İsyanı ve haykırışı. Gür sesi herkese dokunuyor. Müzisyen Ceylan Ertem… Bir sorduk bin ah işittik

“Dünya zalimler dünyası/ Giden zalim gelen zalim/ İnsanlığın yüz karası/ Hayvan gibi ölen zalim.” Bu sözler elbette ki Aşık Mahsuni Şerif’e ait…

Tıpkı, “Hapishane içinde minderim kana battı/  Yahu bu ne haldir/ öldüm yedi yıldır/Gardiyan çekti gitti/ dağ gibi ömrüm benim/ ne çabuk söndü bitti” dizelerinde de olduğu gibi…

Ozanların o dönem gördüğü işkenceler, zulümler, baskılar bugünün fotoğrafı. Geçmişte olduğu gibi bugün de sanatın, deyişlerin, şarkıların, ozanların kalemi ve sözüyle toplumsal sorun ve kırılmalardan etkilenmemesi ve duyarsız kalması mümkün değil. Cezaevlerinde hak ihlallerinin yaşandığı, baskıların arttığı, sokağın yasaklandığı, Cumartesi Anneleri’nin yargılandığı, kadınların hedef alındığı bir yerde “nereye gidiyoruz” sorusu nedeniyle sanatı ve üretimleri konuşamıyoruz ve “bir söz söyledik bin ah işittik” söyleminin olduğu yerde duruyoruz.

Müzisyen ve yorumcu Ceylan Ertem Caz, pop, rock senteziyle şarkıları cover ile dinleyiciye buluşturan, sesinde, ruhunda, başkaldırı, itiraz, isyan olan bir ses. Bu duyarlı duruşuyla da hedef gösterildi, lince uğradı ve hakkında soruşturma açıldı. Ama o sessizliğe karşı tıpkı Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinde olduğu gibi ses oldu. Kadınların katledilmesine karşı kadınların özgürleşme mücadelesi içinde oldu. Badirelere rağmen o yola devam ediyor. Sanatçı Ertem, bugün durduğu yerden sanat yapmanın da sorumluluğu olduğunu belirterek, ezilenlerin, sesini duyuramayanların, haksızlığa uğrayanların yanında olmak gerektiğini söylüyor. Sezen Aksu’nun Erdal Eren için yazdığı “Son Bakışlar”, Cumartesi Anneleri için yazdığı şarkıların kendi yaşamında bir kırılma noktası olduğunu vurguluyor ve sanatın da aynı zamanda toplumun bir aynası olduğuna dikkat çekiyor.

İsyanı ve haykırışı. Gür sesi. Şarkılardaki güçlü yorumuyla herkese değiyor ve dokunuyor. Küçük bedende bir çığlık yükseliyor: Yazdığı yeni şarkı sözlerinde “Ve gelir zamanı/ şehri aşka boyamamızın/gelir zamanı / korkaklar gibi kaçışmanızın” diyen Ceylan Ertem ile aslında “kısmen sanat” olmak üzere ülke gerçekliğini ve ruh halini konuştuk…

-Şarkıların pop, caz, rock düzenlemeleriyle bir farkındalık yarattın. Mahsuni Şerif’ten Neşet Ertaş’a, şarkıların sözlerine baktığımızda şu anki durumu da yansıtıyor. Bu sanatçıların şarkılarını yorumlarınla günümüze taşıyanlardan birisin.

Tabi bu saydığımız isimler Aşık Mahsuni’ler, Aşık Veysel’ler, Neşet Ertaş’lar çok özel ozanlar. Hiçbir zaman neler olup bittiğine gözlerini kapatmamış ve aynı zamanda filozof kişiler. Sıradan şarkı yazarları değiller. Onların seviyesine erişmek çok iyi bir müzisyen için bile çok zor. Benim yaptığım yeniden yorumların daha genç 90 sonrası kuşakla buluşmaları açısından bir katkısı olduğunu düşünüyorum ve görüyorum da. Ahmet Kaya da aynı şekilde bu isimler arasında.

-Yenilere baktığımızda topluma ayna olmuş şarkılar nasıl yer buldu?

Bir Bulutsuzluk Özlemi, Aşık Mahsuni gibi ozanların bakış açısıyla çok olmasa da, kendi bakış açısıyla toplumun o dönemki haline, yaşananlara çok ayna olmuş şarkılar yazmış mesela. Şu anda katıldığımız bütün o festivallerde 15-16 yaşındaki gençlerin bile kendinden çok fazla şey yakalayıp, “sözlerimi geri alamam” şarkısını hep bir ağızdan söylediğine şahit olabiliyoruz. Ya da Bülent Ortaçgil’in “Normal” şarkısını biz de son zamanlarda yeniden yorumlamaya başlamıştık. Şarkda Gaz-Zap-Hasankeyf diyor ve Hasankeyf aslında daha nerdeyse yeni sular altına gömüldü ama 90’larda yazılmış şarkı olarak var. O dönemde benim de “Gap-Zap ne? ABD ne? Ortaçgil neden bunlardan bahsediyor” diye araştırmama neden olmuştu. Sezen Aksu’nun Erdal Eren için yazdığı “Son Bakışlar” şarkısı, ya da yine, Cumartesi Anneleri için yazdığı türküsü ciddi izlerdir yaşamımda.

-Nasıl bir yol ayrımına sürükledi sizi?

Hepsi bizim gerçekliklerimiz aslında. Ben Sakarya’da yaşayan bir çocuktum ve açıkçası hiçbir gazete ve televizyon Cumartesi Anneleri’ni haber yapmıyordu. Sezen Aksu bir şarkı yazdı onlar için ve kaset olarak bu basıldı ve ben Sezen Aksu hayranı olarak böyle bir şeyden haberdar olmuş oldum. O zamanlar yolum Beyoğlu’na hiç düşmemişti, İstanbul’a hiç gelmemiştim.

-Cumartesi Anneleri ne hissettirdi?

O zamanlar çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Yaşamadığım bir travmanın sanki acısını ben de yaşayabildim o şarkılarla. 99 depreminden birkaç ay sonra İstanbul’a geldim ve Akademi İstanbul’a girmek istedim. Çünkü Ayşe Tütüncü, Bülent Ortaçgil gibi öğretmenler vardı. Okul da tam Beyoğlu’ndaydı. Eski Beyoğlu’ydu, çok güzeldi. Her gün okula giderken Cumartesi Anneleri’nin oturduğu taşlara bakıyordum ve hafta sonları da onları görüyordum. Zaman zaman ben de onların yanında duruyordum. Acılarına ortak olmaya çalışıyordum çünkü tek istedikleri evlatlarına ne olduğunu sormak ve bulmaktı.

– “Beni Bul” şarkısını 700. Hafta için seslendirdiniz. Geçtiğimiz günlerde mahkemeye çıkarıldılar. Devletten failleri sorarken kendileri yargılandı. Acılar neden ortaklaştırılmıyor?

Yani hiç anlamıyorum gerçekten. Biraz o yüzden de insanlardan uzaklaştım. Bir köye taşındım. Neredeyse kimsenin telefonunu açamaz, kimseyle konuşamaz hale bile geldim. Biraz belki arkadaşlarım bana küsüyorlardır ama gönüllerini inşallah biraz daha iyi hissedince alacağım. Çok yaralı ve çok üzgünüm. Orada o şarkıyı ben tek başına söylemedim. Kayıp yakınlarıyla birlikte söyledik. Gülten Kaya da sağ olsun, Ahmet Kaya’nın o zaman kaydettiği altyapıyı bize vermişti. Diyecek bir şey bulamıyorum gerçekten. Sözcükler boğazımda düğümleniyor. Her zaman onların yanındayım ve her zaman burada bir kızları olduğunu mutlaka bilsinler. Bence Türkiye’de kendi etlerinden can kopmuş, yavruları kaybolmuş olabilir ama böyle güzel anlamda üvey bir sürü çocukları var. Acılarımızı ortaklaştırmalıyız ve empati kurmalıyız.

-İşte o yüzden bu şarkıların gücü, asla yadsınamaz ve dönüm noktası mı oluyor?

Evet çünkü bir çocuğun hayatını ve belki duruşunu, sonradan müzisyen olacak bir kadının bütün hayatla olan ilişkisini belki yazdığınız şarkılarla böyle değiştirebiliyorsunuz. Ortaçgil gibi, Yeni Türkü gibi, Bulutsuzluk Özlemi gibi birçok harika grup ve müzisyenin ve ozanların da çok büyük katkısı oldu. Nazan Öncel’in yazdığı “Demir leblebi” şarkısı da bir kadının üvey babası tarafından tacize uğramasını çok büyük bir cesaretle anlattığı için biz de “ha tamam şimdi bu yol cesaretle açıldı, tabular yıkıldı, biz de hikâyelerimizi özgürce anlatabiliriz” dedik. O yüzden şu anda bizden önce gelen birçok müzisyene ve ozana çok şey borçluyuz. Aşık Mahsuni Şerif’ten “Dargın Mahkum” ve “Zalım” türküsü de o kadar büyük tabular yıkmış ve o ozana türlü eziyetler edildikten sonra eli kolu bağlanmış zulümler görmüş ki işte bütün zorlukları o yaşadı ama bize yol açtı. Biz de artık özgürce her şeyden bahsedebiliyoruz durumuna -TRT denetiminden geçmesek de- geldik. Tabi ki şu anda bir sürü Rap, Hip-Pop müzisyeni yargılandı yargılanmaya da devam ediyor ya da pop müzisyeni de; ben de savcılığa gidip duruyorum yazdığım sözler yüzünden ama, en azından evimiz yakılmadı Aşık Mahsuni gibi. Hapse girmedik.

“Öldüm yedi yıldır/gardiyan çekti gitti” diyor. İşte onların yaşadığı zorlukların hiçbirini biz onlar sayesinde yaşamadık. İnşallah bizim yaşadığımız zorlukları da bizden sonra gelen müzisyenler yaşamasınlar. Müzik ve sanat giderek özgürleşmeye başlasın diye umut ediyorum. Şu anda hiçbir alanda özgür değiliz tam olarak.

-Müzisyenler neyin sesi olmalı?

Daha önce de söylemiştim. Müzisyenler “sessizlerin sesi” olmalı diye. Ama bu sadece benim hayalimdeki müzisyenler ya da benim sevdiğim Türkiye’de veya dünyadaki dev müzisyenlerin yaptıkları. Öyle olmak zorunda da değil. Kimseyi oturup da “ya efendim sen manyak mısın? Sabahtan akşama kadar aşk şarkıları yazıp söylüyorsun” diyemezsin. Onu da çok güzel yapanlar var! Ben de söylüyorum aşk şarkıları ve bu duyguyu yaşadım. Ama nasıl bir insan bu kadar tokatlanırken, çimdiklenirken bunun çığlığını atmaz. Şaşırmıyor değilim birçok şarkıyı ya da birçok şarkıcının yolculuğunu dinlerken. Ben bir müzik dinleyicisi olarak bile konuştuğumda bence yaşadıklarımıza zaman zaman ayna tutmuyor olmamız kendimizi tutuyoruz anlamına geliyor. Kendilerini tutuyorlar bence. Yoksa başka türlü olamaz. Ya da empati azlığı sonucu çıkıyor. Bir şarkıcıda, söz yazarında, müzisyende empati azlığı varsa o da bir sorun ayrıca. En azından 70 tane şarkın varsa bir üç dört tane bu yediğimiz darbelerden bahsediyor olmalı gibi geliyor. Tersi bir tuhaf geliyor.

-Yaşananlara duyarsız kalmamak adına siz de itirazlarda bulunuyorsunuz. Savaşa hayır dediniz ve hedef gösterildiniz. Hakkınızda soruşturma açıldı. Ses çıkarmanın bedeli bu mu?

Aslında maalesef böyle böyle ses çıkartmamamızı sağlayan bir düzenin içindeyiz. Ama bence değer. Derler ya: “beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır” diye. O yüzden bence doğru bildiklerimizi söylemekten şaşmayalım yoksa başka insanlara dönüşürüz. Ben zaten bu sıralar onun gelgitini yaşıyorum.

-Nasıl?

Ya işte durmadan hayatım boyunca “aman aman evladım” diyen bir ailem var. Onun dışında dinleyiciler, ya da çok yakınımdaki sevdiğim, saygı duyduğum isimlerle de “ya Ceylan aman” diyorlar ama bir yandan da işte sorular var kafamda sormam gereken. O sorular yüzünden cezalandırılmamalıyız diye düşünüyorum.

-Nedir sorularınız?

İstanbul Sözleşmesi’ni soruyoruz. Neden iptal ediliyor? Neden biz önce önayak olduk ve şimdi neden böyle diye ülkedeki muhalefet de dahil olmak üzere herkes bu soruyu sordu ve kahroldu. Kadınlar öldürülüyor! Ya da Boğaziçi eylemindeki öğrencilerin neden boğazına yapışıldı? Bence bu çok utanç verici. O gençler ülkelerini seviyorlar, okullarını seviyorlar ve bu atanmış Kayyum Rektörü kabul etmiyorlar diye nasıl bu öğrencilerin boğazına sarılabilirler, yerlerde sürüklenebilir ve ters kelepçe takılabilir. Dört beş tane fotoğraf gördüm ve gerçekten çok üzüldüm. Fiziksel olarak artık hastalanmaya başlıyoruz. Bunlar çok yanlış ve çok korkunç! Biz bu yaşananları ve bu hayatı hiç hak etmiyoruz. Ve çok da dolduk hangi konu hakkında ne diyeceğimizi şaşırdık artık. Hatta görüyoruz Şule Çet, Özge Can için bir Twit atmış:  öldürülen her kadın bir önce öldürülen kadın için “ben onun yerinde olmak istemiyorum” diye bir twit paylaşmış. Ne bilim, ben bilmiyorum ki belki de beş altı ay sonra “sana bana” olacak bu! Değer Deniz de bizim çok yakın şarkıcı bir arkadaşımızdı ne oldu? Evinde tecavüz edilip öldürüldü. Adam 40 yıl hapis aldı. Bu mudur cezası? Bence müebbet olmalı.

-İstanbul Sözleşmesi’nin geri çekilmesi kaygıları artırdı mı?

Zaten İstanbul Sözleşmesi varken bile uygulanmıyordu ve korumuyordu ki. E şimdi katil ruhlu bir cani olsan kendine güvenirsin değil mi? “Ne güzel bana bir şey olmuyor gözaltına alınıyorum, salıveriliyorum.” Üniversite öğrencisinden çok daha kısa sürede salıverileceğini biliyor, burnuna pudra şekeri çeken, ya da bir kadını öldürmeye çalışan adam. Biz artık olduğumuz yerden bas bas bağırıyoruz, bir takım kanıtlar bulunuyor. Gazeteci arkadaşlarımız, avukat arkadaşlarımız çırpınıyor da tekrar tutuklanıyor. Yoksa bence tekrar tutuklanmalar bile yaşanmayacak. Şaka mı bu yaşadıklarımız gerçek mi? Gerçekten inanmak istemiyorum ki “ben hayaller dünyasında” yaşaması gereken bir müzisyen olarak şu anda öyle hayaller dünyasında yaşayan, gerçeküstü yaşayan insanlar var ki ağzım açık kalıyor. Ne yazık ki ayağım yere basıyor.

-Yaşamın her alanında demokrasi mücadelesi için adım atmak gerektiğini söylüyorsunuz. Siyasi partilere ve muhalefete eleştiri mi var?

Evet var! Çünkü ne yazık ki halen peşinden koşa koşa gideceğim bir siyasi parti bulabilmiş değilim. Belki hep beraber birlikte bir voltron oluşturulup gençleri de yanlarına alarak artık lütfen bir şeyler yapmaya çalışsınlar. Şu konuştuğumuz şeylerin hiçbiri bizim işimiz değil.

-Artık o hale mi geldik. Sanatı, üretimi, müziği neler yaptığınızı konuşamıyor muyuz?

Yok konuşamıyoruz. Olmuyor ki! Benim son on yıldır verdiğim röportajlarımın yarısı böyle geçiyor. Acaba ne olabilir? Gerçekten ütopyalar güzel mi? Ya da “seni senin gibiler sevsin isterken ne demek istediniz? Ya da Cahille sohbeti kestim derken aslında nedir? Ya da Yuh diye neden bir albüm yaptınız?” Falan yani. Ama şimdi hepsi toplumun acıları, yaraları sonucu ortaya çıkmış işler olduğu için de tabi bunlardan bahsediyor oluyoruz. Artık muhalefetten ne olur çok yüksek bir ses çıksın. Mitingler yapılıyor. Ben bile bir muhalefet liderinden daha ağır sözler, laflar edebiliyorum. Belki bir sanatçı, ya da gazeteci muhalif olmak zorunda da değil sadece şundan yanayım “a bakın bu da burada iyi bir şey yaptı” keşke Kürt açılımı olsaydı mesela. Keşke Roman açılımı olsaydı. Bu kimin fikriydi? Oy vermediğim partinin fikriydi. Bazen onunla da aynı fikirde olabilirim. Ama sen bir muhalefet olarak birilerinden önce davranmalısın ve artık lütfen daha fazla ses çıkarmalısın. Artık ben utanıyorum.

– Toplumsal dinamikler için ortaklaşma beklentisi var. Taraf değil yaşamın demokratikleşmesi ve sanatın özgürleşmesi. Sanatçı ve müzisyenler de farkındalığı yaratmakta, mesaj vermekte zor dönemlerden mi geçiyor?

Tabi ki. Ben derim ki 2000’ler zordu. Ama başka üst kuşak der ki olur mu 80’ler ve 90’larda biz neler çektik. Belki de 60’lar için de konuşulur. Her dönem zorluklar yaşanmış ama ben o zorluklar esnasında toplumun, gençlerin umutlarının kırıldığı esnada onlara ses olan müzisyenleri her zaman içselleştim ve hayranları oldum. O tür seslere biraz daha ihtiyacımız var gibi. Daha korkmadan, çekinmeden yazan çizen, birilerinin yanında olan: hani bu bir ağaç da olabilir, bir hayvan da olabilir, bir orman da olabilir, bir kadın da olabilir neyse ne yani! Yanında duracağımız o kadar çok mesele var ki. Ben birçok müzisyen arkadaşıma bir siyasi partinin karşısında olun demiyorum. Sadece ezilenlerin, sesini duyuramayanların, haksızlığa uğrayanların yanında olun demek istiyorum.

-Neler yapılmalı ya da nasıl olmalı?

Kadın Cinayetlerini Durduracağız yürüyüşlerinde Nur Sürer olurdu. Beren Saat gelirdi. Onun gelmesi çok önemliydi. Çünkü o zaman gazeteciler, işte o bütün magazinciler dünyası da hemen o yürüyüşe dahil olup konuşmak zorunda kalır, haber yaparlardı. O yüzden daha popüler isimlerin şu anda harika dizilerde, harika roller oynayan, birçok kadın acılarına yakından tanık olan belki o dizide durmadan dayak yiyen güzel yüzlü kadın arkadaşlarımız da o yürüyüşlere katılırlarsa daha etkili olacaktır. Televizyonlar da daha geniş sorunlara yer vermek zorunda kalacaklardır. Cumartesi Anneleri’nin de yanında olmalarının önemi var. Boğaziçi üniversitesi öğrencilerinin de yanında olmalarının önemi var. Şu pandemi bittiğinde mutlaka haklı eylemlerde hep beraber olmalıyız. Kendi gözlerimiz ve kalplerimizle bütün eylemlere sahip çıkalım. Mor Çatı’nın eylemlerinde de bir dönem biz sürekli tacize uğrardık. Yanımızda bir sürü adam “o ne güzel hepiniz toplanmışsınız, hepsi bir araya gelmiş” diyerek bizi elle ya da sözle taciz ederlerdi. Kızlar da “batırın şunlara şu iğneleri” derlerdi. Şimdi öyle şeyler yerine ters kelepçeler ve yerlerde sürüklenerek götürülüyor kadın arkadaşlar…

-Sanatı sanat üzerinden konuşamıyoruz, Ceylan Ertem’i kendi özelinden konuşamıyoruz. Frida Kahlo hali, sessizliğe karşı duruş ve çığlığınız var. Şarkılardaki yorum o kadar güçlü ki herkese değiyor ve dokunuyor. Küçük bedende dev bir çığlık yükseliyor.  

Genelde de öyle memleketimizde. Bir sürü küçük boylu, minyon şarkıcı böyle çılgın çığlıklar atıyor:) Sezen’in de dediği gibi “sen bide yerin altında var onu bilmiyon”:) aynen öyle gerçekten bir de yerin altında var bizde birazcık. Orda topraktan gelen bir şeyler var. Benim de en çok zaten başarmayı istediğim şey birilerine dokunabiliyor olmak, söylediğini gerçekten kastedebiliyor olan bir şarkıcı olabilmek. Biraz işte burun sızlatmak, biraz hafızayı tazelemeye çalışmak umarım dediğin gibi başarıyorumdur.

-Şimdi sıra sanata geldi.. Yeni albüm çalışması ve şarkılar var mı? Ne yazıp bestelediniz?

Pandemi döneminde Cem Adrian’ın sözünü müziğini yazdığı bir hediyesi oldu. Biz onu biraz Onna Tunç, Atilla Özdemiroğlu gibi harika isimleri aklımızda tutarak düzenledik. Ve şu anda onunla ilgili çok heyecanlıyız. Şarkının adını ben “Çaresiz” koydum. Çaresiz hissedenlerin şarkısı gibi oldu. 5-6 Nisan gibi de benim sözlerini yazdığım, müziğini yaptığım bir şarkıyı kaydedeceğiz, minik bir koro oluşturduk. 3 kadın şarkıcı, 2 erkek şarkıcı. Ben ve Çağrı Sertel ile birlikte seslendireceğimiz bir şarkı. Onun adını “Sis” koydum. Şarkının içinde geçmiyor ama işte bu dağılmayan sisten biraz bahsediyor. Şarkı aslında biraz umutla başlıyor. “Sessizsek güçsüz değiliz” diye devam ediyor. Biraz böyle mütevazı olmanın, biraz sessiz durmanın, yanlış anlaşılmaması için, aslında buradayız hiçbir yere gittiğimiz yok. “Ve gelir zamanı şehri aşka boyamamızın/gelir zamanı korkaklar gibi kaçışmanızın” diye devam eden bir şarkı. Çok güzel büyük bir koro eşlik etsin istiyordum ama pandemiden dolayı ancak bu kadar insan bir araya gelerek yapabiliyoruz. 5-6 Nisan’da kayda gireceğiz. Sonra da videolu canlı kayıt yapacağız ve o kayıt yayınlanacak. 14 Nisan gibi de Cem Adrian’ın “Çaresiz”i yayınlanıyor. Mayıs başı gibi ve ortası gibi de Sis yayınlanacak. Sırada çok şarkı birikti. Hep beraber sonunda güzel dileklerimizi göndereceğiz.

Güzel bir dünya derdi

Ceylan Ertem’in derdi ne?

Derdim bütün bu konuştuklarımızın toplamı. Ama bizden sonrakiler için adil, ahlaklı -iki bacak arasında olmayan ahlaktan bahsediyorum- kardeşlikle dolu, bir arada durabildiğimiz güzel bir dünya bırakma derdi taşıyorum. İnşallah da bu dert hiçbir zaman bitmez. Her zaman o mücadeleyi sürdürme gücünü kendimde bulurum: hem gelecek nesilden yana umudum var, hem de onlar benden yana umudunu yitirmesin.

Kaynak: YENİ YAŞAM

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…