Yeni yaşam’dan Hasan Akbaba Ali Ekber Kaypakkaya ile 18 Mayıs 1973’te işkence ile katledilen İbrahim Kaypakkaya’yı konuştu:
Türkiye devrim tarihinde ser verip sır vermeyen önder olarak hafızalara kazınan İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 48. yıldönümü. Kaypakkaya, dönemin diğer Türk sosyalist ve komünist gruplarının aksine eylem ve görüşleriyle Kemalizm ile bağlarını koparmasının ardından, ulus-devlet ideolojisinin karşısında duran, azınlık hakları üzerine inşa ettiği kendi yolunu ve çizgisini ortaya çıkartmıştır. Bugün hala devam etmekte olan Kürt sorunu için kendi çağının devrimcileri Doğu Sorunu derken o “Kürtler de bir ulustur ve kendi kaderlerini belirleme hakları vardır” deme cesaretini göstermişti.
Dersim’de girdiği bir çatışmadan kaçarken ayakları donmak üzereyken yakalanan Kaypakkaya götürüldüğü hastanede parmakları kesilir. Diyarbakır’da dört ay süren sorgulama ve işkencelerden sonra 18 Mayıs 1973’te katledilir. Ölümü kayıtlara intihar olarak geçer.
Bizler de katledilişinin yıldönümünde kardeşi Ali Ekber Kaypakkaya ile konuştuk.
Öncelikle aile yapınızdan ve abinizden bahsedebilir misiniz, nasıl bir aileydiniz, abiniz nasıl bir insandı?
Çorum’un Karakaya Köyü’nde yoksul bir aile. Ailenin toplam tarım arazisi bir çift öküzle sürülebilecek kadar. Tüm mal varlığı, 1 eşek, 2-3 koyun ve bir çift öküz. Sürekli geçim sıkıntısı çeken ailenin mali yükünü taşıyan babam (Ali Kaypakkaya) bir yandan tarım işleriyle uğraşıyor diğer yandan da inşaat işleriyle ailesinin geçimini sağlamaya çalışıyor. İbrahim bu yoksul ve çok çocuklu ailenin ilk çocuğu olarak, -resmi kayıtlara göre 1949, babamın söylediğine göre 1948 yılında- dünyaya gelir. İbrahim köyde okul olmadığı için ilkokulu 3 değişik köyde okur(akrabaların yanında). Ailenin en büyük oğlu olarak sorumluluklarından biri hayvanları otlatmak. Okumayı seven, zeki bir çocuk. Hasanoğlan Öğretmen Okulu sınavlarını kazanan İbo, ilk sosyalist düşüncelerle burada tanışır. Yoksul bir ailenin çocuğu olmaktan kaynaklı mücadeleci kişilik yapısı, sosyalist düşüncelerle birleşince kararlı devrimci bir aşamaya ulaşır. “Yeşili Sevmiyorum” adlı bir makale yazar Hasanoğlan’da. Bu makale nedeniyle bir öğretmeni ile çatışır: “kızılı mı seviyorsun” der İbo’ya. Kızılı sevmeye orada başlar.
Böyle devrimci bir önder Türkiye toplumuna bıraktığı devrimci mirasla beraber ailesine nasıl bir sorumluluk bıraktı bunu açar mısınız?
Sorumluluk duygusu ve kişilik yapısı genetik olarak sonraki kuşaklara ne denli geçer, onların kişiliklerinin oluşmasındaki payı nedir, bu konuda tatmin edici bir bilgi birikimine sahip değilim. Mirasa sahip çıkmanın, kan bağıyla bağlı olmakla değil, ancak ve ancak onun düşüncelerine sahip çıkmakla mümkün olduğu kanaatini taşıyorum. “Kan bağı geleneği”nin “dostlar” nezdinde haksız ayrıcalıkları beraberinde getirdiğinin farkında bir insan olarak bu ayrıcalıkların, haksız yüceltmelerin reddedilmesi gerektiğini vurgulamak isterim.
Bu durum, aile olarak bir çok sıkıntıya göğüs gerdiğimiz, mücadele ettiğimiz ve hala da aileye yönelik baskıların devam ettiği gerçeğini görmezden gelmemize yol açmamalı. İbrahim; yaşam pratiği ve bu pratiğin berrak hale getirdiği düşünceleri ve yazıları bütünlüklü olarak değerlendirildiğinde, sadece aileye değil, ortaya koyduğu düşüncelerin takipçisi olduğunu iddia edenlere de büyük miras bırakmıştır. Bu mirastan ne kadar yararlanılmış, bu mirasın üzerine ne kadar yeni şey inşa edilmiş sorunsalı ayrı bir tartışma konusu bana göre. Onun en büyük mirası, doğru bildiklerini, hayatı pahasına savunma cesaretini ortaya koyması, bunu zengin bir bilimsel ve kültürel birikim üzerine oturtmasıdır.
Kaypakkaya’nın ideolojisini siz nasıl yorumluyorsunuz?
Bir ideoloji formuna bürünmüş her şey ölüdür; katıdır. İbrahim’i, dönemindeki birçok sosyalist aydından, yazardan, eylemciden ayıran şey tam da burasıdır. “İbrahim’in ideolojisi” sözünden, bu nedenle imtina ediyorum. İbrahim’in düşüncesi ve yaşam pratiği, temel ilkelerin içi boş bir tekrarından ibaret değildir. Bir praksistir. Bu praksisin temeli, mevcut paradigmaca kuşatılmış kültürel ve siyasal ortamdan kopuş ve alternatif bir siyasi ve örgütsel yapı ve bu yapıya rehberlik edecek bir strateji oluşturmaktadır. Onun yazılarında ileri sürdüğü görüşe göre, egemen Kemalist ideolojinin kılcal damarlarına kadar nüfuz ettiği, bu nedenle, Kürt’e Kürt, Çerkez’e Çerkez, Ermeni’ye Ermeni, Rum’a Rum demenin zul sayıldığı bir ortamda, bir uluslar hapishanesine dönüştürülmüş Anadolu topraklarında özgürleşmenin önündeki engellere işaret etmiş; o dönemde birçoklarınca “feodalite ve doğu sorunu” olarak ifade edilen şeyi milliyetler sorunu olarak ortaya koymuştur. Milliyetler sorunun ayrıntılı bir analizini yapan İbrahim, milli meselenin esasının Kürt sorunu olduğunu ifade etmiştir. Onun yazılarında önemle ele alınan konulardan biri Kemalizm tezleridir. Bu tezlere koşut olarak kurgulanan parti, devlet ve devrim sorunudur. İbrahim’in belirlemelerine göre, Kemalizm, kimilerince küçük burjuvazinin sol kanadı; kimilerince de, burjuva ve feodallerin henüz devlet aygıtına tam sahip olacak güce sahip olmadığı bir dönemde, (Marks’ın Louise Bonaparte’ın 18. Brumaire’i isimli kitabında dile getirdiği görüşlere atfen) görece özerk bir devlet bürokrasisinin (asker, sivil, aydın zümrenin oluşturduğu bir bürokratik yapının) “devlet eliyle milli burjuvazi yaratmaya” giriştiği bir dönemin ilerici bir ideolojisi olarak görülür. İbrahim bu görüşlere kökten karşı çıkar; Kemalizmin, İttihat ve Terakki artıklarından (komprador burjuvazi ve toprak ağalarının işbirliğiyle) oluşan hakim sınıfların ideolojisi olduğunu, dolayısıyla ezilen sınıfların bir müttefiki olarak asla kabul edilemeyeceğini vurgular. Bu temel üzerine kurguladığı “cephe, devrimin yolu ve parti” anlayışıyla dönemin sol hareketlerinden farklı bir teori ve pratiği sergiler.
Kaypakkaya yaşamı, katledilişi ve sonrasındaki devletin ona karşı tutumuna baktığımızda diğer dönem önderlerine göre bariz farklılıklar görebiliyoruz. Buna dayanarak Kaypakkaya için Türkiye solunun bir turnusolu diyebilir miyiz?
Bir önceki soruda, Kaypakkaya’nın düşüncesi egemen sınıf paradigmasından köklü bir kopuşu ifade ettiğini belirtmiştim. Bir başka deyişle, egemen ideolojiye karşı, cepheden onun bütün argümanlarını alt etmek için karşı bir hamledir. Bu nedenle, İbrahim Kaypakkaya ve onun ileri sürdüğü tezler, egemen sınıflar için ayrı bir yere sahiptir. Yaşadığı dönemin MİT raporlarında ihtilalci Marksizmin Türkiye’ye uyarlanması olarak değerlendirilmiş; 1973 ocağında yakalanmasının ardından işkencede katledilerek, izleri silinmeye çalışılmıştır. Bu yönüyle İbrahim’in düşünceleri ve yaşam pratiğine nereden bakıldığı, bunu yapan siyasi yapılanmanın niteliğiyle ilgili fikirler veren bir turnusol kağıdı işlevi elbette ki taşımaktadır. Ona göre sosyalist olmanın yolu, hakim ulus milliyetçiliğinin izlerini dünya görüşünüzden bütünüyle arındırmaktır. Bu pozisyonda değilseniz, elbette ki, İbrahim’den uzak durmaya tabii ki gayret edersiniz. Onu görmezden gelir, sanki hiç yaşamamış gibi davranırsınız. Birçoklarının yaptığı zaten bu.
Bir dönem aile olarak soyadınızı değiştirme gibi durumlarınız olduğu basına yansıdı. Tam olarak ne oldu açıklık getirmek için paylaşabilir misiniz?
1979 yılı doğumlu, 2019 yılında kalp krizinden kaybettiğimiz en küçük kardeşimiz, canımız İbrahim’in küçükken yaşadığı bir sorundan dolayı babam böyle bir karar aldı. 12 Eylül darbesinin rüzgarlarının sert estiği, işkencelerin, gözaltların, ölümlerin ve korkunun yoğun yaşandığı bir dönemdi. Mahallenin çocuklarının bizden bir vebalıdan kaçar gibi uzak durduğu, ailelerinin özellikle uzak durmaları için çocuklarını öğütlediği bir dönem. 18 yaşındayım Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldım bir süre. Görüş kağıdına İbrahim Kaypakkaya’nın (en küçüğümüzün) ismini de yazdım. Getirirlerse görüşte bir sorun çıkmasın diye. Beni apar topar koğuştan aldılar, birçok kapıyı geçtikten sonra cezaevi amirinin karşısına çıkardılar. Elindeki kağıtta küçük İbrahim’in adını işaret ediyordu. “Nerede yaşıyor bu? Adresini ver” diyordu. “Siz karıştırıyorsunuz. Büyük İbrahim değil bu. Onu Diyarbakır’da işkencelerden sonra kurşuna dizerek öldürdünüz” dedim. Kundaktaki çocuğa yakalama operasyonu düzenleyeceklerdi belki de. Kaypakkaya soyadına o kadar düşmandılar. Esas sorun bu değil tabii ki: Küçük İbo ortaokulda okurken, öğretmenlerinden biri ona kafayı takıyor (darbe dönemlerinin sonları). Küçücük çocukla uğraşıyor, rahatsız etmek için elinden gelen ne varsa yapıyor. Babam için bardağı taşıran son damla bu. “Daha şimdiden bu şekilde davranışlara maruz kalırsak, bu çocuğun hayatı için hiç de iyi olmaz diye düşünüyor” babam. Kararını veriyor. Onurla taşıdığı soyadını köyünün ismi olan Karakaya ile değiştiriyor. İbrahim’in soyadı da otomatik olarak değişmiş oluyor. Bizler 18 yaşından büyük olduğumuz için soyadımız değişmeden kalıyor. Durum bu.
68 kuşağına ait bir çok devrimci önderin her sene yıldönümlerinde mezarları başında kitlesel anmalar yapılırken Kaypakkaya’da devletin farklı bir tutumunu görmekteyiz. Bu duruma karşın neler söylemek istersiniz?
Hepimiz biliyoruz bir gerçek var: mızrağı neresinden sokarsanız sokan çuvala girmiyor, sığmıyor bir türlü. Çuvala sığmayan bir mızrak, egemenleri rahatsız ediyor. Mezarı başına kimse gelmesin, kimse onu hatırlamasın, anmasın istiyorlar. Belki ellerinden gelse otopsi yapıyoruz diye parçaladıkları cesedini dahi babama vermeyeceklerdi. Yapılmayan bir şey değil nihayetinde. Her yıl anma günlerinde İbrahim’in mezarının da bulunduğu köy mezarlığının önüne büyük barikatlar kurulur. Kimse girmesin, kimse ulaşamasın İbrahim’in mezarına diye. Ailesi olarak mezarlarımızı ziyaret ediyoruz diye yargılanırız, sorgulanırız sık sık. Sonuç olarak hiçbir insan hatadan, yanlıştan muaf değildir. Mutlaka onun görüşlerinde de yaşadıklarında da yaptığı yanlışlar, hatalar olmuştur. Olabilir. Ama o bizim en büyük ağabeyimiz, küçükken bize marşlar öğreten, bütün aile üyelerini boy sırasına geçirip bize hiçbir gerekçe yokken halaylar çektiren, üzüldüğümüzde sığındığımız, matraklıklarına güldüğümüz kahramanımız. O bizim için göklerde uçan bir kartaldır ve hep kartal olarak kalacak.
Kaynak: Yeni Yaşam
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()