Paris Anlaşması hiçbir taraf için cezai mekanizmaları olmayan ve hukuksal bağlayıcılığı olmayan bir anlaşmadır. Paris Anlaşması bir iklim anlaşması olsa da aslında bir finans anlaşmasıdır

Anlaşma, taraf ülkeler ve küresel sermaye bakımından, iklim mücadelesini yeni iş alanları ve istihdam olanakları yaratacak ve ekonomiye katkı sağlayacak bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye yandaş sermayedarlarını koruma adına önce 3 milyar dolarlık teklifi kabul etmedi. Sermaye sıkışınca kabul etti. Erdoğan anlaşmayı ‘Ekonomiye zarar vermeyecek’ beyanı ile Meclis’e gönderdi

Türkiye geçen altı yılın ardından Paris Anlaşması’nı onaylama sürecine girdi. Anlaşma Meclis’te Dış İlişkiler ve Tali Komisyon olarak Çevre Komisyonu’ndan geçtikten sonra Genel Kurul’a iletilecek. Şu andaki tabloya göre anlaşma Genel Kurul’da onaylanıp Türkiye yasaları ile uyumlaştırılıp yürürlüğe girecek. Bu konuda itirazı olan Meclis’te temsil edilen bir parti yok ve ortak bir onay süreci olacak gibi görünmekte. Paris Anlaşması sonrası süreç birçok açıdan bir dönüşüm başlatacağa benziyor. Anlaşma sonrası sürece ilişkin hem anlaşmayı hem de etkileyeceği alanları çok iyi tahlil etmek gerekli. Bu dönüşüm ekonomi, toplum sosyolojisi ve siyaset açısından birçok tartışmayı da beraberinde getirecek. Paris Anlaşması nedir? Hangi alanları etkileyecek? İktidar ve sermaye kıskacındaki ekolojik varlıklara etkisi nelerdir? Bu soruları yanıtlayarak bu değerlendirmeye başlayabiliriz.

Anlaşmanın tarihçesi

Anlaşma, Aralık 2015’te Paris’te yapılan 21. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda (COP21) kabul edildi ve Nisan 2016’da, 197 taraf ülke tarafından imzalandı. 5 Ekim 2016’da, %55’lik küresel karbon emisyonuna sahip 55 taraf ülkenin onaylaması ile 4 Kasım 2016’da yürürlüğe girmiştir. Anlaşma, sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun ortadan kaldırılması bağlamında BMİDÇS’nin uygulamasını geliştirmeyi hedeflemektedir. Anlaşmanın uzun dönemli hedefi, küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C altında tutulması; ilave olarak ise bu artışın 1.5°C’nin altında tutulmasına yönelik küresel çabaların sürdürülmesi olarak ifade etmektedir. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uyum kabiliyetinin ve iklim direncinin arttırılması; düşük sera gazı emisyonlu kalkınmanın temin edilmesi ve bunlar gerçekleştirilirken, gıda üretiminin zarar görmemesi diğer bir temel hedef olarak belirtilmektedir. Son olarak, düşük emisyonlu ve iklim dirençli kalkınma yolunda finans akışının istikrarlı hale getirilmesi hedefler arasında yerini almaktadır.

Bunlardan yola çıkarak anlaşma şunları amaçlamaktadır:

• Uzun dönemde, küresel sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2 derecenin altında kalmasını sağlaması.

• Sera gazı salınımının küresel seviyede azalma eğilimine geçirilmesi.

• Anlaşma yürürlüğe girdikten itibaren bilimin elverdiği her türlü olanağını kullanarak sera gazı salınımını azaltacak her türlü önlemin kısa sürede devreye alınması.

Aslında finans anlaşması

Paris Anlaşması hiçbir taraf için cezai mekanizmaları olmayan ve hukuksal bağlayıcılığı olmayan bir anlaşmadır. Fakat özellikle küresel sermayeyi etkileyen köklü bir iktisadi düzen dönüşümünü öngördüğü için ekonomi açısından bağlayıcıdır. Küresel sermayenin anlaşmayı ciddiyetle ele alma sebebi budur.

Paris Anlaşması bir iklim anlaşması olsa da aslında bir finans anlaşmasıdır. Bağlayıcı tüm mekanizmaları iklim finansmanı olarak adlandırılan iklim krizi ile mücadele için gelişmiş ülkeler veya belli fon sağlayıcılar tarafından sağlanan fonların kullanımı ile ilgilidir. Buna ilave olarak karbon vergisi, karbon ticaret mekanizmaları gibi araçlarla mevcut sermaye ve kamu yönetimi düzeninde değişiklikler öngörmektedir.

Ekonomik fırsat

Türkiye’nin onayı ile birlikte 192 BM ülkesi tarafından onaylanan anlaşma, taraf ülkeler ve küresel sermaye bakımından, iklim mücadelesini ekonomilere yönelik bir tehdit olarak değil, yeni iş alanları ve istihdam olanakları yaratacak ve ekonomiye katkı sağlayacak bir fırsat olarak değerlendirilmektedir. Bu taraflar iklim mücadelesinin yaratacağı yeni işleri “kaliteli, orta sınıf, sendikalı işler” olarak tanımlanmaktadırlar. G7 ülkeleri emisyon azaltışını yeterli görmeyip 1.5°C hedefi için net sıfır karbon emisyonunu hedeflemektedir. Bu da karbon yoğun birçok sektörün ciddi bir dönüşüme girmesi ve fosil kaynaklı enerji üretiminin durdurulması anlamına gelmektedir. Bu dönüşüm her ülke için aynı hızda olamayacağı için 2030, 2050 gibi karbon nötr hedefleri farklı ülkeler tarafından belirlenmiştir. Bu dönüşümün yol haritası tarafların ise BMİDÇS’e sundukları ulusal katkı beyanlarıdır.

3 milyar dolar

Türkiye 1992 yılında BMİDÇS altında gelişmiş ülkelerin yer aldığı (OECD Ülkeleri) Ek 1 listesine girdi ve “gelişmiş ve zengin ülke” olarak sözleşmenin içinde yer aldı. Bu hata fark edildiğinde hemen harekete geçildi ve dokuz yıl süren müzakereler ile pozisyonunu “gelişmiş ama zengin olmayan ülke” şekline çevrildi. Türkiye, Paris Anlaşması’yla birlikte bu pozisyonunun Yeşil İklim Fonu’ndan faydalanmasına müsaade etmediği için Ek 1’den çıkarılmadığı ve gelişmekte olan bir ülke olarak tanınmadığı sürece anlaşmayı onaylanacağını birçok kez bildirdi. COP21 sırasında o zamanki Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Türkiye delegasyonunun Paris Anlaşması’na itiraz etmesi üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Türkiye’nin sorununu çözeceğini bildirdi. 2017’de Bonn’da yapılan COP23’ün ardından Almanya’nın kolaylaştırıcılığında iki ülke Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanamaması ile alacağı iklim finansmanının azalacağı kaygısını gidermek için Dünya Bankası’nın Türkiye’ye iklim finansmanı sağlaması çözümü için müzakerede bulundu. Fransız Kalkınma Ajansı üzerinden ekstra bir finansman sağlanacağı da görüşüldü. Bu rakam 3 ila 5 milyar dolar civarındaydı. 2018’in Eylül ayında Türkiye, Dünya Bankası ve iki ülkeyle bir tür mutabakat zaptı imzalayacak noktaya geldi. Fakat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı halihazırdaki rant politikasını ve yandaş sermayedarlarını koruma adına 3 milyar dolarlık bu teklifin kabul edilmesine engel oldu. Fakat bu durum Türkiye’yi iklim diplomasisinde ve dış politikada yalnız ve itibarsız konuma düşürdü. Ekonominin ve sermayenin iyice sıkıştığı pandemi sonrası dönemde daha önceden reddedilen bu finansman kabul edildi. Erdoğan anlaşmayı ‘Türkiye ekonomisi ve büyümesine zarar verecek sonuçları olmaması’ beyanı ile Meclis’e gönderdi.

Türkiye bu anlaşama ile şunları kabul etmiştir:

Paris Anlaşması ile birlikte aşağıdaki konular kabul edildi;

1- Türkiye, Paris Anlaşması’nın hedefinin sıcaklık artışını 1.5 derecede sınırlamak olduğunu resmi olarak kabul etti.

2- Türkiye, Paris Anlaşması’nı uygulamanın karbon nötr olmak (uzun vadeli net sıfır hedefi almak) olduğunu resmi olarak kabul etti.

3- Karbon nötr olma tarihi olarak 2053 telaffuz edildi.

Türkiye’nin bu 1.5°C ve karbon nötr hedefini kabul edip tarihlendirmesi, karbon emisyonlarından ciddi azaltım, ekolojik varlıklarını (ormanlar, su varlıkları, ekosistemler, tarım alanları, biyoçeşitlilik…) koruma ve iyileştirme, iklim krizine duyarlı kent planlamaları, endüstri, ticaret ve sanayinin dönüşümü planlarını gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. 2053 yılındaki hedef için hemen 2021 yılı itibari ile bu dönüşüme girmesi gerekmektedir. Zira hemen yarın tüm kömürlü termik santraller kapatılsa, karbon yoğun üretim dönüştürülse dahi bu hedef ekolojik varlıkların kaybedilmesi durumunda tutturulamaz.

Türkiye 2015 yılında BMİDÇS’ye sunduğu ulusal katkı beyanında 2012 yılında 430 milyon ton olan toplam sera gazı emisyonlarının azaltım önlemleri ile 929 milyon tona kadar çıkarabileceğini belirtti. Bu, azaltım önlemleri ile sera gazı emisyonunu 18 yılda 2 katından daha fazla arttıracağı anlamına gelmektedir. Bu katkı beyanı Paris Anlaşması’nın 2050 yılı için sıfır emisyon hedefinin gerçekleşmesini imkansız kılmaktadır. Türkiye, Paris sonrasında azaltım hedefini gerçekçi bir şekilde yenilemek zorundadır.

Halkların etkisi

29 maddelik Paris İklim Anlaşması, bir sermaye ve iktidarlar anlaşmasıdır. Fakat küresel yıkıcı iklim krizi etkilerinin yarattığı koşullar karşısında birçok açıdan yetersizlikleri olsa da uluslararası hukuk ve hükümetlerin verdiği taahhütler bağlamında önemlidir. Taraf devletler anlaşmanın tam anlamıyla uygulanması konusunda isteksiz davransalar da iklim krizi ile acil mücadele edilmesini talep eden halklar açısından, hükümetleri harekete geçirme konusunda bir baskılama zemini oluşturabilmektedir. Küresel kirletici konumundaki birçok ülke azaltım hedeflerini tam anlamıyla tutturamasa dahi fosil kaynaklı enerji üretiminden çıkış planları, halkların güçlenen çevre politikaları ile ekolojik varlıkları koruma adına söz sahibi olması ile hızlı bir değişim yaşamaktadır. Hatta birçok ülkede iklim politikaları siyasete yön vermektedir. Halkın iradesini güçlendiren siyasi baskı Avrupa Birliği’ni Yeşil Mütabakatı gerçekleştirmeye itmiştir. Hatta ABD’deki Trump yenilgisinde dahi Biden yönetiminin iklim politikalarının etkisi olmuştur. Çin ve Hindistan gibi dev kirleticiler fosilden çıkış planlarını hızlandırmak ve küreselleştirmek durumunda kalmıştır. Karbon ticareti ile halihazırdaki emisyon üretimini devam ettirmeye çalışan Çin, dış yatırmalarında dahi fosilden çıkma kararı almıştır. Elbette bunun altında yatan asıl sebep ekolojik varlıkların tükeniyor olmasının büyük maliyetidir. İklim krizi kararsız yıkıcı hava olayları, gıda krizleri, göç sorunu ile hızla önlem alınmadığı sürece sermaye için de bir kriz manasına gelmektedir. Küresel sermayenin kâr açgözlülüğü göz önüne alındığında bu kayıp azımsanamayacak boyuttadır. Bu etkiler sınıfsal ve sosyolojik boyutları ise iktidarları tehdit eder niteliktedir. Türkiye’de artan yoksulluk ve iklim krizi etkilerinin dahi siyasi sonuçları şimdiden hissedilmektedir. İklim krizi bir sınıf sorunudur ve siyasi krizleri derinleştirmeye muktedirdir.

Nükleer tuzak

Paris Anlaşması ile birlikte Türkiye’nin gündeme getireceği nükleer planları bu tartışmalardaki en kirli tuzaklardan biridir. Nükleere ilişkin iki kanun teklifi de Meclis gündemine alınacaktır. Emisyon azaltımı için bahane gösterilen nükleer yatırımları ekolojik varlıklara verdiği zarar bakımından asla bir çözüm değildir. Paris ile gündemi oyalayan iktidar bu yatırımları bu şekilde meşrulaştıramaz. Zira nükleer iklim krizi ile mücadelede asla çözüm değildir. Yine sermayenin kârını garantileyecek merkeziyetçi, halkların irade sahibi olduğu enerji demokrasisine uymayan, rantçı sözde ‘temiz enerji’ yatırımları kabul edilemezdir. Bu saatten sonra atılacak her adım doğa yararına olmak zorundadır. İktidar ve sermaye artık elini ormanlardan, su varlıklarından, halkın ekmeği ve emeğinden, tarım alanlarından, canlıların yaşam hakkından çekmeli ve gasp ettikleri her ekolojik sistemi iyileşmek üzere terk etmelidir. Termik santral teşvik ve yatırımları durdurulmalı, maden şirketleri ormanlardan çıkarılmalı, Kanal İstanbul gibi tüm mega projeler durdurulmalı, inşaat ve turizmdeki doğa talanı durdurulmalı ve eğer bir dönüşüm olacaksa bu dönüşüm adil olmalıdır. Sermayeyi değil; doğayı ve hakları gözeten, demokratik, şeffaf, katılımcı bir düzen dönüşümü artık şarttır.

Bu anlaşma elbette bunları sağlamaya yetmeyecektir fakat bunları sağlamak için bir mücadele alanı açmaktadır. Bu mücadele alanı, iktidar ve sermayenin gizli ajandaları ve kirli planları iyi irdelenmeli ve Paris Anlaşması sonrası dönemde çok daha etkin politikalar yürütülmelidir. Bu görev muhalefete düşmektedir. Halkların iradesi merkezi politikalara yansıtılmalı ve ekoloji politikaları buna göre kurulmalıdır. Paris Anlaşması’nın bizlere getirdiği temel şey çok daha çetin bir mücadeledir.

*HDP Ekoloji Komisyonu Eşsözcüsü

Kaynak: Yeni Yaşam

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…