Kadın sorunun sosyolojik ve politik yönlerinin arka planında hiç şüphesiz ki ekonomik sorunların varlığı önemli bir yer tutar. Kadın, ekonomik olarak ne kadar güçsüz, babasının, eşinin hatta erkek kardeşlerinin eline bakarsa o kadar bağımlı hale gelir, ev içine kapanır, bir bakıma kendisini besleyenin ‘kölesi’ haline gelir.

Kadının eve kapatılmasının en önemli faktörlerden birisi, ekonomik olarak bağımlı hale getirilmesidir. Kadın üniversite bitirmiş olsa dahi eğer ekonomik ilişkiler içerisinde yer almıyorsa, ekonomik olarak kendi yaşamını ikame edecek bir alan içerisinde bulunmuyorsa ya da aile/ev ekonomisine katkı sağlayamıyorsa, kaçınılmaz olarak aileden toplumsal ilişkilere kadar birçok alanda etki alanı zayıflıyor. Sadece ev yaşamı içinde çocuk büyütmek, yemek yapmak gibi sıradanlaşmış işlerle meşgul olmak dışında hiçbir yaratıcılık özelliği ya da yeteneği ortaya çıkmıyor. Dahası engelleniyor.

Kadınların verdiği mücadeleler sonucunda, toplumda cinsiyet eşitliğinin sağlanması için çalışma yaşamında aktif olmaya başladılar. Kadının eğitim alanındaki gelişmesine paralel olarak iş gücü piyasasına katılması hem ülke hem de ev ekonomisine yaptıkları katkılar daha fazla artmakta ve buna paralel olarak klasik bir deyimle ‘söz hakları’ çok daha fazla artmaktadır. Kadınların bu alandaki yoğun çabaları ve mücadeleleri önemli başarılar elde etmişse de halen küresel çapta kadınların çalışma dünyasında beklentileri erkeklerinkine eşit olmaktan çok uzak görünüyor.

Türkiye’de kadının cinsiyet eşitsizliğinin en önemli nedenlerden biri de işgücüne katılımı, işsizlik durumu, ücret eşitsizliği, eğitim düzeyleri aynı olmakla birlikte erkek ile kadın arasındaki ücret eşitsizliği, toplumsal dinamiklerdeki temsiliyet gücü gibi birçok faktörü sıralamak mümkün.

Tablo-1: Nüfusun işgücü durumu, 2014-2020

Yıllar 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus İş gücüne katılma oranı Katılma % oran
2014 56 986 28 786 50,5
2015 57 854 29 678 51,3
2016 58 720 30 535 52,0
2017 59 893 31 643 52,8
2018 60 654 32 274 53,2
2019 61 469 32 549 53,0
2020 62 579 30 873 49,3
Kaynak: TÜİK, İşgücü İstatistikleri, 2014-2020

2020 yılında, Türkiye’nin toplam nüfusu 83,6 milyon olup %49,9 yani 41,7 milyonu kadın, %50,1’i yani 41,9 milyonu erkek olarak verilmiş. Yani kadın ve erkek nüfus nerdeyse eşit görünüyor. Bu oranda ciddiye alınacak bir değişiklik olmayıp hemen her yıl aynı düzeyde devam ediyor.

2014 yılında 15 yaş üzerindeki nüfus 56,9 milyon olarak verilmiş. İşgücü olarak aktif olanların oranı ise 287 milyon olup %50,5’ denk gelmektedir. 2020 yılında ise 15 yaş üzeri nüfus 62,5 milyon olup 30,8 milyon yani %49,3’ü aktif işgücünü oluşturuyor. Aktif iş gücü oranının en yüksek olduğu yıllar 2018’de %53,2 ve 2019 yılında %53,0 olarak verilmiş. 2020 yılında %50’nin altına düşmesinin en önemli nedeni pandemi sürecidir.

Tablo-2: İşgücü Nüfusunda Erkek-Kadın

Yıllar            
Yıllar Erkek İş gücü % Oran Kadın İş gücü oranı % Oran
2014 28 145 20 057 71,3 28 841 8 729 30,3
2015 28 573 20 453 71,6 29 281 9 225 31,5
2016 29 031 20 899 72,0 29 689 9 637 32,5
2017 29 649 21 484 72,5 30 244 10 159 33,6
2018 30 007 21 801 72,7 30 647 10 473 34,2
2019 30 372 21 863 72,0 31 097 10 686 34,4
2020 30 956 21 105 68,2 31 623 9 768 30,9
Kaynak: TÜİK, İşgücü İstatistikleri, 2014-2020

Kadının toplumsal yaşamdaki yerini belirleyen faktörlerden biri de kadının işgücü içerindeki aktif konumudur.2014 yılında 28,1 milyon erkek iş gücü potansiyelini oluşturuyor. Bunların 20 milyonu yani %71,3’ü aktiftir. Aynı yıl 28,8 milyon kadın iş gücü potansiyeli oluştururken bunların ancak 8,7 milyonu yani %30,3’ü doğrudan işgücü içerisinde aktif görünüyor Yıllara göre bu oran birbirine yakın duruyor. 2020 yılında erkekler için işgücü oluşturanların sayısı 30,9 milyondur. Bunların %68,2’si yani 21,1 milyonu aktif işgücünü oluşturuyor.  Kadınlar da ise 31,7 milyon kadının sadece %30,9’u yani 9,7 milyonu işgücünü aktif olarak kullanıyor. 2017-2019 yılları arasında kadınların işgücüne aktif katılımında nispi bir artışın yaşandığı görülüyor. 2020 yılı içerisinde pandemi nedeniyle kadınların aktif iş gücü oranında belirgin bir düşüş göze çarpıyor.

Türkiye genelinde erkeklerin iş gücü oranlarındaki aktiflik oranı %70, kadınların ise %30 civarındadır. Hem genel olarak kadın nüfusu ile erkek nüfusu birbirine oldukça yakındır. Hatta nüfusun iş gücüne oranında kadın nüfusu daha fazladır. Ancak aktif işgücü içerisinde kadınların oranı erkeklerin ancak 3/1 kadardır.

Kadın ve erkek arasındaki ilişkinin işgücü bakımından cinsiyet eşitsizliğinin çok açık bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Hiç şüphesiz ki iş istihdamındaki eşitsizlik siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik hayattan bağımsız değildir. Kadının iş gücüne katılım oranlarındaki artış, ezilen kadınların hem aile içindeki etkisinin hem de toplumsal alanındaki etkilerinin artması giderek eşit haklara sahip cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını etkilen bir önemli bir faktör olacaktır. AB ülkelerinde bunu çok daha somut olarak görebiliyoruz. Avrupa’da kadının iş gücüne katılma oranı arttıkça toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırıldığını istatistiki verilerle tespit edilmiş.

Kadının işgücü istihdamına etkin bir şekilde katılmasıyla eğitim düzeyi arasında doğrudan bir bağ bulunuyor. Ülkelerin eğitim düzeyinde artan eğilimi ve kadınların eğitim düzeyindeki yükselen yüzde eğilimi işgücünde cinsiyet eşitsizliğini önemli oranda azalttığı yine AB ülkelerinden çok belirgin olarak görülmektedir. Aynı şekilde ülkemizde de kadınların eğitim düzeylerindeki artış işgücünün çok daha aktif olarak kullanılmasında önemli bir faktör olarak ön plana çıkmaktadır.

Tablo-3; İşgücüne katılan Kadın/Erkek Eğitim düzeyine göre oranları-2018-2019

  İşgücüne katılım oranı
2018   Okuryazar

 

 

olmayanlar

Lise Altı

 

 

Eğitimler

Lise Meslek ve Teknik Lise Yüksek Öğretim Toplam
Toplam 53,2 18,6 49,1 55,3 66,1 79,5 47,4
Erkek 72,7 31,4 69,3 72,3 81,1 86,1 65,7
Kadın 34,2 16,1 28,2 34,7 42,7 71,6 29,4
2019              
Toplam 53,0 18,2 48,3 54,2 65,1 79,3  45,7
Erkek 72,0 32,1 68,1 71,3 80,8 85,8  53,1
Kadın 34,4 15,4 28,0 34,1 42,2 71,5  28,7
               

İşgücüne katılım oranları eğitim düzeyine göre değişiklik gösteriyor. 2018/2019 yılı verileri dikkatle incelendiğinde kadının eğitim düzeyindeki artışla iç gücü yaşamında aktifleşmesi arasında doğrudan bir bağ var. 2018 yılında okuryazar olmayan erkeklerin % 34’4’ü iş gücünde aktif olarak yer alırken kadınlarda bu oran % 16,1’de kalmış.   2019 yılında okur-yazar olmayan erkeklerin % 32,1’i kadınların % 15’4’ü ancak işgücünü aktif olarak kullanabiliyorlar. Eğitimi ortaokul seviyesinde olan erkeklerin % 69,3’ü ve kadınların % 28,2’si aktif iş gücü içerisinde yer almaktadırlar. Lise eğitimi olanlarda erkeklerin oranı 72,3 ve kadınların % 34,7’si işgücünü aktif olarak kullanmaktadırlar. Meslek ve Teknik Liselerde de durum aynıdır. Aynı eğitim düzeyine sahip olan erkeklerin iş gücü içerisindeki aktif pozisyonu kadınların 2 katıdır. Ancak bu durum yüksek öğrenime gelince değişmektedir. 2018 yılında Yüksek Öğretim düzeyinde eğitime sahip olan erkeklerin % 86,1’i ve kadınların % 42,7’si aktif iş gücü içerisinde yer almaktadırlar. 2019 yılı için de durum aynıdır. Yani eğitim düzeyi arttıkça kadınların iş gücü istihdamı içerisinde oranlar artmaktadır. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranı % 15, Ortaokul yüzeyinde olanların % 28, Meslek ve Teknik Lise eğitiminde bu oran % 43’e ve Üniversite düzeyindeki eğitimde bu oran % 72 civarına yükselmiş. İstatistiki veriler dikkate alındığında kadının eğitim düzeyinin artmasıyla iş gücünü çok daha aktif olarak kullanması arasındaki artan bağın önemi çok belirgin olarak ön plana çıkıyor. Hiç şüphesiz ki, eğitim düzeyinin artışı tek başına belirleyici olmaz. Ancak önemli bir faktör olduğunu eğitim düzeyi arttıkça kadının ekonomik-sosyal yaşama katılımı da çok daha aktif olarak artmaktadır.

Tablo-4; Çalışma hayatı süreleri, 2013-2019

  2014 2015 2016 2017 2018 2019
Toplam 27,3 27,8 28,3 28,9 29,0 28,9
Erkek 37,9 38,2 38,7 39,0 39,3 39,0
Kadın 16,5 17,2 17,8 18,5 19,0 19,1

 

 

Türkiye’de işgücü piyasalarındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini belirgin farklılıklardan biri de yıllık çalışma süreleridir. İşgücü içerisinde çalışma süreleri hem kadının günlük aktiflik durumunu hem de ücret durumunu etkileyen önemli bir faktördür. Kadınların çalışma hayatında belirgin bir artış olmasına rağmen beklenilenin çok altında olduğu görülüyor. Örneğin 2014 yılında 15 yaş üstü kadınların ve erkeklerin hayatları boyunca çalışma süreleri erkeklerde 37,9 yıl, kadınlarda ise 16,5 yıl olarak belirlenmiş. 2019 yılında ise erkeklerde çalışma süreleri 39 yıl kadınlarda ise 19 yıl olarak verilmiş. Yani yaşam içerisinde erkeklerin kadınlardan 2 kat daha fazla çalıştıkları tespit edilmiş Bunun sosyo-kültürel faktörlerinden ekonomik-politik etkenlere kadar birçok noktanın etkili olduğunu belirtmiştik. Ayrıca “Türkiye’de sigortasız çalışanların büyük kısmının kadın işçiler olduğu, çocuk yaşta işe başladıkları, emeklilik dönemine gelmeden çok önce işlerini terk ettikleri” belirtilmiştir. Bu nedenle hizmet sektöründen tekstil ve tarım gibi sahalarda çalışan kadınların çok büyük bir kısmının sigortalı çalıştırılmadıkları ve bu nedenle çalışır durumda bir kayıtlarının olmadığı bilinmektedir.

Tablo 5: Türkiye’de Eğitim Durumuna Göre Yıllık Ortalama Brüt Kazanç ve Cinsiyete Dayalı Ücret Farkı (2018)

  Yıllık Ortalama Brüt Kazanç (TL)  

 

 

Cinsiyete Dayalı Ücret Farkı

  Toplam Erkek Kadın  
İlkokul ve altı 33.765 35.666 28.294 %20,7
İlköğretim ve ortaokul 33.383 34.702 28.720 %17,2
Lise 35.812 37.334 32.013 %14,3
Meslek lisesi 47.532 50.820 36.183 %28,8
Yüksekokul ve üstü 66.786 73.095 58.754 %19,6
Toplam 46.358 47.515 43.866 %7,7
Kaynak: TÜİK, https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Kazanc-Yapisi-Arastirmasi-2018-30580

Eğitim düzeyi yüksek olan kadınlar dışarda tutulduğunda kadınların önemli bir kesimi düşük cüretli emeğin kullanıldığı alanlarda çalıştıkları gözlemlenmektedir.  Aynı eğitim düzeyine sahip olan erkek ve kadınlar arasında ücret farklılığı çok belirgin olarak göze çarpmaktadır. Eğitim düzeyi Lise olan erkeklerin yıllık kazançları 35 812 TL, kadınların ise 32 013 TL olarak verilmiş olup aradaki fark % 14,3’tür. Aynı şekilde Meslek Lisesi mezunu olan bir erkeğin yıllık kazancı 50 820 TL, kadının ise 36 183 TL olup aradaki fark %28,8 olarak belirlenmiş. Ücret farkının en düşük olduğu alan ise Yüksekokul ve Üniversite eğitiminde olanlarda görülüyor. Erkeklerin yıllık kazancı 37 515 TL ve kadınların ise 43 866 TL olarak verilmiş. Aradaki fark %7,7 olarak verilmiş. Üniversite eğitim aynı düzeyde olan erkek ve kadınlar arasındaki farklı %7’nin üzerinde olması dahi cinsiyet eşitsizliğinin çok açık bir örneğidir. “Günümüzde kadınların işgücü piyasalarında yaşadığı ayrımcılıklar ve cinsiyete dayalı ücret ayrımcılığı önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Bu durum değişmekte olsa bile gelinen noktada aradaki farkların hâlâ azımsanamayacak ölçüde olduğu söylenebilir. Bu konuda özellikle ücret eşitsizliğini önlemeye yönelik alınan tedbirler ve yapılan yasal düzenlemeler henüz başarıya ulaşamamıştır. Yapılan yasal düzlemler hukuksal olarak bir eşitlik olmasına rağmen işverenler tarafından ‘eşit işe eşit ücret’ politikasının uygulanmaması sebebiyle sorun güncelliğini korumaktadır.”  İşgücünü aktif olarak kullanan kadınların önemli bir kısmında kendilerine özel bir banka hesabı bulunmamaktadır.  Aylık ücretleri ya babanın ya da eşin hesabına yatırılmaktadır. Böylelikle kadının almış olduğu aylık ücreti üzerinde dahi tasarruf yetkisi bulunmamaktadır.

Türkiye’de kadınların erkeklere göre ekonomik, sosyal ve politik hayattaki konumları, sürekli bir dezavantaj olarak görülmekte ve gündelik yaşamda bu durum çok belirgin olarak hissedilmektedir. AB ülkelerinde de bu eşitsizlik belirli oranda görülmesine rağmen hızla aşıldığını söyleyebiliriz. Yasal mevzuattaki hukuksal kuralların varlığı tek başına belirleyici olmadığı bilinmektedir. Bu nedenle ekonomik ve sosyal alanda cinsiyet eşitliğinin sağlanması esasen kültürel-toplumsal bir sorundur. Cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için kadının eğitim alanındaki pozisyonunun güçlenmesi ve ekonomik ilişkilerdeki etki alanın çok daha fazla artması bir zorunluluktur. Bunun yüzlerce yıllara dayanan devlet-erk ya da erkek egemenlik sisteminin zihinsel olarak çözümlenmesidir. Edinilmiş alışkanlıkların aşılması ve toplumsal-zihinsel bir dönüşümün sağlanarak cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılmasında kadının toplumsal üretim içerisinde etkinliğini arttırması ve işgücü alanında çok daha aktif bir özne haline gelmesiyle olanaklıdır. Kadının işgücünün kullanımı içerisindeki konumunun daha aktif bir duruma gelmesi aynı zamanda ‘aile içinde ve dışında kadınlara yönelik şiddetin ve tacizin azalmasını, kadınların çalışma hayatında daha çok yer bulmasını kadınların eğitim, meslek edinme, kültür, sağlık, bilim gibi pek çok alanda erkeklerle eşit fırsatlara sahip olmasını, her düzeyde politik karar alma süreçlerine daha fazla katılımını’ sağlayacaktır.

Kaynak: Yeni Yaşam

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…