Faşizm ve ona karşı mücadele stratejisi meselesi yaklaşık bir asırdır dünya sosyalist hareketinin tartışa geldiği en çetrefilli sorunlardan biridir. Dünya tarihsel planda olduğu gibi Türkiye’de de sosyalist hareket bu meselenin kavranışında hep saflaşa geldi.
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na AKP-MHP faşist iktidar blokunun direktifiyle ceza verilerek siyasi yasaklı konumuna sürüklenmesi olasılığı bir asırdır cereyan ede gelen saflaşmanın bir benzeri ile sosyalist hareket tekrar yüz yüze getirdi.
Meseleye yaklaşım, devrim, mücadele ve demokrasi anlayışı kavrayışlarıyla ilişkisi nedeniyle sahip olunan sosyalizm anlayışının da turnusoludur. Bu nedenle de üzerinde ne kadar tartışılsa azdır.
Mussolini’nin Roma Yürüyüşü 100 yıl önce, 1922 yılında gerçekleşti. Sosyalist hareketin bazı kesimleri faşizmi tanımlama ve ona karşı mücadele stratejisi söz konusu olduğunda 100 yıl içinde yapılmış hataları tekrar etmekte ısrar ediyorlar.
Roma Yürüyüşü’nden III. Enternasyonal’in VI. Kongresi’ne kadar -nesnel olarak hareketin politik yörüngesini belirleyecek konumlanışta olmayan az sayıdaki komünist önderi dışta bırakarak olursak- faşizmin “sınıfsal temeli”ni tanımlamakta zorluk çekti sosyalist hareket.
Tarih sahnesine yeni çıkan bir faşist hareket alt sınıfların talepleri üzerinde yükseliyor, keskin “anti-kapitalist” söylemiyle dikkate çekiyor, “sosyal demokrasi”nin bir tür milliyetçi versiyonu olarak algılanıyordu. “Sınıfsal temeli” doğru tanımlanamayan faşist hareket bu nedenle bir vuruşta yıkılacak “demagojik” bir hareket olarak görülüyordu.
Faşizmin “sınıfsal temeli”ni doğru tanımlayamayan sosyalist hareket için o tarihlerde asıl tehlike “sosyal faşizm”di. Mücadelenin sivri ucu “sosyal faşizme” yönlendirilmeliydi. Faşizme karşı mücadele ise “sosyal faşizme” karşı mücadeleden ayrıştırılmadan, ona karşı mücadelenin dolaylı bir sonucu olarak şekillenmeliydi.
“Sosyal faşizm” diye nitelenen sosyalistlerin eski yol arkadaşlarıydı. 1900’lü yılların başında %31 oy alarak 81 milletvekilini Reichstag’a sokan 100 bin üyeli Alman Sosyal Demokrat Partisi (SDP) başta olmak üzere Komünist II. Enternasyonal’in neredeyse bütün büyük partileri, I. Paylaşım Savaşı başladığında burjuvazilerinin savaş bütçelerine onay vererek karşı kampa geçmişler, savaşta burjuvazilerinin yanında yer almışlardı.
“Sosyal demokrasi”nin ihaneti düzene karşı çıkan alt sınıfların tepkisinin reformcu bir kanala sokularak düzene uyarlı hale getirilmesi girişimiydi. İşte bu deneyim, eski yoldaşların “ihaneti”, sosyalist hareketin hafızasında travmatik etkide bulundu ve alt sınıfların talepleri üzerinde yükselen, keskin “anti kapitalist” söylemiyle dikkat çekmekte olan yükselen faşist hareketin özgün niteliğinin kavramasını geciktirdi.
1935 yılında gerçekleştirilen VII. Kongre’de ise, VI. Kongre’de kabul edilmiş olan “faşizm finans kapitalin en gerici, en bağnaz, en emperyalist unsurlarının açık terörist diktatörlüğü” tanımı Dimitrov tarafından geliştirilerek tekrar onaylandı. Faşizmin “sınıfsal temeli”ne bu tarihe kadar açıklık kazandırılsa da İtalya, Almanya ve Portekiz’de faşizm iktidar katına yükselerek kurumsallaşmış, Avrupa’nın neredeyse bütün ülkelerinde faşist hareket kitlesel boyutlara ulaşmıştı. Savaşla birlikte de Avrupa’nın bütün ülkelerinde –birkaç istisna dışında- İtalyan ve Alman ordularının desteğinde faşist partiler iktidara yerleştiler.
Nihai olarak faşizmi yenilgiye uğratanın Sovyetler Birliği olduğu doğrudur ama bu hakikat, tarihten ders çıkarılmak isteniyorsa bir başka hakikatin perdelenmesine asla neden olmamalıdır: Sosyalist hareketin faşist hareketin niteliğini kavrama hatasına düşmesi faşizmin dünyanın başına bela olması sonucunu doğurmuştur.
Hata “sınıfsal temel”in saptanamamasıyla sınırlı değildir. 1936’dan itibaren bütün ülkelerde faşizme karşı mücadele Sovyetler Birliği’nin korunması politikasına bağlanarak bir başka hatanın içine sürüklenilmiştir. Örneğin, İspanya İç Savaşı’nda takınılan tutum bunu gösterir.
“Sınıfsal temel”in saptanması faşizme karşı mücadele sorununun çözümü için yeterli midir? Hayır! Bu sadece bir başlangıç noktası olabilir. Onun ayırt edici yanını ortaya koymaz.
Faşizm krizi egemen sınıflar lehine çözer. Ama bunu çok özel bir biçim altında, ezilenlerin saflarından çıkmış yeni türden bir kitle hareketini işçi sınıfının, ezilenlerin mücadelesinin üzerine saldırtarak gerçekleştirir. Ülkenin özgünlüklerine, tarihsel koşullara bağlı olarak faşizmler farklı biçimler kazanabilirse de, faşizmin ayırt edici yanı, önceki devlet biçimlerindeki yıldırma yöntemlerine ek olarak düzene karşı çıkan alt sınıfların azımsanmayacak bir bölümünün düzen adına saldırıya geçirilmiş olması gerçeğidir.
Böylelikle devletin geleneksel hegemonya ve baskı aygıtları ile faşist hareketin bastırma ve hegemonya gücüyle birlikte uyumlu bir işleyiş oluşturarak yeni bir açık diktatörlük biçimini şekillendirirler. Bu nedenle faşizmde devletin merkezileşme düzeyi artarken, devlet aynı zamanda aşağıda, alt sınıfların içinde de kurumsallaşır. Baskı aygıtları toplumun dışında/üstünde örgütlenmiş hiçbir diktatörlük biçimi bunu başaramaz.
Toplumun dışında/üstünde örgütlenmiş ordu ve polis, muhalefet ortaya çıktıktan sonra onu bastırırken, toplumun içine yayılan dinamik uzantıları vasıtasıyla toplumun yaşantısının her anından haberdar olup, kontrol altına alma imkanına sahip olan bu devlet biçiminde muhalefeti kaynağında bastırma imkanı ortaya çıkar. Bu nedenle kurumsallaştığında faşizmi alt etmek oldukça zordur.
Kurumsallaşan faşizm “demokrasi”yi bir bütün olarak inkar eder. İnkar edilen “burjuva demokrasisi” olsa da yokluğu sınıf mücadelesinin ilerletilmesinin önüne bir dizi zorluk diker. Bu nedenle “burjuva demokratik” de olsa demokrasinin kazanılması mücadelesi öncelikli görev olarak karşımıza dikilir ve faşizmi iktidar katından indirmek en temel merkezi görev haline gelir. Faşizmi demagojik bir hareket olarak görüp asıl tehlikenin “sosyal faşizm”den geldiğini ileri süren III. Enternasyonal partilerinin dünyanın başına faşizm belasını musallat ettiğini unutmak tarihten ders almama inadını sürdürmek demektir.
Faşizmin iktidar katından indirilmesinin temel merkezi görev olarak tarifi, ittifak siyasetinin değiştirilmesini de zorunlu kılar. Temel merkezi görevle uyum içinde olan bütün güçler, burjuva da olsalar ittifak yapılabilecek güçler konumuna gelirler.
Çok sık tanık olduğumuz gibi sosyalist hareketimizin kimi kesimleri hem faşizm analizi yapmakta hem de ittifak siyasetinde eski ezberi tekrar ede gelmektedir. Bu tam boy bir tutarsızlıktır. Ya faşizm analizinden vazgeçilmeli ya da ittifak siyaseti değiştirilmelidir. Bu mızrağın çuvala sığması mümkün değildir.
2019 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimleri vesilesiyle tanık olduğumuz söz konusu tutarsızlığa şimdi de Saraçhane Mitingi dolayısıyla bir kez daha tanık oluyoruz.
Kaynak: Siyasihaber
