Fotoğraf: Capital and Labour, Elif Uras, 2016
Pandemi, içinde yaşadığımız patriyarkal kapitalizme dair bir sürü varsayımı yıktı, başarı örtüsünün altına gizlenen başarı hikayelerini hırpaladı. Kapanma dönemlerinde bir kent hayatı için hangi işlerin temel, hangilerinin ticaretin köpüğü olduğunu ortaya çıkarmakla kalmadı; evlerin içerisinde kaldıkça ve kadınların üstüne yıkıldıkça görünmezleştirilen işlerin de yaşamsallığına işaret etti. Dahası ev işlerinin adil paylaşıldığı ve çocuk bakımının sosyal örgütlenmesi için feminizme gerek kalmadığı iddia edilen toplumlardaki eşitsizlikleri de ifşa etti. Evlere taşınan işler, kamusal alan ve özel alan ayrımının, kadınların evde yakalarını bırakmayan işlerden kısmi olarak kaçabilmelerinin olanaklarını yok ederken, bazı iş alanlarında ücretli işlerin de uykuları bölerek kendini dayatmasını beraberinde getirdi.
Kapitalist birikim modelinin ölçeğinin ve katmanlarının, pandemiyle beraber genişlediğini, hanelerin içine daha fazla tesir ettiğini görüyoruz. Dahası, bazı kentlerde kapanma nedeniyle kesintiye uğrayan bakım işlerinin toplumsal örgütlenmelerinin hayatı sürdürülemez hale getirecek kadar büyük bir genel grev etkisiyle sarstığını da fark ettiğimizde, kapitalist birikim dinamiklerinin, nasıl da patriyarkanın mekanı toplumsal olarak örgütlediğine göre şekillendiğini görmemek mümkün olamaz sanırım. Gözümüzün önünde, büyük uluslararası sermayedarların işlerin evden yapılacağını ilan etmesiyle, kadın işsizliğinin arasında kocaman uçurum oluşuyor. Giderek daha fazla iş, günlük zamanını vakfetme kapasitesi bulunan erkeklerin ellerinde toplanırken kadınlar, üstlerine yıkılmış olan ve karşılığı ödenmeyen emek zamanının gündelik hayatlarında kapladığı süre yüzünden daha fazla ücretli iş ilişkisinden uzaklaşıyor ve erkeklere daha fazla bağımlı hale geliyor, zira kapanma döneminde en fazla bahsedilen durumun ev içi şiddet olması, açık bir gösterge kabul edilmeli. Ancak pandemi sürecinde gebelik oranlarının düşmesi ve bazı toplumlarda boşanma oranlarının artması da kadınların gündelik hayatlarındaki bir başka isyan biçimi olabilir. Bu durum heteronormatif aile zemininde örgütlenmiş patriyarkal kapitalizmle mücadelenin de daha inceltilmiş yollarını ve biçimleri üretmeyi zorunlu kılıyor.
Dünyanın her yerinde oldukça farklı biçimlerde, toplumsal cinsiyete içkin etnisite, sınıf, göçmenlik ve daha pek çok duruma göre bambaşka yaşanıyor hayat. Katman katman şiddet, sömürü ve eziyetten bahsetmek mümkün olduğu gibi, çeşitli mücadele biçimleri de umut kaynağı. Cinsiyetli ve ırklı olarak kurulmuş ücretli emek sistemi, gündelik hayat ve iktidar ilişkileri içinde kadınlar olarak kendimize direnecek yollar bulup, yalnızlık dayatmasına karşın çeşitli dayanışmalar üretebiliyoruz. Mağduru olduğumuz sistemin öznesi olmak için, küçük ama önemli adımları atıyoruz, stratejiler belirliyoruz.
Bugünlerde hem kadın işsizliği rakamları hem de evlerdeki iş yüklerimizin tüketircesine üstümüze yıkıldığına dair çok miktarda rapor, araştırma ve veri açıklanıyor. Pandemiye karşı sermaye birikim döngülerinin sürmesi için acil üretilen çözümler, beklenen fedakârlıklar kapitalistlerce o kadar sahiplenildi ki bundan sonraki hayatımızın böyle olacağı fikrine bizleri alıştırmak istiyorlar. Devletlerin yönetimine geçen iktidarlar tarafından bütçede çözülemeyen sorun olarak gördüğümüz bakım işleri, tamamen kadınların üstüne kaldı kapanma dönemlerinde. Hatta evlerde online eğitim denilen ve çocuklar için yararlı olmadığı genellikle ifade edilen eğitim de ebeveynlerin üstünde bir zaman yükü olarak kaldı.
Pandemi nedeniyle yaygınlaşan ve pandemi sonrası süreçte de devam edeceği görülen çalışma rejimleri evden çalışmayı ve daha esnek bir çalışmayı dayatıyor. Özellikle parça başı veya projeye dayalı uzaktan çalışanlar için, kadınların evdeki çalışma zamanı erkeklerden farklı olarak gündelik ev ve bakım işleriyle beraber düzenleniyor. Ücretli işten elde edilen gelirin yetip yetmemesine bağlı olarak bakım ve temizlik hizmetleri piyasadan satın alınabiliniyor elbette. Bu durumda bile işlerin organize edilme sorumluluğu kadına aittir. Kadınların ücretli işte çalışmaları ancak bu pazarlıkla, yani ev ve bakım işlerinin öncelikle yapılması veya yapılamıyorsa kadın tarafından telafi edilebilmesi şartına bağlıdır. Zira bu yükler, kadınları zaman yoksulluğuna ve dolaylı olarak gelir yoksulluğuna maruz bırakır; emek gücünün erkeklere göre daha düşük değerlenmesini beraberinde getirir. Zaten aynı mesleği yapıp eşdeğer vasfa sahip olsalar da kadınlar ve erkekler arasında cinsiyete dayalı ücret farkı varken, kadınlar hem zaman hem de ücret açısından evde çalıştıklarında daha fazla yoksullaşma riski ile karşı karşıya olabiliyorlar.
Eve taşınan işler ise, kadınların bu durumu telafi edebilme imkanını, onların elinden almakla kalmaz. Evin kendisinin işyeri haline gelmesiyle kadının karşılığı ödenen ve ödenmeyen emek zamanını da birbirine ekler. Dahası işverenlerin veya yöneticilerin, online erişimi çalışma saatlerini hiçe sayan şekillerde gerçekleştirmesi de kadınların duygusal ve fiziksel olarak tükenmişlik aşamasına gelmesinin nedenleri arasında.
Evde yapılan işlerin bir kısmı, mesleki olarak daha güvensiz ortamda ve kötü koşullarda çalışmayı da beraberinde getiriyor. Örneğin ev eksenli çalışma, tekstil ve metal iş kolunda yoğunlukla görüldüğü haliyle, evleri fabrikaların sözleşmesiz ve görünmez uzantısı haline getiriyor. Daha iyi koşullarda evlerin ofislerin uzantısı olması gibi. Böyle işlerin kadınların evden çıkmasını imkansız kıldığı gibi sıklıkla fiziksel kalıcı hasarlar yarattığı da bilinmekte. Ancak ev eksenli işlerde çalışan kadınlar ücretli işte çalıştıklarının bile farkında olmadan, sömürü zincirinin son halkasını oluşturuyor.

Aart-Jan Venema.
Evde çalışmanın pek çok kadın için bir statü sembolü haline geldiği de açık. Çoğunlukla büyük kentlerdeki kirası yüksek yaşam alanlarından uzakta kurulan fabrikalar ve organize sanayi bölgelerindeki atölyeler, kadınlar için çalışmanın ve ulaşmanın güvensiz hale geldiği alanlar. Bu üretim mekanlarında sıklıkla erkeklerden farklı olarak kadınlar mobbing ve tacize maruz kalıp, çeşitli cinsel kimliğe dayalı baskı araçlarıyla tehdit ediliyor. Kadınların ücretlerinin hanedeki diğer erkeklere verilmesi ve sigortasız çalıştırılması da diğer yaygın uygulamalar arasında. Kriz dönemlerinde bu tip işlerde de ilk işten çıkarılanların kadınlar olması tesadüf değil. Zira kadın işçiler beden politikalarıyla sıklıkla karşılaşıyor. Örneğin, hamile kalmaları, evlenme gibi bir statü değişikliğinde işten çıkarılacakları gibi korkularla çalışmaya devam ediyorlar. Aynı zamanda kadınların tuvalet süreleri tutuluyor ve hatta çalıştıkları makine ve araçların kadınlara uygun ergonomide tasarlanmamış olması nedeniyle çeşitli kalıcı fiziksel hasarlar söz konusu oluyor. Bu alanların yaşam alanlarına uzaklığı da yine çalışma izni alamayan kadınları işsizliğe mahkum eden unsurlardan. Sağlık ve eğitim iş kolunda çalışan kadınların da yine erkeklere göre cinsiyetlenmiş birtakım baskılarla karşılaştığı ve kariyerlerinde ilerlemesinin engellendiği biliniyor.
Kadınlar, ev ve bakım işlerini devredemedikleri için, cinsiyetçi önyargılardan veya düşük ücretler teklif edildiği için daha fazla işsizliğe mahkum ediliyor. Aynı zamanda meslek edinmeleri ve mesleğe erişmeleri de benzer nedenlerle eşitsiz koşullarda gerçekleşiyor. Dahası kadınlar erkeklere göre daha az süre çalışma hayatında kalıyor. SGK istatistiklerine göre erkekler 39 sene, kadınlar ise 19 sene aktif olarak ücretli işte sigortalı olarak çalışabiliyorlar ortalama olarak. Bunun nedeni genellikle devredemedikleri bakım hizmetleri. Bu nedenle çalışma hayatları kesintiye uğradığında gerekli güvencelerden faydalanamıyor ve erkeklere bağımlı kalıyorlar. Kadınlar emeklilik dönemlerinde de kendi çocuklarının devrettiği bakım işlerini devralmak zorunda kalıyor. Bu durum, kadın emekliler ile erkek emeklilerin de eşit koşullarda yaşamadığının da göstergesi.
Sakatların kamusal alandaki varlıklarında da yine cinsiyet eşitsizlikleri söz konusu. Sakatlar evlere mahkum ediliyor ve istismara maruz kalabiliyor. Kadınların ve LGBTİ+ların sakatlıkları, yaşlılıkları gibi çok daha ağırlaşmış sorunlarla geçiyor.
LGBTİ+lar sınıf ve etnisitelerin içinde katmanlaşmış sorunlar yaşıyorlar. Öncelikle kimliklerini saklayarak ancak çalışma hayatında ve gündelik ilişkilerinde var olabilmeleri büyük bir baskı anlamına geliyor. Kimliklerini saklamalarının mümkün olmadığı durumlarda da eğlence sektörü, gösteri sanatları ve hatta fuhuş gibi belirli iş alanlarında hayatlarını kazanmaları bekleniyor. En kötü koşullardaki işleri, insan onuruna aykırı şekilde yapmak zorunda kaldıkları için çoğunlukla sosyal güvenceleri olmaksızın hayatlarına devam ediyorlar. Yaşamları üzerinde daimi bir tehdidin olduğunu ve yaşam alanlarında dahi, daha güvende olmak için daha yüksek kiralara ve yaşam maliyetlerine maruz bırakıldıklarını da eklemek önemli.
Mülteci ve göçmen kadınlar ırkçı ve aşağılayıcı tutumlarla sıklıkla karşılaşmanın yanı sıra, iş hayatında kendi vasıfları ve deneyimleriyle yer alamayabiliyorlar. Göçmenlik deneyiminin heterojen olduğunu gözeterek genellikle vatandaşlık korumalarından yararlanamadıkları için daha düşük ücret ve sosyal güvenceler açısından daha sorunlu bir durumda bulunuyorlar.
O halde böyle çetrefilli hale gelmiş bir dünyaya bakıyorsak, bazı önerileri de düşünmenin vakti olabilir.
Bu öneriler gündelik hayatın deneyim ve politik karşılaşmalarından çıktı. Daha fazla karşılaşma imkanı için yazıldı. Ortaklıklarımızın yarattığı mekanlara, zamanımıza ve gündelik hayata müdahale edemediğimiz ölçüde, hayatlarımızı koruyamayan bizlerin, politik eylemselliği arayacağımız daha az yere sıkıştığımız gerçeği ile bu yazıyı slogandan çok bir çığlık gibi ortaya atıyorum.
Kaynak: Çatlak Zemin – https://catlakzemin.com/kadinlarin-payina-yeni-normalden-dusenler-ve-10-oneri/?fbclid=IwAR0x2zGKZPMf9bqp8dZvfh1Hr8yojT9ygE0KgK7JGmG7I-TFJymTz_YH70w
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()