Koronavirüs pandemisinin etkisi ile beraber eğitim sisteminde ciddi değişikliğe gidildi. Kapanma döneminde uzaktan eğitim sistemine geçilirken bu süreçte verim düştü, tüm öğrenciler online sisteme erişemedi ve eğitimcilerin çalışma koşulları ağırlaştı. Pandemi önlemlerinin tamamen ortadan kaldırılması ile birlikte yap boza dönen eğitim sistemi öğrencilerde gelecek kaygısı yaratırken, yine en son yapılan Milli Eğitim Bakanı değişikliği de eğitim sistemindeki çöküşe işaret ediyor.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Genel Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul, eğitim sisteminde yapılan değişiklikler ile etkilerini değerlendirdi.
‘Milyonlarca öğrenci nitelikli eğitim alamadı’
Pandemi sürecinde okulların bir buçuk yıl kapandığını ve bu süreçte uzaktan eğitimin niteliğinin son derece düşük olduğunu dile getiren Nejla, ortaokul ve lise öğrencilerinin uzaktan eğitime katılımının çok sınırlı olduğunu belirtti. “Milyonlarca öğrenci nitelikli eğitim alamadı” diyen Nejla, telafi eğitimlerinin yapılması gerektiğini ancak hızlıca 6 Eylül’de yeterli öğretmen istihdam edilmeden ve hijyeni sağlayan personel bile alınmadan okulların açıldığını kaydetti.
‘Milli Eğitim Şurasında iktidarın istediği 3 şey çıktı’
Eğitim Sen olarak okulların önlemler alındıktan sonra açılması gerektiğini savunduklarını anımsatan Nejla, uzaktan eğitim sürecinde öğrencilerin evde öğrenme kayıpları yaşadıklarını dile getirdi. Bu süreçte öğretmenlerin kendini çok yalnız hissettiğini ifade eden Nejla, “Müfredatın azaltılması, dersliklerin inşa edilmesi, öğretmen istihdamı için ciddi çabaların yapılmasını beklerken biz bu süreci göremedik. Okullar açılmadan önce Milli Eğitim Bakanı değişti. Bakanlık değişimiyle birlikte hızlıca eğitimde düzenlemelere gidildi. Meşruiyet kazandırmak için çok kısa bir sürede bir Milli Eğitim Şurası toplandı. Gerekli demokratik katılım sağlanmadan, Saray’da açılışının yapıldığı ve tartışmanın bir gün sürdüğü bir Milli Eğitim Şurası yapıldı. Bu Şura’da iktidarın istediği 3 karar çok hızlı bir biçimde çıktı” ifadelerini kullandı.
‘Cemaat ve tarikatların isteğiyle hayata geçirilmek istendi’
Şura’da çıkan söz konusu tavsiye kararlarından birinin okul öncesi eğitimde din, ahlak ve değerler eğitiminin zorunlu olarak programa girmesi olduğunu dile getiren Nejla, iktidarın tabanından gelen kimi cemaat ve tarikatların isteğiyle bunu hayata geçirmek istediğine dikkat çekti. Bu duruma itiraz ettiklerini ifade eden Nejla, “Çocukların pedagojik anlamda somut işlemler basamağında soyut konuları kavrayabilmeleri ve bu konuda sağlıklı bir kişilik geliştirmesi için bu derslere yanıt vermesi çok güçtür. Bu nedenle çocukların dini eğitime tabi tutulmasının bilimsel anlamda ciddi sorunları olduğunu söyledik” şeklinde konuştu.
‘12 Eylülden bu yana eğitim dinselleştiriliyor’
Şura’da alınan kararların komisyonlarda görüşülmeden geçildiğini ifade eden Nejla, Genel Kurul’da oylamanın yapılacağı gün birkaç önergeyle kararların geçildiğini, bu nedenle de meşru bir yanının olmadığını belirtti. 12 Eylül’den bu yana eğitimin dinselleştirildiğini vurgulayan Nejla“20 yıla yaklaşan siyasal iktidarın eğitim alanındaki dinselleştirme politikalarının ‘Bu kadar da olmaz’ dediğimiz bir noktaya evrildiğini görüyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığıyla, Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün çabasıyla çeşitli kampanyalar yürütülmeye çalışılıyor. Zorunlu din derslerini kaldırılması için itirazlarımızı dile getireceğiz” dedi.
‘Çocuk emeği sömürüsüne yol açacak bir imkân daha açıldı’
İktidarın istediği ikinci şeyin meslek eğitim merkezlerini büyütmek ve geliştirmek olduğunu söyleyen Nejla, bunun meslek lisesi öğrencilerinin önemli bir kısmının mesleki eğitim merkezlerine kaydırılmasıyla sonuçlandığını ifade etti. İktidarın bu konudaki yasal düzenlemeyi çok hızlı bir şekilde yaptığını aktaran Nejla, “Artık vergi mükellefi, işverenin çalıştırdığı çocuk işçilerinin asgari ücretin belli bir oranına karşılık gelen kısmının vergi yükümlüsü ödeyecek. İşverene, çocuk emeği sömürüsüne yol açacak bir imkan daha açılmış oldu” diye belirtti.
‘Seçim sürecine kazandırmak için yapılan bir manipülasyon’
Öğretmenlik Meslek Kanunu’na da dikkat çeken Nejla, artan zamlarla beraber toplu iş sözleşmesinin öğretmenler için ortaya koyduğu rakamların geçersiz hale geldiğini ifade etti. Nejla, “Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen ücretlerinde enflasyonun üstünde bir iyileştirme yapmak yerine Öğretmenlik Meslek Kanununu tasarısını gündeme getirdi. Bunu tartışmadan, Eğitim Sen’e danışmadan sendikaların itirazına rağmen Meclis’te başta komisyondan ardından ise Genel Kurul’dan geçti. Tasarı, tüm itirazlara rağmen tek virgül değişmeden yasalaştı. Bunu, eğitim emekçilerini seçim sürecine kazandırmak için yapılan bir manipülasyon olarak değerlendiriyoruz” ifadelerini kullandı.
‘Öğretmenlik Meslek Kanunu yasaya aykırı’
Kadrolu, sözleşmeli ve ücretli olmak üzere öğretmenlerin üç parçaya bölündüğüne dikkat çeken Nejla, “Kadrolu öğretmenler vardı ama KHK’lerle ihraç edilen meslektaşlarını düşündüklerinde güvenceleri artık zayıflatılmış kadrolu öğretmenlerimiz vardı. Güvencesiz, sözleşmeli öğretmenler var. Bir de ücretli öğretmenler var. Zaten üç parçaya ayrılmış öğretmenleri bu kez bu tasarıyla kadrolu öğretmenler olarak kendi içinde üçe ayırdı. Bunların ücretleri birbirinden farklılaşacak. Belki bir süre sonra işlevlerinde farklılık ön görüyorlar ama bunu yasaya koymuş değiller. Bu da anayasanın ihlali anlamına geliyor. ‘Madem 1 yıl sonra uygulayacaksınız gelin biz 1 yıl bunun üzerinde yoğunlaşalım, gerçekten eğitim emekçilerine yakışır bir Öğretmenlik Meslek Kanunu çıkaralım’ dedik. Ama iktidar bunu görmedi. Kadrolu öğretmenler bir süre sonra içeriğini, hangi kurumların yapacağını bilmediğimiz bir sınava girecek. Bakanlığın açıklamasına göre bunlar uzaktan eğitim görecekmiş. Biz uzaktan eğitimin ne kadar niteliksiz olduğunu öğrencilerimizden gördük. Niteliksiz bir eğitim söz konusu olduğu için okulların açılması konusunda hem Milli Eğitim Bakanlığı hem de emek meslek örgütleri bir çaba harcamış oldu. Ama şimdi görüyoruz ki öğretmenlerin yetişme süreci de uzaktan eğitime bırakılmış durumda” diye belirtti.
Böl parçala taktiği
Öğretmenlik Meslek Kanunu ile birlikte kadrolu öğretmenlerin de kendi aralarında öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olarak üçe ayrıldığını dile getiren Nejla, yüksek lisansa sahip olan 10 yıllık öğretmenlerin doğrudan uzman öğretmenliğe geçebileceğini, yine 10 yılını doldurmuş olup doktora yapmış olanların ise başöğretmenliğe geçebileceğini kaydetti. Nejla, “Bunların maaşlarında brüt bin lira uzman öğretmenler için 2 bin lira ise başöğretmenler için öngörülüyor. Oldukça düşük bir artış. Eğitim emekçileri buna razı değil. Geçinemediği koşullarda maaşlarında bir artış yapmak yerine onları bölüp, parçalayarak, onların taleplerini iletmek üzere ortaya çıkan bir süreç olduğunu görüyoruz. Öğretmenlik meslek kanunu bir öğretmenin kariyer basamaklarına indirgenemez. Bu kanun, Anayasaya aykırı çok sayıda madde içeriyor. Toplam zaten 13 maddesi var ama üç, dört maddesi doğrudan Anayasaya aykırılık içeriyor. O yüzden Anayasa Mahkemesi’nin bu kanunu iptal edeceğini tahmin ediyoruz” dedi.
Baraj kaldırıldı 700 bin öğretmen boşta
Yükseköğretime geçiş sınavında barajın kaldırılmasını da değerlendiren Nejla, gençlerin umutsuzluğa sürüklendiğine dikkat çekti. Nejla sözlerini şöyle sürdürdü: “2 buçuk milyon gencin önünde iş yok, imkanlar çok sınırlı, hayatını sürdürebilecek seçenekler giderek kısıtlanmış. Bir kısmı yurt dışına çıkmak için çaba harcıyor, bir kısmı umutsuzca iş arıyor. Temel Yeterlilik puanı ile Alan Yeterlilik puanları için baraj vardı. Geçen yıl baraj altında kalan çok sayıda gençle karşı karşıya kaldık. Yani bir kaç soru bile yapamayan, lise eğitimindeki niteliğin düşük olduğunu gösteren bir süreci gösteriyor. Boş kontenjanlar, kapatılan bölümler, vakıf üniversitelerindeki kapasite kullanım oranlarının çok düşük olması, mevcut sandalye sayısının üçte birini ancak doldurabiliyor. Nitelik düşüklüğünü ortadan kaldırmaya çalışan öğretmenlerin ya da üniversite mezunlarının işsizliği sorununu görmeksizin istihdam neredeyse mümkün değil. Öğrencileriyle buluşmayı bekleyen 700 bin öğretmen var.”
Cinsiyet eşitliği
Nejla, İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin ardından kız çocuklarının ve kadın öğretmenlerin, kamu emekçilerinin savunmasız bırakıldığına işaret etti. Bunların muhafazakarlaşma ile geleneksel yaklaşımlar olduğunun altını çizen Nejla, “Eğitim sistemi içerisinde toplumsal cinsiyet eşitliği konularına gündem çıkarmak çok önemli ama Milli Eğitim Bakanlığı bu konuyu tamamen gündeminden çıkarmış gibi gözüküyor. Kız çocuklarının ve kadınların bedeni üzerinde büyük bir ifadeye sahip olan geleneksel olarak da beslenen erkek öğrencilerin de bambaşka bir eşitlik temelinde yetiştirilmesinde büyük ihtiyaç var. Bu ihtiyaca dair Milli Eğitim Bakanlığı hiçbir şey yapmış gözükmüyor” diye belirtti.
‘Bakanlık kaygıları gidermek yerine artırıyor’
Tüm bu sorunların yanı sıra okullarda sınıfların kalabalıklığına da dikkat çeken Nejla, “54 öğrenciyi bir büyük salonunuzda oturuyor gibi düşünün. Nasıl okuma yazmayı öğreteceksiniz? Ona nasıl en temel toplumsal kuralları öğreteceksiniz? Oysa üç ayrı sınıfta üç ayrı öğretmen o öğrencilerle ilgilenebilir. Bunun için MEB bütçesinin revize edilmesi gerekirdi. Okulları 6 Eylül’de açmak, öğrencilerimizi okul kapısından içeriye sokmak eğitim değildir. Öğrencilerimizin pandemi programıyla karşılaşması gerekirdi. Müfredat üzerinde çalışılmalı. Geçmiş bir buçuk yılın müfredatı nasıl telafi edilecek ve bu yılın müfredatı hangi ölçüde verilecek? Bu konuları şu ana kadar tartışmış ve bitirmiş olmalıydık ve telafi eğitim programları başlamalıydı. Ancak bu yapılmadı. Yaptığımız bir araştırmaya göre pandemi dönemi sonrasında okula başlayan öğrencilerde çok ciddi kaygı düzeyinde artış var. Neden kaygı düzeyinde artış var? Etraflarındaki İnsanlar pandemide yaşamlarını yitirdi, bir kısmı hastanelerde çok uzun süreli zamanlar geçirdi, bir kısmı evdeki anne ve babalarına virüs bulaştırma tehlikesinin yarattığı baskı ile karşı karşıya kaldı. MEB’in bu kaygıyı gidermek yerine sınavlarla kaygıyı arttırma gibi bir çabasının olduğunu gözlemliyoruz. Son derece otoriter ve yukarıdan verilen kararlarla bu süreç yürütülüyor” dedi.
‘Anadilim var o olduğu sürece ben varım’
Seçmeli derslere yönelik ayrımcı bir yaklaşımın doruğa ulaştığını kaydeden Nejla, 21 Şubat Dünya Anadil Günü bağlamında birçok çalışma yürüttüklerini kaydetti. Dillerin gençler ve çocuklar tarafından konuşulmadığında yok olacağına işaret eden Nejla, “ Doğadaki nasıl biyolojik varlıkların eksilmesi ekolojik açıdan büyük bir sorunken, tarihsel ve kültürel anlamda da dillerin yok olması çok büyük bir sorun. Türkiye bu konuda zayıf bir karneye sahip. O yüzden Türkiye’de yaşayan bütün diller açısından anadilde eğitim çalışmalarına başlaması gerekir. Bu dillerde kaç öğretmenin olduğuna, kaç öğretmenin yetiştirilmek istendiğine dair de MEB’in bir çalışması yok. Hatta istenilen seçmeli derslerin seçiminde çeşitli caydırıcı mekanizmalarla ‘Ne gereği var, öğretmen yok, derslik yok’ gibi bahanelerle bu derslerin seçtirilmemesi konusunda bir çaba var. Bu bağlamda eğitim hakkının bir parçası olan ana dilini öğrenme, anadilinde kendini yetiştirme ve geliştirme, anadilinde kültürü geliştirmek son derece önemli. Ana dilimle varım, dilim varsa duygu üretebilir, zihinsel çaba içerisinde olabilirim. Anadilim var o olduğu sürece ben varım ben var olduğum sürece de anadilim var” şeklinde konuştu.
‘Nitelikli eğitim güçlü etki yaratır’
Öncelikle eğitime yaklaşımın gözden geçirilmesi gerektiğinin altını çizen Nejla, eğitim sürecinden geçen her çocuk ve gencin güçlenmesi gerektiğine dikkat çekti. Gençlerin içinde yer aldığı ortamda özgürleşmesinin önemli olduğunu vurgulayan Nejla, “Nitelikli bir eğitim güçlü bir etki yaratır. Aynı zamanda özgürleştiren, geliştiren bir öğretmeni de geliştirir. Öğrencilerinizin güçlendiğini gördüğünüzde kendinizi de güçlenmiş hissedersiniz .
Kaynak: Jinnews