Modern kapitalist devletin eğitimle ilişkisi son derece pragmatist olup sömürme-eğme-yönetme bağlamında tek taraflıdır; toplumsal iyi, hegemonyanın-burjuvazinin gündeminde yer almaz

On sekiz milyonu aşkın öğrenci için ilk yarıyıl bitti. Gerçekte ise Mart 2020’den beri milyonlarca öğrenci için eğitim-öğretim bitmiş durumda. Gerek basından gerek bizzat konuştuğumuz öğretmen arkadaşlardan anladığımız EBA’ya katılımın çok düşük olduğu yolunda. Birçok öğrenci altyapı-elektrik-internetten dolayı, birçok öğrenci de maddi imkânsızlıktan-bilgisayar-tablet-akıllı telefon yokluğundan EBA’ya ulaşamıyor. Örneğin, Urfa’da 530 bin öğrencinin 450 bini; Diyarbakır’da 492 bin öğrencinin 200 bini, Türkiye toplamında ise 6 milyonu aşkın öğrenci EBA’ya ulaşamıyor. (Basından ve Eğitim Sen açıklamaları) 28/12/2020 tarihi itibarıyla MEB’in dağıttığı toplam tablet sayısı 266.500. Çocukları 8. ve 12. sınıfta olup bu yıl sınava girecek yoksul, dar gelirli aileler ise çaresiz. Pandemi koşullarında iş bulup çalışmakta, evine ekmek götürmekte zorlanan bu insanlar, çocuklarını bir merdiven altı dershaneye, etüt merkezine, kursa göndermek şöyle dursun test kitaplarına ayıracak para dahi bulamıyorlar. Bu vesileyle ‘Eğitim nedir ne değildir?’ kısaca değinelim.

Egemenin sesi

“Türük budun tok urkak sen. Açsık tosık ömez sen. Bir todsar açsık ömez sen. Antağının üçün iğidmiş kaganıngın sabın almatin yir sayu bardıg.” … “Azu bu sabımda iğid bar gu?” (“Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin: Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için (seni) besleyip doyurmuş olan kağanının sözlerini (dinlemeden ve rızalarını) almadan her yere gittin.” … “Acaba (Yoksa) bu sözümde yalan var mı?”)

(Talât Tekin. Orhon Yazıtları. Güney Yüz Kül Tiğin Yazıtı. S. 4-5 TDK. Yayınları 540. TTK Basımevi. 1988)

(Prof.Dr. Muharrem Ergin. “Orhun Abideleri. Kül Tiğin Abidesi. Güney yüzü. S. 34-35-36 Boğaziçi Yayınları.)

İlk “iğid” “beslemek, doyurmak” olarak çevrilirken ikinci “iğid”in “yalan” olarak çevrilmesi dikkat çekmiştir. Kül Tiğin Yazıtları 732 tarihinde yazılmıştır. Kaşgarlı Mahmud “Divan-ı Lügat-it Türk”ü ise ondan yaklaşık 340 yıl sonra (1072-74) yazmıştır. Aşağıdaki örnekler Besim Atalay’ın DLT çevirisinden alınmıştır. (Kaşgarlı Mahmud. Divan-ü Lûgat-it Türk Tercümesi. 1. Cilt. Çev. Besim Atalay. Türk Dil Kurumu Yayınları: 521. TTK Basımevi. 1985)

“İg: İğ. İp bükmek için kullanılan aygıt. Yig dahi denir.” (s. 48)

“Yik: İğ. ‘İk’ demekte lûgattir.” (s. 144. 3. Cilt)  (ğ-g/k , k/ğ-g dönüşmesi, ‘İğ’=’İk’ dile/sözlüğe-kurala- uygundur.)

“Egdi: Ol budak egdi = O, dal egdi. Eger, egmek.” (s. 168)

“Egirdi: Beg kend egirdi. = Bey şehri kuşattı. ‘Uragut yıp egirdi. = Kadın ip egirdi. Egirer, egirmek.” (s. 178-179)

“Egildi: Yıgaç egildi = Ağaç eğildi. Egilür, eğilmek.” (s. 198)

“İkitti: Ol, anı ikitti. = O, onu terbiye etti, yetiştirdi. Aslı ‘İkidhti’dir. İkidhür, ikidhmek.” (s. 213)  (Burada ‘ikidhmek = eğitmek anlamı çok açık.)

“İkdildi: Oğul ikdildi. = Çocuk terbiye edildi, beslendi. İkdülür, ikdilmek.” (s. 246)

“İktüledi: Ol koy iktüledi. = O, koyuna ot verdi. İktüler, İktülemek.” (s. 317) (Kaşgarlı Mahmud, burada anlama dayalı çeviri yapmıştır; düz, sözcüğe dayalı çeviri yapsa idi cümle şöyle olurdu: ‘O, koyunu besledi = iktüledi.’)

Aşağıdaki örnek ise sözcüğün kullanım alanlarını, bir anlamda zenginliğini göstermek açısından dikkate değer.

“İgeşdiler: Kişiler ışta birbirige igeşdiler = Adamlar işte birbirlerine arka oldular, güvendiler. İgeşür, İgeşmek.” (s. 187)

(“‘Iş = İş’, s. 47, bugün kullandığımız anlamındadır: çalışmak, etkinlik, faaliyet… Bu işteş cümle şöyle de çevrilebilir: ‘Kişiler işte (çalışırken) yardımlaştılar/dayanıştılar.’ ‘Kişiler işte (iş yaparken, çalışırken) birbirlerine güvendiler (arka oldular, arka/sahip çıktılar). ‘Kişiler işte birbirlerini desteklediler.’”)

Hakikatin çarpıtılması 

Başlangıç noktamız, ‘kök’, ‘iğ’: “Eğirmen veya eğirmeç; yün, keten, pamuk, kenevir, gibi lifli ham maddeleri büküp ip yapmaya (eğirmeye) yarayan bir ucu çengelli tahta araçlara verilen ad. Bir çubuk ve çengelden oluşan eğirmene iğ denir. Oldukça ilkel bir araç olan iğ üzerine daha sonraki dönemlerde yuvarlak bir ağırlık (ağırşak) geçirilmiştir. Altına artı şeklinde çubuklar geçirilmiş iğe ise kirmen denir. Eğirmenler ip üretiminde kullanılan, bilinen en eski araçlardır.” (Vikipedi) Kısaca iğ, ipe kalınlık-incelik, uzunluk-kısalık, kıvam (yoğunluk) gibi istenilen şekli vermek, onu düz-düzgün, arzu edilen bir biçime getirmek için i/eğirmeye yarayan 20-30 cm uzunluğunda düz, silindirik bir çubuktur. Türkçede (i/e, e/i) dönüşmesi özellikle halk ağzında oldukça yaygındır: el-il (yurt, memleket), eğirmek-iğirmek, iyi-eyi, inmek-enmek, inme-enme (felç), irmek-ermek, elçi-ilçi, elti-ilti, engin-ingin…

(O, dal) ‘egdi.’ (Ağaç) ‘eğildi.’ (İp) ‘eğildi.’ (Onu) ‘ikitti = eğitti’, terbiye etti, yetiştirdi (‘ikidhmek.’ = eğitmek)… “Eğ/İğ-İk”, kökü ve bu kökten türetilmiş “Egmek, Egirmek, Eğilmek, İkidhmek, ikdülmek, iktülemek, igeşmek…” sözcükleri aynı kökten gelip değişik cümlelerdeki kullanımlarının tamamında eğmek, bükmek, eğitmek, egemenlik, terbiye etmek, şekil vermek, düzenlemek, düzeltmek, yönetmek, beslemek, doyurmak, büyütmek, yetiştirmek, bakmak, ilgilenmek, yardım etmek, dayanışma(k), desteklemek, güven duymak, arka/sahip çıkmak gibi anlamlara gelir.

Gramerde ‘türe(t)me anlama ilişkindir.’ Kök’ten, sözcükten yeni anlam(lar) t/üretilmesinde (ortaya çıkarılmasında) maddenin-olgunun duyulara, beyne yansımasında, madde-bilinç ilişkisinin, zihin-dil; düşünce-sözcük-söz bağlamının (çağrışımın) derin zihinsel geri planda/tabanda nasıl çalıştığı, idrakin (bakış açısının = teorinin, ideolojinin, dünya görüşünün…) nasıl oluştuğu; hakikatin, varlığın, var oluşun, toplumsal ilişkilerin nasıl dile getirilip yansıtıldığı, sese, söze, düşünceye döküldüğü gayet açık görülüyor; ‘Hakikatin’in nasıl çarpıtıldığı, 1300 yıl öncesinden kağanın, başkanın, reisin, iktidarın, hegemonyanın, egemenin, egemenliğin çarpık sesinden, sanki yanı başımızda bağırılıyormuşcasına, duyuluyor:

“… iğidmiş kaganıngın sabın almatin.” = ‘Seni besleyip doyurmuş hakanının sözünü dinlemedin, rızasını almadın.’ (Koyun/Oğul/Halk iktüldi = beslendi.) Besleyenin (iğidmişin) egemenliği altında olman gerekir, yalan mı? ‘İğ/İp’in benim elimde… ‘Oralarda hep mahvoldun, yok edildin…’ (Orh. Yaz.) (Akıl ister istemez günümüze kayıyor: ‘Aydın yediği kaba pislemezmiş!’)

Bir, ikide içkindir

“İki: İki” (s.131)

“İkinç: Sayıda ikinci olarak gelen.” (s. 131-32)

“İkkiz: İkkiz oglan = İkiz çocuklar.” (s. 143)

“İkit: Yalan. İkit söz = Yalan söz.” (s. 51)

Bir, ikide içkindir; bir, iki’nin içinde vardır, bulunur; içtiğimiz suda, aldığımız nefeste, havada oksijen olması; sesin-sözün içinde anlam olması gibi. Başak, buğday tohumundandır; zeytin ve zeytinyağı zeytinin çekirdeğindendir ama onları olumsuzlayarak, yadsıyarak-yalanlayarak, hayır’layarak var olur, varlıklarını sürdürürler.

‘Bir’ miktar ‘yün-pamuk’ aldın, onu i/eğdin, ‘yüne-pamuğa’ ‘ikinci’ bir şekli verdin; onu yeniden düzenledin, eğdin, büktün, terbiye ettin kısaca onu ‘i/eğittin’, ‘İKİ’NCİ bir biçime soktun, ilk, birinci halini ‘hayır’ladın, yadsıdın; ip yaptın, yumak yaptın, kumaş yaptın, giysi yaptın, çul, çuval, çadır yaptın, halı-harar yaptın…

“Eğitim: 1. Bir kimsenin fiziksel, duygusal ve ussal gelişmesini etkileyerek, ona türlü davranış yatkınlıkları, görgü, bilgi ve beceri kazandırarak, önceden belirlenmiş amaçlara göre onun belirli yönde gelişmesini sağlamak, bir kimseyi belli bir amaca göre biçimlendirmek.

  1. (Hayvan için) İstenilen davranışları yapabilecek biçimde yetiştirmek.” (TDK Sözlük)

“ … belirlenmiş amaçlara göre biçimlendirmek… İstenilen davranışları yapabilecek biçimde yetiştirmek.”

İnsana, çocuğa, varlığa, var olana, maddeye, ‘HAKİKATE/GERÇEĞE’ yeni bir biçim verdin, ‘HAKİKATİ/GERÇEĞİ’ yadsıdın, değiştirdin, olumsuzladın. Yeni durum, yeni oluş öncekinden farklı; önceki (ilk, birinci duruma) ‘HAKİKATE/GERÇEĞE’ uygun değil = YALAN.

“İkirçkün: ikirçün ış = yapılmak veya yapılmamak hususunda tereddüt olunan iş. ‘Könğlüm ikirçün boldı.’ = gönlüm işlemek, işlememek yolunda tereddüde düştü.” (s. 419. 3. Cilt)

(Kısaca ‘Duraksadım, işte kararsızım’ veya ‘Gönlüm ikircikli, kararsız’ da denilebilirdi.)

“İğ/İk”den türemenin üç hali önümüzde:  1. Yeni biçim vermek. 2. Eski durumu olumsuzlamak-yadsımak, yalan. 3. ‘Bir’inci durumda kalmakla, ‘İki’nci duruma geçmek arasında duraksamak, kararsızlık.

İĞ/İK, İĞ(K) İTMEK, İG(K)İD.

Bilgi tekeli

Eğitimle, yalan arasındaki mesafe yaygın kanının aksine çok yakındır, bir yünlü veya pamuklu kumaşın ön ve arka yüzü gibi, her kahramanın arkasında binlerce ölü, acı ve ağıt olması gibi, her uygarlığın barbarlık barındırıp onun üzerinden yükselmesi gibi; her zenginlik hikâyesinin, milyonlarca insanın sırtına basılarak çıkılan piramit anlatısı olması gibi.

Egemenler bilgiyi bin yıllarca halktan saklamışlar, kaçırmışlardır. Bu yasak meyve iktidarın/hegemonyanın emrindeki bürokrasinin, bir avuç devlet görevlisinin, genellikle de din adamlarının (ayrıca kapitalizm döneminde organik aydınların) tekelinde kalarak doğrudan ve dolaylı bir yönetme ve baskı aracı olarak kullanılmıştır. Gemiciliğin, ticaretin gelişmesi, özellikle de matbaanın icadı, yaygınlaşması ve 1789 Fransız İhtilali vb. ile birlikte okumak/yazmak/eğitim/bilgi devletlerin tekelinden çıkmaya, yayılmaya başlamıştır.

Prometheuslar

Sanayinin-kapitalizmin gelişmesi ile birlikte özellikle 18. yüzyıl son çeyreğinden itibaren köyleri, meraları, malları ellerinden alınan, buraları çitlerle çevrilip insanların kendi köylerine, otlaklarına girmelerinin engellenip şehirlere sürülmeleri sonrasında bu süreç hızlanmıştır. E. P. THOMSON “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” adlı ünlü ve önemli eserinde başta Londra olmak üzere şehirlerdeki her renkten muhalifin, solcuların, reformistlerin vb. sürekli, gazete, dergi, broşür… çıkardıklarını sendikalarda, işçi derneklerinde, bekar odalarında, evlerde, puplarda, işliklerde… kısaca uygun her yer ve fırsatta halka, işçi sınıfına okuma-yazma öğrettiklerinden, onlara bilgi aktardıklarından bahseder ki bunlar dönemin ateş hırsızları, Prometheuslardır… Bu süreci engelleyemeyeceği gören, anlayan İngiliz devleti, kiliselerde pazar ayinlerinden sonra papazların halka okuma-yazma öğretmesi ve İncil ağırlıklı bir ‘eğitim’le süreci çözme, kontrol etme ve yönetme girişimine soyunur.

“… Nonkorformist Kiliselerin, hayır derneklerinin ve sendikaların çabaları ve endüstrinin kendi gereksinimleri, öğrenilenlerin pekiştirilmesini ve geliştirilmesini talep ediyordu. İşveren bir mühendis olan Alexander Galloway 1842’de şunları yazıyordu: ‘İşimi çizimler ve yazılı tanımlamalarla yürütürken şunu anladım ki, eğer bir adam okuma ve yazma bilmiyorsa bana pek bir yararı olamaz ve bir adam iş için müracaat ettiğinde okuma-yazma bilmediğini söylüyorsa, ona başka soru sorulmuyordu…” (E. P. Thomson. ‘İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu.’ s. 854. Çev. U. Kocabaşoğlu. 1. Bsk. 2004. Birikim Yay.)

“Bingley’deki ilk yarım günlük okulu iyi hatırlarım. Fabrika bahçesinin girişindeki küçük bir kulübeydi. Öğretmen yarım günlükleri (yarım gün çalışanları) eğitmek için görevlendirilmişti. Bununla birlikte çok fazla öğretmesin ya da süreç çok pahalıya gelmesin diye okul saatleri dahilinde (öğretmenin) yıkama makinesinden çıkan kumaşları damgalaması gerekirdi.” (Thomson. a.g.e. s. 874)

“Start, Stop, Down, Up, Rıght, Left, Print” Fazla bilgiye gerek yok; sanayicinin-kapitalistin-burjuvazinin gereksinimi kadar, makineyi, silahı, topu kullanabilsin tamam, bunun dışında işçi için harcanan her kuruş ziyandır. Modern kapitalist devletin eğitimle ilişkisi son derece pragmatist olup sömürme-eğme-yönetme bağlamında tek taraflıdır; toplumsal iyi, hegemonyanın-burjuvazinin gündeminde yer almaz. (Yine 18. yüzyıldan itibaren orduda top, havan vb. gibi askeri teknolojinin gelişmesi, bunların kullanılması, istihkâm (köprü vb. yapımı), özellikle balistik matematiği geliştirmiş bu da doğrudan/dolaylı olarak ‘eğitime’ yansımıştır. (Pierre Chaunu. ‘Aydınlanma Çağı Avrupa Uygarlığı.’ s. 194 ve devamı. Çev. M. A. Kılıçbay. 1. Bsk. 2000. Dokuz Eylül Yayınları)

“Okul, modern proleteryanın dünya dini haline gelmiş ve teknolojik çağın fakir insanları için faydasız kurtuluş vaatlerinde bulunmaktadır. Ulus-devlet, tüm halkını bir dizi diplomayla belgelenen gruplara ayırarak bu sistemi benimsemiştir.” (İvan Illich. ‘Okulsuz Toplum’ s. 26 Çev. M. Özay. Şule Yay. 1998)

Utanç çağı

21. yüzyıldayız, burjuvazinin ‘Aydınlanma Çağı’ artık çok çok uzaklarda, düş ülkelerinde kaldı. Sistem artık ‘… faydasız kurtuluş vaatlerinde…’ bulunma gereği bile duymuyor, ‘eğitim’ işi yine mabetlere ve din adamlarına havale edildi. Küçüğünden büyüğüne bütün öğretim kurumları/okullar birer mabet havasında; çocuklar, ergenler, gençler genellikle nereden ve nasıl alındığı belli olmayan belgelerle ‘yönetici, öğretici niteliği verilmişlerin (yetersiz, intihalci, sapık…)’ ellerine bırakıldı. Ve ‘özgür/boş’ olunduğu düşünülen zamanlar da “Aynen, Tmm, Okey, Hll (Hello mu?), Döncem, Bay, Çav …” gibi sözcüklerle ve türlü, çeşitli emojilerle dolduruldu.

Bilginin, sözün, neredeyse sözcüklerin bile geride kaldığı bu sefil eğitim/eğilme çağı utanç vericidir, kabul edilemez! Bu çağa karşı çıkılmalı, bu çağla her yer ve koşulda mücadele etmeliyiz. Kendi ateşimizi yakmaya çalışarak, yakanlara yakın durarak, ateşimizi paylaşarak işe başlayabiliriz.

Kaynak: Yeni Yaşam

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…