Barış Acar, 20 yılı aşkın süredir çağdaş sanat, edebiyat, sinema, felsefe, kuram ve eleştiri alanlarında yazan bir sanat tarihçisi. Kendisiyle korona günlerini, salgın sürecinin kültür ve sanat hayatına etkilerini ve sonrası için neler düşündüğünü konuştuk.
Ben teşekkür ederim. Aslında senin fotoğrafların üzerine konuşmayı isterdim daha çok ama onun da vakti gelecek diye düşünüyorum.
Avusturya pek çok ülkeye göre çok daha iyi bir süreç geçirdi pandeminin ilk dalgasında. Bugünlerde sonuna geldik gibi. Sosyal yaşamdaki kısıtlamaların büyük çoğu kalktı. Yine de evde kaldığımız süre oldukça uzundu.
Sanat eleştirmenliği üzerimde öyle sorunsuzca taşıdığım bir kimlik değil. Zaman zaman kullanıldığında karşı çıkmasam da kendimi bir eleştirmen olarak gördüğümü söyleyemem. Ara sıra yolu sanat eleştirisine düşen bir sanat tarihçisiyim. Mesleğim bu. Dolayısıyla pandeminin mesleğim anlamında beni çok etkilediğini söyleyemem. Pandemiden önce de aşağı yukarı böyle çalışıyor ve üretiyordum. Ama elbette ki “felaket” düşüncesinin sarsıcılığını herkesle birlikte ben de hissettim ve bu çalışma verimimi çok düşürdü. Bugünlerde herkesin “pandemi günlüğü” var, canlı yayınları, söyleyecek sözleri vb. Süreli yayınlar gündemlerini buna göre ayarladılar vb. Bana biraz komik görünüyor bu. Daha önce ne yaptıysam onu yapmaya devam ediyorum yani. Pandemi uzmanı kesilmedim iki ayda. “Olay”la “felaket” arasındaki ayrım üzerine de düşünmek zorundayız. Felaket, bir olay değil. Başımıza gelen bir şey. Ona olay muamelesi yaparsak “olay” gerçekleştiğinde ona da felaket muamelesi yapma ihtimalimiz ortaya çıkar.
Sanat her zaman müdahale etmenin yolunu bulur. Hem de daha önce bulmadığı şekilde bulur. Bu yüzden, yine genellikle yapıldığı gibi, bir reçete üzerinde durmayacağım. Her türden muhafazakâr düşünce felaket sırasında ilk sanat alanının gözden çıkarılacağını düşünür; bundan da kendince ahkâm tonunda “felsefemsi” sonuçlar çıkartır. Ben bunun aksinin doğru olduğunu düşünüyorum. Felaket sırasında sakladığımız değerli şeyler arasında sanat yer alır; en güçlü olmamız gereken günler için onu sona saklarız. Ama aynen felsefemsi çıkarımların olduğu gibi “sanatımsı” şeylerin de ilk elden gözden çıkarıldığı doğrudur.
Bu uzun bir konu, burada sadece şunu söylemekle yetineyim: Pandemi sürecinde kurumların arşivlerini “topluma açtığı”nı gördük. Bunun bende uyandırdığı soru, “Madem yapabiliyordunuz, neden baştan beri kapalı tuttunuz ki?” oldu. “Neyi kimden gizliyordunuz?” “Gizleme miydi sizi özel kılan?” “Adına konuştuğunuz kültürel gelişmenin bir şekilde bu saklama edimiyle mi ilişkiliydi?” “Siz kimsiniz ki bugüne dek böyle bir şey yapabildiniz?” Benim sorularım bunlardı. Sanatçının (ki bu benim için avangardla eş anlamlı, biliyorsun) tutumu ise aksine bir araya gelmek, başka bir türlü üretmek ama üretmek oldu. Her platformu kullanarak bunu yaptılar. Çok iyi yapan örnekler de biliyorum.
Aksine ve elbette her şey eskisinden beter olacak. Ama biz aynı kişiler olmayacağız. Daha keskin, daha dikkatli, daha ivedi, daha savruk, daha vurdumduymaz, daha bir şeyler olacağız. Hep öyle olmuştur. Sorun hangi normale döndüğümüz değil, normelde kim olduğumuzla ilgili. Norm iş başındayken onun karşısında nasıl konumlandığımız bizi politik anlamda bir yere götürür. Öte yandan felaketin de normu vardır, bunu da gözden kaçırıyoruz ve sonrasını beklemeye odaklanıyoruz hemen.
Bunun laciverdi olacaktır.
Kaynak: YENİ YAŞAM
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()