|
MENÜ X X X X
(The Menu) Yönetmen: Mark Mylod |
İşte yılın en sürprizli filmlerinden biri… Öylesine ki, tarifini yapmak zor, hatta imkansız… Bir yandan, çarpıcı ve keskin bir mizaha hizmet eden diyaloglarıyla bir ultramodern komedisanki… Öte yandan ve hikâye ilerledikçe, son derece zengin, lüks ve sosyetik bir çevrede ve sözümona dostlar arasında, birden insan hayatının beş para etmediği ve herkesin en vahşi biçimde öldürülebildiği bir dehşet ortamı.
Ve de, ayrıca, emek kültürü ve her ülkenin sahip olduğu ‘mutfak dostları’ arasında (bizim etkin ve hayli eski Mutfak Dostları kaçırmasın!) bir ‘ağız tadı’ filmi. Az şey mi?

Evet, bir grup insan lüks bir gemide buluşarak yakındaki Hawthorne adasında açılan alabildiğine lüks bir lokantada yemeğe giderler. Daha yola çıkmadan, oradaki yemeğin kişi başı 1250 dolar olduğunu öğrendikleri halde… Hepsi, özellikle bizim ilk başta tanıdığımız Tyler (Nicholas Hoult) ve de Margot (Anya Taylor-Joy) çifti olmak üzere… Tyler kendisini lezzet peşinde koşmaya adamış ve bunu hayatının özü yapmış, biraz kafasız bir yakışıklıdır. Margot ise onun eşi yerine son dakikada yanına aldığı ve gerçek kimliğini bilmediği bir dilber. Ki bunu sonunda seyirciyle birlikte o da öğrenecektir!..
Orada gerçekten de lüks bir mekanda bir hizmetkâr ordusuyla karşılaşırlar: hepsi kendisini yemek pişirme olayına adamış, her soruya bir koro gibi yanıt veren bir aşçılar ve servisçiler ordusu. Sanki baş aşçının emrindeki bir büyük aile… Ama baş aşçı -ki neden sonra ortaya çıkar- asıl sürprizdir. Kendisini iyice merak ettirdikten sonra, birden gözükür: usta Şef Slowik… (Ralph Fiennes). Ve hikâyenin asıl ritmi ondan sonra başlar.
O, filmde dendiği gibi ‘gıdanın yüce imparatoru’dur. Ve konuklarına o ‘ağız hissi‘ni duyurmak asıl amacıdır. Böylece şölen başlar: Fransızların ‘amuse bouche’ dediği mezeler; sonra ilk, ikinci, vs. yemekler. Bir ara yaşanan ‘ekmek krizi’: herkes ana lezzetler ne kadar yüce olsa da, yanında ekmek de ister. Hele bir ara bizzat şef ekmeğin önemine değindikten sonra… Ama buna rağmen ekmek yasaktır; hiçbir biçimde sofraya gelemez. Ve buna karşı bir isyan yaşanır.
Ama Şef aynı zamanda öylesine bir konuşma ustasıdır ki… Bir ikramını ‘bir tutam hasret ve pişmanlık’ diye sunar!.. Bir diğeri ona göre bir ‘anı’dır sadece… Ama konukları onu sahiden kızdırmaya başladığında, kıyım da başlar. Hele o ‘taco gecesi’nde… Konukların her birinin sırları, gizemleri vardır. Ve zaman geçtikçe bunlar kanlı müdahelelerle ortaya çıkmaya başlar. Bu dört buçuk saatlik yemek, kimileri için ‘son yemek’ olacaktır. İncil’deki gibi…

Film belki kimi yabancı eleştirmenlerin dediği gibi, amaçladığı sosyal sınıflar eleştirisini beklendiği kadar yerine getiremiyor. Ama keskin diyalogları, her bir iyi yazılmış ve tam oyuncusunu bulmuş karakterleri sayesinde, büyük bir rahatlıkla, hatta keyifle izleniyor. Son dönemde görmediğimiz ölçüde bir kara-komedi olarak… Game of Thrones, Succession gibi son derece popüler TV dizileri imzalamış Mark Mylod‘un yönetimi etkileyici.
Oyunculuklar da üst düzeyde. Tyler’da Nicholas Hoult, eskimiş TV şöhretinde John Leguizamo, mutfak yazarı Lillian’da Janet McTeer, tüm olaylara hakim olmayı bilen uzakdoğulu Elsa’da Hong Chau çok iyiler.
Ama hikâyede olduğu gibi perdede de iki baş kişilik filmi sırtlarında taşıyor. Elbette Şef Slowik’te gerçekten özlediğimiz İngiliz oyuncusu Ralph Fiennes. Ve de tüm hikâyenin belki düğüm noktası olan Margot’da Anya Taylor-Joy…
Taylor-Joy çok kendine özel fiziğine oyun gücünü de katıyor. Ve tüm sosyal güçlerine rağmen acı kaderlerine teslim olan bu ‘ada talihsizleri‘nin manevi lideri olmayı başarıyor.
Kaynak: T24
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()