Türkiye iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Her geçen gün ise ölen işçi sayısı artıyor. Sanayi kenti olan Denizli’de, fabrikalar binlerce insana ekmek kapısı oldu. Devletin belirlediği yasalar ile işçilerin İş Sağlığı ve İş Güvenliği konusunda hakları mevcut. Peki işçiler bu haklarını ne kadar biliyor? Sorunun yanıtını Aynahaber.net olarak “İş Sağlığı ve İş Güvenliği” konusundaki birçok iş kazası davasında bulunmuş ve iş hukukunda yetkin bilgilere sahip Denizlili Avukat Yıldırım Aycan ile gerçekleştirdiğimiz röportaj ile öğrendik.
Mükerrem Yollu: İş sağlığı ve güvenliği konusunda yasalar ne kadar yeterli?
Yıldırım Aycan: Öncelikle bu bir kültür meselesidir. Siz hangi yasayı düzenlerseniz düzenleyin, bu yasaları uygulayacak olan insanlardır. En mükemmel yasanın bile açığını bulmak her zaman için mümkündür. Bizde, işverenler veya işçiler arasında İSG konusunda yeterli kültürel birikim yok. Asıl sebeplerden birisi bu. İnsana verilen değer yeterince yerinde değil.
Hukuk düzenimizde ise bu tip olaylarda yaptırımların yeterli olduğunu söyleyemem. Genellikle Türk Ceza Kanunu’nun taksirle öldürmeye ya da yaralanmaya sebebiyet vermek ile ilgili hükümleri, bir iş kazasında uygulanıyor. Hâlbuki taksirle yaralamanın ötesinde görmek gerekir. İşverenin bir ihmali veya tedbirsizliği bir insanın ve ona bağlı birçok insanın hayatının kararmasına sebebiyet veriyor. Ölümlere yaralanmalara ömür boyu sakat kalmaya sebebiyet veriyor.
Bu olaylarda tek başına yarayı alan değil, onun baktığı insanlarda mağdur oluyor. Bu nedenle böyle olaylara bakarken biraz yasayla birlikte kültürel yönden de bakmakta fayda var. Şimdiye kadar çok iş kazasında mağdur olan insanları gördüm. Hukuk bu mağduriyeti giderebiliyor mu? Asla. Kopan bir kolu kayıp giden bir canı hiçbir paranın yerine getirmesi mümkün değil.
“KAZALARIN EN BÜYÜK NEDENİ MAKİNELERİN YETERSİZLİĞİ”
Mükerrem Yollu: 6331 sayılı kanun İş sağlığı ve güvenliği açısından yeterli mi? Kanunun gerekleri uygulanıyor mu? Yoksa kanun uyduruluyor mu?
Yıldırım Aycan: Elbette uygulayan işverenler var ama bir çoğunluk bu olayı pek ciddiye almıyor. Örneğin sanayileşme kültürünün tam oluşmamasının da etkileri var. Burada iş kazlarının oluşmasındaki en büyük etkilerinden biri iş makinelerindeki yetersizlikler. İlkel iş makinaları kullanılıyor. O makinelerin üzerinde yeterli önlemler konulmuyor bu da kazalara sebebiyet veriyor. Bazen de vahşi kapitalizmin getirdiği aşırı kar hırsı iş kazalarına sebep oluyor. Burada yalnız çalışanların değil başkalarının da hayatını sonlandıracak kazalar yaşanıyor. Daha fazla çalışmaya zorluyorlar. İnsan bedeninin de bir dayanma gücü var. O dayanma gücünün sonunda otobüs şoförünün, çalışanların, yolcuların da hayatı tehlikeye giriyor. Yolcu olmayan birinin bile hayatı tehlikeye giriyor. Yani bu bir kültür meselesi derken söylediğim buydu.
“İŞÇİLERİN İŞTEN KAÇINMA HAKKI VAR”
Mükerrem Yollu: İşçiler gerekli düzenlemeler yapılmaması durumunda çalışmadan kaçınma hakkını kullanması mümkün mü?
Yıldırım Aycan: İSG tedbirleri işveren alacak iş güvenliği uzmanları tutuyor. O İSG uzmanları işçilere eğitim veriyor. Ama bu eğitimler genellikle göstermelik oluyor. İçten, gerçekten öğretmek ve içeriği tamamlamak için yapılmıyor. Genellikle bir deftere imzaları tamamlamak için yapılıyor bu eğitimler. Gerekli eğitim verilmiyor. İşverenin de gerekli eğitimi aldığı yok. İşçilere eğitim verildiği gibi işverene de verilmesi lazım. İSG uzmanlarının patronunun işveren olması bu işi biraz da çıkmaza götürüyor. İSG uzmanı gidiyor orada çalışıyor. İşverenin hoşuna gitmeyecek bir davranışta bulunması mümkün değil çünkü o tarihte iş akdi fes edilebilir. Bu tehdit var. Dolayısıyla İSG uzmanlarının yönetiminin işverende olması eğitimleri işlevsiz hale getiriyor.
Mükerrem Yollu: İşçilerin pek çoğu haklarını bilmiyor? Örneğin işçinin “çalışmadan kaçınma hakkı” var. Bu hak kullanılıyor mu?
Yıldırım Aycan: İşçi kendi yaşamını tehlikeye atacak bir işi yapmama hakkına sahip. Bu en doğal hakkı. Ama Türkiye’de bu hakkı kullanamayız. Çünkü o hakkı kullandığı takdirde işsiz kalma tehlikesi var. İşsiz kalma tehlikesinin yanı sıra iş bulamama tehlikesi de var. Bu baskı işçinin demokratik hakkını kullanmasına mani olmakta. İşçi tehlikeyi gördüğünde yapmayacağım derse kapının önüne koyuluyor. Kapının önüne koyulduğunda dava açar hakkını arar diyoruz ama tazminatını alması en az 2 yıl. Bu süre zarfında da başka yerde iş bulamıyor. Bu da işçinin bile bile kanunsuz emre boyun eğmesini gerektiriyor.
Örgütlü azınlık, örgütsüz çoğunluğa hakim olur. Sanayicilerin miktarı az ama onların bir örgütleri var. Bunun mutlaka işveren sendikası olması gerekmiyor. İşveren, iş hayatına atılırken Sanayi Odası’na ya da Ticaret Odası’na kaydolmak zorunda. Devlet işverene sen burada örgütleneceksin diyor. Ancak işçiye böyle bir hak yok. Hatta işçiye kafasına yerleştirilmiş “Sendikaya üye olursan yanlış yaparsın” düşüncesi var. Sendikal örgütlenme adete suç gibi gösteriliyor. Herkese öğretilmiş bu. Ciddi bir toplumsal algı yaratılıyor. Bu algının oluşturduğu bir dağınıklık var. Dolayısıyla bir işçi sınıfı oluşamadı. Kendisini hala amele göre bir grup var ortada.
İşveren işçiye “Ben sana ekmek verdim” diyor ama bildiğimiz bir gerçek var. İşveren işçinin emeğinin bir kısmını alıyor. Yani o para kazanıyor işçi değil. İşçi olmasa, işverenin makinaları beş para etmez. Fabrikası beş para etmez. İşverenin ekmek verdiği falan yok. Tam tersine işçi 10 kuruşluk çalıştığında 5 kuruşu işverenin oluyor. Artık değer dediğimiz şey de işverenin aldığı 5 kuruştur. İşverenin elinde artık değer var, işçinin ise alnının teri bile yok.
“İŞÇİ İŞ KAZASI SONRASI POLİS SORGUSUNA MARUZ KALIYOR”
Mükerrem Yollu: İş kazası geçiren bir işçi hukuksal olarak hangi adımları atmalı?
Yıldırım Aycan: İş kazası geçiren işçiler, yaralı olarak hastaneye gittiğinde tedaviden önce polis sorgusuna maruz kalıyor. Şimdiye kadar gördüğüm olayların %90’ında işçi davacı olmadığını beyan ediyor. İşçi daha yoldayken suçlu olduğu ezberletiliyor. Can kaybı olduğunda, işçinin yakınları da genellikle aldatılıyor. İkna ediliyor.
İş kazası geçiren işçi “Eyvah sakat kaldım, bundan sonra çalışamayacağım. Bide patronu küstürecek olursam yandım” düşüncesinde. İşsiz kalan işçiler ciddi bir travma geçirir. Ama erkek işçilerde bu travma çok daha serttir. Çünkü çocukluğundan beri erkek çocuklarına, çalışıp ailesine bakma yükümlülüğü aşılanır. İşsiz kalan kadın işçide travma yaşar ama kadınların bu travmayı erkeklere göre daha rahat atlattığını söyleyebilirim.
Ölümlü iş kazası olduğunda Cumhuriyet Başsavcılığı duruma resen el koyacaktır. İş kurumu da resen işveren ve iş yeri hakkında araştırma yapacaktır. Bu kamu hukuku açısından yapılacak işlemlerdir. İşverenin ceza aldığını varsayarsak bile gerçek şu ki geri de kalanların karnını bu doyurmaz. O yüzden geride kalan yakınların dava açması gerekiyor. Destekten yoksun kalma ve manevi tazminat bicinde dava açarak zararlarını istemeleri gerekiyor.
Türkiye’deki yargılama giderleri oldukça yüksek olduğu için işsiz kalan sakat kalan insan maddi bakımdan olduğu için dava açamıyor. İşverenle pazarlık yaparken bile eşitler arası bir pazarlık olmuyor. Mahkemeye gittiğinde dava uzun ve masraflı sürüyor. İşçi bunun altından kalkamıyor. Dolayısıyla hakkını aramakta çok büyük güçlükler çekiyor. Bir başka detay da genellikle iş kazalarının tanığı aynı iş yerinde çalışan diğer işçiler. Ancak tanık olan işçiler kendi işlerinden olma tehlikesini yaşıyor. O nedenle tanıklık yapmaktan çekiniyorlar.
Bu konuda devletin yapması gereken birtakım tedbirler var. Birincisi iş kazası yaşandığında işverenin bütün mal varlığına otomatikman tedbir konmalı. İkincisi işçi bu davalarda hiçbir masraf ödememeli. Eğer devlet bu tedbirleri alırsa sorun daha kolay çözülebilir. Bir başka durum, işçi bu olaylarda kusursuz olduğunu ispat etmemeli, işveren kusursuz olduğunu ispat etme yükü altında kalmalı. Bu tedbirler alındığında işverenin daha titiz davranacağına inanıyorum.
Kaynak: https://www.aynahaber.net/haberler/gundem/iscinin-isten-kacinma-hakki-var/15511/
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()