Diyarbakır’daki ekoloji buluşmasının sonuç bildirgesinde, tahribatlara karşı insan ve doğa merkezli bir bakış açısının tartışılması ve ortak mücadelede buluşulması çağrısı yapıldı.
Mezopotamya Ekoloji Hareketi (MEH) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Diyarbakır İl Koordinasyonu Kurulu’nun 22 Mayıs’ta “Yok etmeye karşı mücadele ve yeniden inşa yolları” şiarıyla Diyarbakır’daki Deva Hamamı’nda yaptığı ekoloji buluşmasının sonuç bildirgesi açıklandı. Ekolojik tahribatın yok edici boyutlara ulaştığına vurgu yapılan bildirgede, “Kapitalist modernite ve onun kurumsallaşmış hali olan devlet ve sermaye, toplumsal ilişkilerde tahakküm, ekonomik ilişkilerde ise sömürü temelinde kendini inşa etmektedir” denildi.
ÇOKLU KRİZ ÇAĞI
Savaşlar ve neoliberal politikaların sonucu olarak canlı ve cansız varlıklar için dünyanın yaşanmaz hale geldiğinin altı çizildiği bildirgede şu ifadelere yer verildi: “Gelinen aşamada küresel olarak ekolojik kriz, ekonomik kriz, demokrasi krizi ve sosyal krizler gibi çoklu krizler çağı yaşanmaktadır. Bu durum doğa ve doğanın bir parçası olan toplum üzerinde yıkıcı etkiler meydana getirdi. Kanserleşen kentler, antidemokratik uygulamalar, ırkçılık, kadına yönelik şiddet, yalnızlaşan insan toplulukları, gıdaya erişimin zorluğu, değişen ekosistemler, kaybolan canlı türleri ve iklim krizinin de gösterdiği üzere mevcut sistemlerin kriz ürettiği ve krizleri büyüterek ayakta kaldığını bilinmektedir.
ORTAK MÜCADELE
Kriz yaratarak veya mevcut krizden beslenerek ayakta kalan sisteme ve boyutlarına karşı dünyanın neresinde olursa olsun yürütülen bütün ekoloji mücadeleleri oldukça değerli ve öğretici deneyimleri olmaktadır. Ancak şu aşamada hem küresel hem de yerel anlamda parçalı ve örgütsüz olmasından kaynaklı mevcut kriz sistemini aşmakta yetersiz kalınmaktadır. Evrenin herhangi bir yerinde meydana gelen herhangi bir ekolojik tahribattan evrenin tamamının etkilendiği gerçeği son olarak küresel krize dönüşen pandemi ile birlikte bir kez daha açığa çıkmıştır. Nasıl dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan ekolojik tahribat bütün dünyayı etkiliyorsa, soluduğumuz nefes nasıl ki ortak ise ekolojik bilince sahip kişi kurum ve aktivistlerin de krizler karşısında acilen ortak mücadelede birleşmesi oldukça hayatidir.”
‘TOPYEKUN KARŞI ÇIKIŞ SERGİLENMELİ’
Bildirgenin devamında, yapılan tartışmalar sonucunda ortaya çıkan deneyimler şöyle sıralandı:
“* Kimi zaman kimyasal silah kullanımına varan savaşlar, ciddi ekolojik ve toplumsa yıkıma yol açmaktadır. Savaşlar birçok canlı türlerinin türünün yok olmasına sebep olurken ekosistemdeki tüm canlılığı göç ettirmeye mecbur bıraktığından en büyük ekolojik ve toplumsal kırımlara yol açtığını ifade etmek durumundayız. Bu sebeple ekoloji mücadelesinin olmazsa olmazı barıştır demek gerekmektedir. Barış ve ekoloji meselesini tüm ekoloji kurumları kendi gündemlerine almalı ve topyekûn karşı çıkış sergilemeli. Burada buluşmadaki arkadaşlarımız yaşamı ve hakikati savunduğundan, buradan net bir şekilde barış talep etmeliyiz. Savaş karşıtı mücadele sürekli hale gelmeli.
* Doğa-kapitalizm çelişkisi, klasik çevreci mantığını aşan yeni mücadele arayışlarının gelişmesi gerektiğini bir kez daha göstermektedir. İnsan merkezli bakış açısı yerine canlı ve cansız bütün varlıkların biraradalığını sağlayacak bir mücadele arayışı geliştirmek gerekir. İnsan veya doğa merkezli olmayan bakış açısı tartışılmalı, bu bakış açısıyla mücadele yol ve yöntem geliştirilmelidir.
* Hasankeyf gibi koca bir tarih binlerce yıllık tarihi medeniyet, dünyanın gözleri önünde yok edildi. Yine bütün dünyanın gözleri önünde UNESCO kültür mirası buluşmanın yapıldığı yer olan sur içi talan edildi. Yıkıntılar arasında kaldı. Bunlara yönelik gerekli özeleştiri yapılmalı. Yıkıma dikkat çekilmeli ve unutulmamalı. Yıkım karşısında kollektif hafıza oluşturulmalı.
* Ekoloji mücadelesi aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesi olmaktadır. Bu nedenle kadının yaşamın tüm alanlarında, sesinin renginin yansıtılması ve kadın üzerindeki tahakküm ilişkilerine karşı gerekli çalışmaların yürütülmesi gerekliliği vurgusu yapıldı.
* Van Gürpınar’daki mermer ocağı, Zorê Vadisi ve Sarım Havzası vadisine HES kurulmak isteniyor. Bu ve benzeri birçok alanda yaşanan ve halkların doğal yaşam alanlarının kimi güvenlik amacıyla yapılan barajlarla, köy boşaltmalarla, orman yangınları ile yapılırken kimi zaman sermayenin kârına kâr katacağı maden ve taş ocaklarına kurban edilmektedir. Yerinden edilen Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan halklar kimliksizleştirme kişiliksizleştirmeye çalışılmaktadır.
* Siyasi iktidar, yerli ve uluslar arası sermayeye tüm ülkeyi peşkeş çektiği gibi bu yerlerden en önemlileri olan Kazdağları, Bergama ve Cerattepe gibi binlerce canlı türünün yaşadığı alanları yaşanmaz kılmaktadır. Kurulan veya kurulması planlanan onlarca altın madenleri ve taş ocaklarına doğal güzelliklerimiz, dağlarımız ovalarımız topraklarımız peşkeş çekilmektedi.
* Bu talana karşı gelişen direniş ruhu halen kesintisiz devam ederken iktidar direniş alanlarında oluşan dayanışma ruhunu, orada gelişen forum ve örgütlenme çalışmalarını hazmedemeyip, kolluk güçleriyle saldırıya geçmiştir. Bergama da 1989 yılında başlayan direniş, kazdağlarında son 425 gündür devam etmiştir. Hukuki ve fiili meşru mücadeleyi şu an devam eden direnişlerle devam ettirmek bunu tüm yaşam savunucuları ile ortaklaştırmak elzemdir.
* Dersim geneli 145 e yakın maden ocağının kurulduğunu, halkın yaşam alanından göç etmek zorunda kaldığını, ciddi bir tahribata neden olduğunu buna karşı hukuki mücadeleler ve direniş örgütlenmesi yapılması gerektiği belirtildi. Munzur nehri üzeri çevresi ranta ve talana açıldığı, onlarca başvuruya rağmen herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
* İnsanlar devletten kendi yaşam alanlarını korumak için canını dişine takarak mücadele ediyor. Buralardaki yıkımı elbette kabul etmemeliyiz. Bu acımasız savaşa karşı durmalıyız . Sur’da yaşayan ve foruma katılan yurttaş sonuna kadar direneceğini ve asla Sur bölgesini terk etmeyeceğini belirtti.
* Tüm Türkiye’de yaşanılan ekolojik tahribatlara eşit düzeyde tepki verilmediği, özellikle Kürt illerinde meydana gelen ekolojik tahribatlar görmezden gelindiği, egemen ulus ezilen ulusun ekoloji mücadelesine karşı kör, sağır, dilsizi oynamaktadır. Her türlü ekolojik soruna merkezi güvenlik gerekçesiyle sessiz kalındığı ve müdahale edilmediği dile getirildi. Bilinçli bir yok etme politikasıyla Kürtlerin ortak değerlerinede saldırılar devam sürmektedir. Devasa toplu mezar alanı olan ‘Newala Qesaba’ olarak bilinen alanda şuan dubleks villalar kurulmak isteniyor. İsmi de yaşam villaları olacakmış. Bu değerlerimize topyekün saldırılmaktadır. Yapılan bu tür saldırılara ise her yerde eşit duyarlılıkla yer ve kimin yaşadığını bakılmaksızın gerekli refleks gösterilmeli.
* Başta Hasankeyf olmak üzere tarihi ve doğal yaşam alanları üzerinde gerçekleşen göçler ve yarattıkları sosyal ekonomik ve psikolojik tahribatlar tartışıldı. Buna yönelik gerekli karşı eylem planı oluşturulmalı.
* Farklı coğrafi ve toplumsal kesimlerde devlet ve sermaye işbirliği ile yapılan doğa talanına hep birlikte dur demek, bu buluşmadan ortak bir ruh ile hareket etmemiz gerekir. Vahşi kapitalizme karşı toplumsal bir mücadele verilmesi elzem iken daha somut politikalarla çalışmaların sürdürülmesine gerekliliği de önümüzde görev olmaktadır..
* Sermaye sınıfı kentlere göç eden insan emeğinin sömürüsü üzerinde kendini var etmektedir. İşçinin bedeni üzerinden ekolojik yıkım gerçekleşmektedir. Kentlerde ekolojik tahribat süreci ise Asbeste maruz kalan işçilerin bedeniyle başlamaktadır. Gelinen aşamada önce bedenimiz sonra tüm yaşam alanlarımız sömürülmektedir. Kent ve emekçinin ekoloji mücadelesi birlikte yürütülmesi için çalışma başlatılmalı.
* Ekolojik yıkımlar ve savaşlar sadece insanları değil aynı zamanda hayvanları da olumsuz yönde etkileyip yok olmaya bazen de göç etmeye zorlamaktadır. Hayvanların dili olmadığı için kendilerini ifade edememektedir. Burada bizlere onların dili olmak gibi büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu nedenle ekolojik yıkımlar için mücadele edilirken eş zamanlı olarak hayvanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeden eşitlik baz alınarak hayvan hakları için mücadele edilmelidir.
* Son süreçte özellikle Kentlerde yaşayan AVM’lerde büyüyen, toprakla temas etmeyen ve yaşamdaki hayvanlardan uzak onları tanımayan ekofobik çocuklar yetiştirilmektedir. Çocukların hem doğaya temasının sağlanması hem de tarımsal üretimle tanışması amacıyla agroekoloji eğitim müfredatı oluşturulmalı. Resmi eğitim müfredatına eklenmesi için gerekli çalışmalar yapılmalı.
* Jose Marti’nin de dediği gibi ‘Kendi gıdasını üretemeyen bir halk köledir; en ufak bir özgürlüğe bile sahip olamazlar’ dolayısıyla küçük ölçekli bile olsa ekolojik tarım ilkesiyle üretim yapılmalı gıda yetiştirilip, gıda toplulukları oluşturulmalı.
* Doğaya karşı bir suç işlenmektedir. İşlenen suç uluslar arası bir suçtur. Doğaya karşı suçların ceza hukuku kapsamına alınması için mücadele edilmeli. Doğaya karşı işlenen suçlar soykırım suçu, savaş suçu olarak ele alınmalı. Ekokırım olarak ifade edilmeli.
* Demokratik eşitlikçi komün veya kooperatif şeklinde örgütlenmek sermaye sınıfı karşı panzehirdir. Sistemden olabildiğince arınmamız yaşam tarzımızı, alışkanlıklarımızı değiştirmemiz, çevremize yaymamız oldukça önemli. Çoğu alanda takas ve değişim kültürünü geliştirmeliyiz. Bağımlılık ilişkisini kırmalı yerel üreticilerden alışveriş yapmalı. Hayatımızdan kimyasal maddeleri olabildiğince çıkartmalı, doğal ürünler üretip kullanmaya özen göstermeliyiz. Gezegeni tehdit eden kirlilik karşısında karbon ayak izimizi azaltacağımız çalışmalar organize etmek, duyarlılığı toplumsallaştırmak da oldukça önemli.
* Kürdistan’daki orman yangınına da kaz dağlarındaki orman kıyımına da ortak tavır örgütlü mücadele yürütmek gerekmektedir. Ekolojik yıkım ve talan hepimizin meselesi haline gelmeli. Bu ve benzeri buluşmalar sık sık, farklı mekanlarda ve farklı periyotlarda gerçekleşmeli. Çok renk çok ses olmalıyız. Her koşulda mücadele yürütülmeli, ortak politik hat belirlemeli, bir sonraki buluşmayı başka bir bölgede planlayabilmeliyiz.
* Kapitalizmin özünden uzaklaştıran, talan eden ve yok eden politikalarına karşı ancak radikal toplumsal ekolojiyi örerek başarılı olacağımız gerçeğinden hareketle çözümün ortak mücadele hattından geçtiğine inanıyoruz.”
Ekolojistler Diyarbakır’da bir araya geldi: İktidar doğaya ve tarihe düşman
‘Yok etmeye karşı mücadele ve yeniden inşa yolları’ şiarıyla Türkiye’nin farklı kentlerinden Diyarbakır’a gelen ekolojistler, ortak bir mücadele zeminini tartışıyor.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği (TMMOB) Diyarbakır İl Koordinasyonu Kurulu, Diyarbakır Sur ilçesinde ‘Ekoloji ve Toplumsal Yaşam Kıskacında Yaşam Buluşması’ etkinliği düzenledi. “Yok etmeye karşı mücadele ve yeniden inşa yolları” şiarıyla düzenlenen etkinlik çerçevesinde çok sayıda forum, panel ve seminer düzenlenecek. Etkinliklerin gerçekleştirileceği tarihi Deva Hamamı’na “Tekoşîna civaka ekolojîk tekoşîna kesî ye”, “Li dijî faşizmê em bibin daristan”, “Xweza çavkaniya jiyanê ye biparêze!”, “Tarihine ve doğasına sahip çıkmayalar geleceği belirleyemez” pankartları asıldı.
‘YAŞANAN SORUNLARA ÇÖZÜM YOLU BULMA ÜZERİNDEN KONUŞACAĞIZ’
Türkiye’nin farklı kentlerinden katılımcıların yer aldığı buluşmanın açılış konuşmasını Mezopotamya Ekoloji Derneği Üyesi Derya Akyol, kriz ve kaosların yaşandığı bir süreçten geçildiğine işaret ederek, bu kriz ve kaosun içinde direnişi büyüttüklerini söyledi.

Mezopotamya Ajansı’nda yer alan habere göre sistemin doğaya yönelik tahribatlarına dikkati çeken Akyol, “Sistemler barajların ve HES’lerin bir ihtiyaç olduğunu göstererek, bizleri buna ikna etmeye çalışıyorlar. Ancak bizler gerçeğin farkındayız. Türkiye’de ekoloji için yapılan direnişlerin olduğunu görüyoruz. Hasanekeyf için yapılan direniş buna örnektir. Koronavirüsten kaynaklı bir araya gelemedik. Ama şunu görüyoruz ki, sistem bu salgını fırsata çevirdi. Kapitalist sistemin bir parçası olarak krizlerden kriz üreterek çıkma gibi bir durum söz konusudur. Bundan kaynaklı da böylesi bir buluşmayı hedefledik. Bu buluşmada sadece sorunları çözümleme için değil, yaşanan sorunlara çözüm yolu bulma üzerinden konuşacağız” ifadelerini kullandı.
‘DEVLET DOĞAYA KARŞI BİR SAVAŞ BAŞLATTI, SAVAŞIN BİR ÖRNEĞİ DE HASANKEYF’TİR’
Düzenleyici meslek örgütü olan, TMMOB İKK Eş başkanı Doğan Hatun da Kürt coğrafyasının laboratuvar olarak kullanıldığına işaret ederek, Kürt coğrafyasında yaşanan ve daha sonra tüm Türkiye’ye yayılan tahribatlara değindi. Hasankeyf’i buna örnek gösteren Hatun, “Bu yaşanılan politikalara karşı her alandan ses çıkarmaya, ses olmaya çalışıyoruz. Devlet doğaya karşı bir savaş başlattı, savaşın bir örneği de Hasankeyf’tir. Koca bir tarih olan Hasankeyf’i beton yığınına çevirdi. Sur örneği de aynıdır, koca bir tarihimizi yok ettiler. Doğayı ve tarihe düşmandır. Burada bir mücadele sözü verip çıkalım, doğamıza sahip çıkalım” diye konuştu.
‘BİZLER ÜLKENİN HER YERİNDEN DİRENİŞ ÇAĞRISI İLE DEVAM ETTİK VE NÖBETLER TUTTUK’
Açılış konuşmasının ardından geldikleri bölgenin sorunları hakkında ve buralarda yürütülen mücadele hakkında katılımcılar küçük sunumlar yaptı. Maden aramaya açılan Kazdağları’nın korunması için mücadele veren aktivist Melis Tantan, Kazdağları için verilen mücadeleye işaret ederek, burada direnişin dört mevsim sürdüğünü söyledi. Kazdağları için verilen mücadelenin 15 yıllık bir geçmişi olduğunu dile getiren Tantan, “Bizler ülkenin her yerinden direniş çağrısı ile devam ettik ve nöbetler tuttuk orada. Elbette mücadelemizi her gün daha da büyütüp güzel şeylere imza atacağız” dedi.
‘BOTAN’DA YAŞANAN EKOLOJİK KIRIM’
Ardından konuşan insan hakları aktivisti ve vicdani retçi Zana Aksu, özel olarak Siirt’te genel olarak Botan bölgesinde yaşananlara değinerek, 1984 Kürt sorunundan kaynaklı yaşanan çatışmalarla birlikte yaşananları anlattı. Aksu, “O yıllarda Botan’da ciddi ekolojik kırımlar başladı. Köyler, insanlar, ormanlar yakıldı. Doğa kırımı yaşandı, insan kırımı yaşandı. Şimdide farklı bir sistem uygulayıp baraj yapıyorlar. Barajlarla doğa talanı yapıyorlar. Biz, bunlara karşı ekolojik bir mücadele yürütmeye kararlıyız” diye konuştu.
‘DİCLE’NİN KADERİ FIRAT NEHRİNE BENZEMESİN’
Hevsel Koruma Derneğin’den Zeki Koray, Hevsel Bahçeleri’nin tarihine değinerek, şunları söyledi: “UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer almasına rağmen ilmek ilmek yok edilmeye çalışılıyor. Bizler de ‘Bereketli Hilal’in bir parçasıyız, ama şuan görüyoruz ki çok büyük talanlar yapılıyor. Fırat Nehri’nden şuan bahsedemiyoruz, çünkü barajlar ile yok edilmiş durumda. Ancak bizler diyoruz ki: Dicle’nin de kaderi Fırat Nehri’ne benzemesin. Yapılan projeler direnişler sonucunda durduruldu ancak şuan yavaş yavaş bu yıkımlar devam ediyor.”
‘DEVLET, DERSİM DOĞASINA FARKLI POLİTİKALAR GELİŞTİRİYOR’
Munzur Özgür Aksın Platformu Orhan Çelebi ise, Dersim’e yönelik saldırılara işaret ederek, Dersim’in bu saldırılara karşı direndiğini kaydetti. Dersim’in doğasına yönelik gerçekleştirilemeye çalışılan tahribatlara işaret eden Çelebi, şunları dile getirdi: “Devlet, Dersim doğasına farklı politikalar geliştiriyor. Dersim’in vadileri var ve o vadiler üzerinden dört baraj yapıldı. Munzur Vadisi’ne tüm çabalarımız rağmen orada bir peyzaj yapıldı. Ve yapılan peyzajın oraya uygun olmadığını defalarca belirttik. Bizim için oradaki en tehlikeli şey maden ocaklarıdır. O ocaklar Dersim dağlarında ve Munzur Dağları’nda açılıyor. Biz, önümüzdeki süreçte bunlara karşı durmak için çalışmalar içinde olacağız. Bu sorunlar tüm canlıların sorunlarıdır, hepimiz birlikte buna dur demeliyiz. Dersim’de dilimize kültürümüze sistematik bir şiddet var ve bunu doğa kırımı ile başarmaya çalışıyorlar”
“Ekolojiye yönelik saldırıların politik arka planı” isimli panel ve “Yıkım politikalarına karşı çözüm yolları” isimli forum ile devam ediyor.
Kaynak: Artı Gerçek