olmasının ötesi berisi hakkında konuşacağız.
* * *
Geceyarısını biraz geçe, 3 Şubat’ın erken saatlerinde, İdlib’in kuzeybatısında ABD helikopterleri uçmaya başladı. İdlib-Afrin sınırına yakın, Türkiye sınırının hemen dibindeki bu alan, ABD hava araçlarının sıkça görüldüğü bir yer değil. Daha önce İdlib’in içlerine sadece nokta atış suikast operasyonları için gelmişlerdi.
Önce operasyonun Türkiye sınırına 500 m uzaktaki Deyr Bellut köyünde bir evi hedef aldığı haberi yayıldı. Sonra, baskının daha güneyde, sınıra biraz daha uzakta, ama bilemediniz 2 km mesafede cereyan ettiği anlaşıldı. Helikopterler Atme mülteci kampının 2 km kadar doğusunda, Atme kasabasının 800 m kadar kuzeyinde bulunan bir eve operasyon düzenlemişti. İndirme yapıp askerlerinin hayatını tehlikeye atacak kadar önemsediğine göre, ABD için evdeki hedef kişi çok önemli biri olmalıydı. Nitekim, gün ağardıktan, mesailer başladıktan sonra ABD Başkanı’nın bizzat yaptığı özel açıklamadan anladık ki, hedef büyüktü: İki saatten fazla süren operasyonda, DAİŞ’in el-Bağdadi’den sonraki lideri, “halifelik” adıyla Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi, ABD Başkanı Joe Biden’ın ifadesiyle “sahadan silinmiş”ti. Biden, “Amerikan halkı ve müttefiklerini korumayı ve dünyayı daha güvenli hale getirmeyi” amaçlayan operasyon için bizzat emir vermişti.
Kimdi, eşleri, çocuklarıyla beraber kendini havaya uçuran?
Başa geçtiğinde, El-Kureyşi’nin, asıl adı Emir Muhammed Said el-Selbi el-Mevla olan, el-Bağdadi zamanında da DAİŞ’in karar mekanizmasında yeralan, örgütün kıdemli yöneticilerinden Türkmen asıllı tecrübeli cihatçı olduğu tahmini öne sürülmüştü. Belirsizliği yaratan, örgüt adı olarak kullandığı ismi o güne kadar, istihbaratçılar dahil, kimsenin bilmeyişiydi. Üst kademesinin ezici çoğunluğu Iraklı olan örgütün, Iraklı olmayan bir lideri kolay kolay kabul etmeyeceği varsayıldığından, el-Kureyşi’nin Iraklı olması gerektiği düşünülüyordu. Nitekim sonradan, örgütte zaten iki numara gibi bir konumda bulunan Iraklı Türkmen cihatçı, yani el-Mevla olduğunda karar kılındı.
El-Mevla, 1976’da Telafer yöresinde El-Mehelebiye’de, iki eşinden yedi erkek dokuz kız çocuğu olan bir imam ve müezzinin en küçük oğlu olarak dünyaya gelmişti. Babası, Musul’un El Baas semtinde, Furkan Camisi’nde imamdı. DAİŞ Musul’u ele geçirdikten sonra El-Mevla da bu camide vaazlar verecekti.
Doğduğu yöre DAİŞ’in kalelerindendi. 2017’de yaklaşık yüz bin askerin katıldığı, dokuz ay süren harekâtla Musul DAİŞ’in elinden kurtarıldıktan bir hafta sonra örgütün hâlâ hakim kalabildiği bir yerdi. 10 Temmuz’da Musul’un tamamen kurtarıldığı ilan edilmişti, ama bir hafta sonra Iraklı yetkililer hâlâ “Telafer’i de kurtaracağız” açıklamaları yapıyorlardı.
DAİŞ’in yeni halifesinin etnik kökeni uzun süre tartışma konusu oldu. Türkmen çoğunluklu yörede dünyaya gelmişti, Türkmen olmalıydı. (Türkmenler 1300’lerin sonu-1400’lerden beri Telafer yöresinde yerleşik olduklarını söylerler.) Ancak Türkmen kökenliyse peygamber soyundan geliyor olamaz, dolayısıyla DAİŞ’e halife yapılamazdı. Buna karşı, onun mensubu olduğu aşiretlerin Kureyşi’lerle uzaktan akrabalık bağları olduğu öne sürüldü. Vaktiyle onu sorgulayan Amerikalılar daha sonra tartışma yaratacak bu ayrıntılara takılmamış, el-Mevla için kayıtlara “Arap” yazmışlardı.
Lâkin ağabeyi Adil’in Irak Türkmen Cephesi’ndeki faaliyetleri yüzünden arandığı için Türkiye’ye kaçmak zorunda kalması gibi bir gerçek vardı ortada. Irak’tan ABD askerlerinin çekilmesinden az önce de Musul Üniversitesi’ndeki Türkmen Öğrenci Birliği’nin başkanı olan kardeşi Ömer’in faili meçhul cinayete kurban gitmesinin yanısıra. Bu cinayetten ötürü El-Kaide suçlandıysa da kanıt bulunamadı. Türkiye’ye kaçan ağabeyi Adil’in aynı zamanda Irak istihbaratınca El-Kaide’yle ilişkilendirilmesi işi daha karmaşık hale getiriyor. Adil el-Mevla Türkiye’de de Irak Türkmen Cephesi faaliyetleriyle ilgili olarak bir süre ortalıkta gözükmüştü.
Yeni halifenin kökeni üst yönetimi çoğunlukla Araplardan meydana gelen DAİŞ içinde onun aleyhine bir durum gibi gözüküyorsa da, değildi; örgütte üst düzey Türkmenler vardı. Ebu Müslim el-Türkmeni, 2015 Ağustos’unda Musul’da, arabası havadan vurularak öldürülene kadar örgütün askerî hiyerarşisinde ikinci adamdı, yine Türkmen Abdul Ali el-Anbari, 2016 Mart’ında, Suriye’den Irak’a geçerken ABD kuvvetleriyle çatışmada can verene kadar teşkilatın öndegelen liderlerindendi.
El-Mevla, Musul Üniversitesi’nde Şer’î Hukuk okumuş, mezun olmuş, Baas döneminde (2001-2002) orduda piyade eri olarak 18 ay masabaşı görevlerde bulunmuştu. Saddam devrildikten sonra, 2007 Şubat’ında El-Kaide’ye katıldığı herhalde doğru, ancak “resmî” biyografisinde belirtildiği üzere, 2004’te tutuklanıp meşhur El-Bucca Hapishanesi’ne konduğu, selefi el-Bağdadi ile orada tanıştığı, dolayısıyla ileride DAİŞ’e dönüşecek Irak El-Kaidesi’nin en kıdemli militanlarından olduğu yanlış. Zira ABD ordusunun onun hakkındaki sorgu kayıtları yalnız 2008 yılına ait. Gerçi daha önce çeşitli cihatçı örgütlere katılmıştı, ama tutuklandığına dair veri yok. Camp Bucca’da el-Bağdadi’nin kurduğu şebekeye dahil olma, örgüt tabanı gözünde yeni liderin değerini artırmak için biyografisine eklenmiş gibi duruyor. Bu yaşamöyküsünde birçok tutarsızlık var. Ancak bunlar daha çok, el-Mevla’nın “derin teşkilat” adamı oluşundan kaynaklanıyor. Esrarengiz hadise gibi görülen, örgütteki aşırı hızlı yükselişi bile, bu zamana kadarki konumu bilindiğinde normal gözüküyor.
EL-Mevla’yı sorgulayan ABD’li hapishane yetkilileri, 326175 numaralı tutuklunun kendi yakasını kurtarmak için muhbirlik yaptığını, özellikle sonradan DAİŞ’e dönüşecek Irak İslâm Devleti (eski Irak El-Kaidesi) örgütündeki yabancılara karşı düşmanlığını açıkça ifade ettiğini ileri sürüyorlar.
Geleceğin halifesi, ABD’li sorguculara 88 ayrı kişiden sözetmiş, bunlardan 64’ünün Irak İslâm Devleti örgütündeki görevlerine dair temel bilgiler vermişti. Musul’daki teşkilata dair anlattıklarıyla, ABD’liler 40 kişinin adını ve görevlerini içeren bir şema hazırlayabilmişlerdi. Tabiî verilen isimlerin hepsi “savaşçı adları”ydı ve el-Mevla’nin bu ifadelerini tasarlarken sorguculara ne kadar oyun oynayabildiği anlaşılmış değildi. Yine de o esnada yakalanmış ya da sahada aktif olan 14 kişi hakkında verdiği bilgilerin işe yaradığı söyleniyor. Daha fazlası da var, ayrıntısına girersem laf çok uzayacak.
El-Mevla 6 Ocak 2008’de Musul’da yakalandığında, ABD Merkez Komutanlığı ertesi gün, “Irak El-Kaidesi’nin şehirdeki teşkilatının ikinci adamı olduğu şüphesiyle aranan bir kişi yakalandı” açıklaması yapmıştı. Açıklamada, bu kişinin “yasadışı bir mahkeme sisteminde yargıçlık yaptığı, insan kaçırma emirleri ve infaz hükümleri verdiği” de yeralıyordu. Musul’da bir ara sahiden de ikinci adam olan El-Mevla 2009’da, ABD-Irak arasındaki anlaşma üzerine hapishaneler boşaltılırken serbest kaldı.
El-Mevla’nın ya da “halife”lik adıyla el-Kureyşi’nin isminin özellikle anıldığı iki büyük DAİŞ operasyonu var. İlki, Musul’un “fethi” ve idaresi, öbürü Şengal Ezidi soykırımı. Özellikle Ezidi kadınların köleleştirilmesi konusunda örgüt içinde ciddî tartışmaların yapıldığı, El-Mevla’nın hem Ezidi hem Hıristiyan kadınların köleleştirilmesini ısrarla savunduğu, öndegelen bazı örgüt liderlerinin bunlara karşı çıktığı, el-Bağdadi’nin ortayolu bularak, “Ezidileri köle yapalım, Hıristiyanları yapmayalım” kararına vardığı, bu çözümün yine de el-Mevla için zafer sayıldığı, onun örgüt içindeki etkinliğini artırdığı kabul ediliyor.
El-Bağdadi’nin yardımcılığına bu marifetlerinden sonra yükseldiği söyleniyorsa da, örgüt içinde Bağdadi’nin liderliğine rıza göstermeyenlere karşı giriştiği acımasız icraatın bunda payı olduğuna inananlar da var. Zaten kendisi, muhtemelen din bilgisinden ötürü kendisine layık görülmüş “profesör” lakabının yanısıra “yıkıcı” gibi, muhtemelen daha gerçekçi bir lakapla da anılıyor. DAİŞ Şura Konseyi’nin soykırım kampanyasındaki başarısından ötürü onu liderliğe yükseltmiş olabileceğini düşünmek bile insanı hasta edebilir.
Daha büyük ve gerçekçi ihtimal, el-Bağdadi’nin kendisinden sonra başa geçecek yöneticiyi vakitlice tayin etmiş olması. Hem de böylece kendisi için gözünü kırpmadan herkese her şeyi yapabilecek birinin sadakatini garantiye almış olması. El-Mevla’nın -el-Bağdadi’nin ölümünden hemen iki gün sonra- yeni lider ilan edilişindeki sürat, böyle bir hazırlığın varolduğuna delalet. Zaten Irak istihbaratı, el-Bağdadi’nin ölümünden iki ay kadar önce, ona bir hal olursa yerine geçmesi muhtemel kişinin el-Mevla olduğunu ileri sürmüştü. Bağdadi’nin, Musul’u kaybettikten bir süre sonra yayımladığı videodaki yüzleri buzlandırılmış üç kişiden birinin de el-Mevla olduğu sanılıyor. “İslâm Devleti”nin yeni halifesi hakkında bilgi toplamak için epey uğraşan BBC muhabiri Feras Kilani’nin özel olarak DAİŞ liderlerinin izini süren Irak askerî istihbarat birimi “Şahinler”den edindiği bilgiye göre, hattâ, el-Bağdadi son zamanda bu adamı çatışma sahalarından çekmiş, ilerisi için korumaya almıştı.
El-Mevla başa geçtiğinde cihatçıların dış çemberinden homurtular yükselmişti. Hoşnutsuzluğun başlıca kaynağı, “el-Kureyşi”nin DAİŞ destekçileri ve yurtdışından gelip örgüte katılanlar arasında hemen hiç tanınmayışıydı. “Göstermelik halife mi bu!” diyenler itirazlarını cihatçı forumlarında dile getiriyorlardı. El-Mevla, destekçilerine görüntülü mesajla seslenmeyen ilk liderdi. Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi’nin Emir Muhammed Said el-Salbi el-Mevla adında -veya Hacı Abdullah veya Abdullah Kardaş adında- gerçek bir örgüt yöneticisi olarak teşhis edildiğini ABD ve Irak istihbaratları resmen açıklayana kadar homurdanmalar sürmüş, cihatçı forumlarını takip edenlerin aktardığına göre. ABD’nin el-Mevla’yı “tescilli terörist” olarak niteleyişi şüphesiz onun liderliğini cihatçı camiada inanılır kılmış, başına konan 10 milyon dolarlık ödül, itibarını artırmıştır.
Tabiî örgüt çekirdeği ve asıl teşkilatçıları arasında izlenim ve duygu farklıydı. Çünkü yeni “halife” oralarda tanınmayan bilinmeyen biri değildi. Aksine. Nâmı yürümüştü. Helaya bile silahsız gitmeyen cinsten, kaşarlanmış, acımasız bir yeraltı teşkilat insanı olduğu anlaşılıyor. DAİŞ elindeki bütün toprakları kaybedip Bağuz’da topluca teslim olmak zorunda kaldığında, El-Mevla oradan ayrılmış, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) denetimindeki yerlerde yeraltı faaliyeti sürdürmek üzere izini kaybettirmişti. Buna karşılık, özellikle DAİŞ’in elindeki Musul’da, örgütün ideolojisine uygun din eğitimini kurumsallaştırmak, din bilgisi yüksek eleman yetiştirmek için giriştiği-yönettiği işler de var. Yani “alimliği” de kabul edilmiş, önemsenen bir cihatçıydı.
DAİŞ “halife”si el-Kureyşi (el-Mevla), barındığı evin ABD Özel Kuvvetler elemanlarınca basıldığını görünce kendini havaya uçurdu, eşlerini çocuklarını kendisiyle birlikte öldürdü. ABD Başkanı Joe Biden, operasyonu yürüten ABD komandolarının zayiat vermeden döndüğünü bildirdi. Gerçi bir helikopter arızalanıp mecburî iniş yapmış, bir kısım haberlere göre ABD Ortak Özel Operasyonlar Komutanlığı’na bağlı komandolar giderken bu aracı (MH-60M Black Hawk olduğu söyleniyor) bizzat havaya uçurmuşlar, başka haberlere göreyse jetler gelip bombalamış, enkaz haline getirmişlerdi. Ancak can kaybı yoktu. Tabiî bu helikopterin DAİŞ liderini koruyan birilerince vurulmuş olması ihtimalini de bütünüyle dışarıda bırakamıyoruz.
Basılan ve bombalanan evde el-Mevla ile birlikte on üç kişinin can verdiği açıklandı. Öldürülen dört kadından ikisinin el-Mevla’nın eşleri olduğu söyleniyor. Galiba tek yaralı, ilkyardım ekibini kucakta taşırken izlediğimiz kız çocuğu (adı muhtemelen Esra). Ölenler arasında altı çocuğun bulunduğu haberlerde geçtiyse de, ABD yetkilileri yalnız “üç sivil”den sözettiler. Oysa El-Kureyşi’nin baskını fark edince kendisiyle birlikte evdeki herkesi havaya uçurduğunu açıklarken ABD Başkanı’nın kullandığı “ailesinin birçok mensubu” ifadesi, ölenler arasında çocukların da bulunduğunu belli ediyordu.
Gece ilk haberlerde, baskın başlamadan helikopterlerden evden kadın ve çocukların çıkarılması için uyarı yapıldığı yeralıyordu. Böyle olup olmadığını bilmiyoruz, ancak ilk haberler daha çok yerel kaynaklı olduğundan ve ABD’lilerin, DAİŞ’in yeni liderini de haklama şan ve şerefine parçalanmış çocuk cesetlerinin görüntüleriyle gölge düşürmek istemeyeceği varsayılabileceğinden, bu uyarının yapılmış olduğunu düşünebiliriz.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in açıklamasında da kadın ve çocukların ölümünden kendilerinin sorumlu olmadığına, yine de “görevin karmaşıklığı”nı gözönüne alarak, bunda kabahatlerinin olup olmadığını araştıracaklarına dair özel ifadeler vardı. Austin ayrıca, kendini patlatanın yalnız el-Kureyşi olmadığını, yanındaki bazılarının da bu işi yaptığını belirtti. Evin görüntülerini ayrıntılarıyla izleme imkânımız oldu. Evin içinde tahribat var, ama yüksek tesirli birkaç bombanın birden patlatıldığı gibi bir manzara yok. Çatının yıkılması da herhalde dış duvarlardaki kocaman delikler gibi, DAİŞ’çilerin kendilerini patlatmasının değil, dışarıdan ABD komandolarının kullandığı silah ve bombaların marifeti.
DAİŞ liderini isimlerinden bir başkasıyla, Hacı Abdullah olarak da anan -ABD askerî yetkilileri bu ismi kullanmayı yeğliyor- Lloyd Austin’in açıklamasından bir işaret daha elde ettik: Bu baskına yolaçan ya da belki onu mümkün kılan olgu, DAİŞ’in son Haseke hapishane saldırısı olabilir. Belki bu kombine saldırının örgütlenmesi için oradan epey uzaktaki liderle haberleşildi, belki gelindi gidildi, bu hareketlilik istihbarata takıldı.
Pentagon, baskında esir alınan kimsenin bulunmadığını açıkladı. Bu bir bakıma, “amacımıza tam da ulaşamadık” demek, çünkü operasyonun başlangıçtaki hedefinin DAİŞ lideri “Hacı Abdullah”ı yakalamak olduğunu ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Kenneth McKenzie’nin ağzından duyduk.
Şu anda Irak ve Suriye “sıcak bölge”lerinde, özellikle DAİŞ’le ilgili işlerin nasıl yürütüldüğünü gösteren bir ayrıntı: Irak ordusu, ‘ABD Özel Kuvvetler operasyonu için istihbaratı biz sağladık’ açıklaması yaptı. Irak Savunma Bakanlığı Sözcüsü Tuğgeneral Yahya Resul, “Ebu Abdullah Kardaş lakaplı terörist Emir Muhammed Said’i öldürme operasyonu, Irak Ulusal İstihbarat Teşkilatı’nın uluslararası koalisyona onun konumuna ilişkin doğru bilgileri sağlamasının ardından gerçekleştirildi” dedi (kaynak Arapça, İngilizceye çevirterek okudum). Irak istihbaratı, el-Bağdadi’nin kaldığı eve yapılan baskın için de aynı iddiayı dile getirmişti.
Yani Irak, topraklarında türlü askerî harekât yapmasına, sürekli asker bulundurmasına ses çıkarmadığı -o çıkardığı, sahici ses sayılmaz!- Ankara’ya, “DAİŞ’in lideri sınırınızın, askerinizin, polisinizin iki kilometre ötesinde” diye bildirmiyor da bilgiyi ABD’ye mi veriyor? Yoksa bilgi hepsiyle paylaşıldı da “işi” CENTCOM mu üstlendi?
TÜRKİYE AÇISINDAN
Kabul edelim ki, Türkiye’nin bu işlerdeki konumunu çözemiyoruz. Suriye’deki muazzam askerî varlığı, yerel idareleri yöneten elemanları, istihbaratçıları, doğrudan emrindeki Suriyeli cihatçılar (“Suriye Millî Ordusu”), şu ya da bu ölçüde denetleyebildiği örgütler, en başta da sıcak “diplomatik ilişkiler” içinde bulunduğu, İdlib bölgesinin hakimi Heyet Tahrir el-Şam sayesinde uçan kuştan haberinin olacağı varsayılan Ankara, bir süredir DAİŞ’in nereden yönetildiğinden habersiz miydi?
Yörük Işık’ın paylaştığı Flight Radar verilerine bakılırsa, TSK’ya ait İHA’lar 2 Şubat’ı 3 Şubat’a bağlayan gece operasyon bölgesi civarında fink atmışlar. Kısıtlı alanda bu kadar yoğun uçuşlar, helikopterlerin yarattığı hava hareketliliğinin fark edilmesi üzerine İHA’ların keşfe gönderilmiş oluşuna bağlanamaz herhalde. Operasyon öncesinde Ankara’nın uyarılmış olması ihtimali daha yüksek. Son dakikada mı, haliyle bilemiyoruz. Geçen sefer de DAİŞ liderine operasyonun Ankara’ya mümkün olduğunca geç haber verilmiş oluşu gibi bir ihtimal ortaya çıkmıştı.
Operasyonun öncesi bizim için daha büyük merak ve endişe konusu. Kendi hakimiyetindeki alanda DAİŞ liderinin barındığından bîhaber miydi, Türkiye’yi yönetenler? Irak istihbaratının elde edebildiği bilgiyi Ankara elde edememiş mi?
DAİŞ liderinin güvenli sayarak barındığı yer, kendisini gözlerini kırpmadan parça parça edecek rakip-hasım örgütlerin cirit attığı, ama çoğunun da kaderini Ankara’nın himayesine bağladığı, hattâ eline baktığı İdlib bölgesinde. Bu bölge içinde de, Heyet Tahrir el-Şam’ın Afrin-İdlib sınırındaki, tahkim edilmiş, teşkilatlı kontrol noktasının çok yakınında; iddiaya göre hemen 500 m uzağında. Öyle dikkati çekmeyecek bir yer de değil; ağaçlar arasında birkaç bina. HTŞ’nin kontrol noktasına ilaveten, 500 m-1 km kadar uzağında TSK mevzisi ve Türk polislerinin bulunduğu da iddia ediliyor. (Bu elbette aydınlatılmaya muhtaç.)
DAİŞ’in hâlihazırdaki “halife”sinin barındığı yer, bir önceki lider el-Bağdadi’nin barındığı -ve 26 Ekim 2019’da benzer bir baskına uğradığı- yerin 25 km kadar ötesinde (kuzeyinde). El-Bağdadi TC sınırına 7-8 km kadar mesafedeydi, el-Kureyşi 2-3 km mesafede. Yani DAİŞ bir süredir hem TC sınırından hem de İdlib içinde, TSK’nın üslendiği yerlerden az ötedeki birtakım evlerden idare ediliyor. Bu durumda en büyük teyakkuzun Ankara’da görülmesi gerekmez miydi?
DAİŞ liderlerinin İdlib’e sığınışı sahiden pek tuhaf. Heyet Tahrir el-Şam’ın DAİŞ “halife”sini barındırması olacak şey değil. Onun orada oluşundan haberdar olmaması kezâ. DAİŞ öndegelenlerinin kendilerini HTŞ’ye emanet etmesi, düşünülemez bile. Operasyon herkesten önce HTŞ’yi acayip duruma sokuyor. DAİŞ’e mesafeli El-Kaideciler de HTŞ’yi suçluyor: ya ABD’ye engel olmaya cesaret edemediniz ya da işbirliği yaptınız, diyorlar.
O halde bu adam burada nasıl barınabiliyordu?
O küçücük yerlerde, avanesi ve ailesiyle, dikkat çekmeden bulunmayı ve kamuflaj işini çok iyi becerdiğinden mi? Birileri “buna dokunmayın” dediğinden mi? Örgütle nasıl haberleşiyordu, kimler gelip gidiyordu? Silahlar, patlayıcılar, HTŞ kontrollarını atlatarak, TSK ve TC istihbaratının gözünden kaçırılarak getirilmiş; nasıl?
Mesele DAİŞ liderlerinin sığınaklarının sırf Türkiye’nin sınırına ve Suriye’deki askerî mevzilerine yakınlığı da değil. Daha büyük.
KAPIDA BİR MİLYON İNSAN
Bir milyonu aşkın çaresiz, umutsuz insanın feci koşullarda, dipdibe, yarı aç, susuz, sağlık hizmetinden, ilaçtan yoksun, çel çamur, su birikintileri arasında, bazen kar ve buz üstünde yaşam savaşı verdiği, dünyanın en büyük çadırkenti halini almış Atme mülteci kampının az ötesinde DAİŞ halifesinin barınıyor oluşu kulağa fazla ürkütücü gelmiyor mu? Bu kampta, gelecek beklentisinden yoksun, dehşet içinde yaşayan travma halindeki gençler, çocuklar, yeni DAİŞ terörü dalgasının gözükara militanları olabilirler. Akla korkunç ihtimaller getiren bu durumu -insanî ağırlığının yanısıra- Türkiye açısından katmerli felaket potansiyeli kılan olguysa, Atme kampının TC sınırına konmuş devâsâ bir bomba oluşu. Suriye ordusu buralara ilerlese bu insanlar hep birlikte sınıra yığılmayacaklar mı? Ya da günün birinde sırf canlarına tak ettiği için bunu yapmazlar mı? Korkunç koşullarda hayatta kalmaya çalışan, gidecek yeri olmayan bir milyonu aşkın insandan sözediyoruz.
Tabiî sırf ihtimaller değil, güncel durum da büyük endişe kaynağı olmalı. Bu kamptan Türkiye’ye geliş-gidiş oluyor mu? Kimler gelip gidiyor? Kimler kimlerle ilişkide? Getirilip götürülen de var mı? Kamp içindeki güç dengeleri nasıl?
DAİŞ “halife”sinin Türkiye’nin denetimindeki bölgede barınıyor oluşuna bakılırsa, bu sorulara verilecek “her şey kontrolumuz altında” cinsinden cevaplar buz gibi tebessümlerle karşılanmalı.
Soğuk soğuk tebessüm eden birileri var nitekim. Rusya, ABD’nin kendisine önceden bilgi vererek yaptığı operasyonu desteklediğini bildirdi, “İşte, görüyorsunuz, Suriye’nin bu bölgesinde teröristler cirit atıyor” mealinde bir açıklama yaptı. Dışişleri Sözcüsü Maria Zaharova, Ankara’nın sorumluluklarını yerine getirmediği anlamına gelecek ifadeleri de araya sıkıştırdı. Bu arada, Suriye’de şimdiye kadar onlarca hastane bombalamış Rusya’nın, “ABD operasyonunda siviller öldüyse titizlikle araştırılmalı” açıklaması da kan donduran pişkinlik haberleri listesine üst sıralardan girdi.
DAİŞ’le Ankara’nın ilişkisi şuna benzemeye başladı: Birileri bir yerde cam açıyor, biz burada cereyanda kalıyoruz. İnşallah çok fena grip olmayız, şu salgın koşullarında. Zira ihtimaller sınırlı: Ya camı açan buradan biri ya pencere sandığımız kadar uzakta değil.
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()