Türkiye genelinde erkekler tarafından öldürülen kadınların sayıları her geçen gün daha da artıyor. İstanbul Sözleşmesi ile 6284 sayılı kanunun uygulanmaması, iktidarın kadın düşmanı politikaları kadın cinayetlerinin ve şiddetin artmasının en büyük nedenleri olarak değerlendiriliyor. Kadın örgütleri, iktidarın şiddeti ve cinayetleri önlemediğini, paralel şekilde yargının yasaları uygulamadığını, faillere verilen cezaların yetersiz olduğunu hatta pek çok vakada ceza verilmediğini dile getiriyor sıkça. Kadın cinayetlerinin artışının çok tehlikeli boyutlara ulaştığına dikkat çeken kadınlar, son yıllarda yükselişe geçen bir diğer soruna daha işaret ediyor; şüpheli kadın ölümleri. Çünkü şüpheli kadın ölümleri özellikle son yıllarda kadın cinayetleri verileriyle başa baş bir grafiğe ulaşmış durumda. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu bu yılın haziran ayı raporunda, erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısını 27 olarak belirtirken, şüpheli kadın ölümlerinin rakamını ise 23 olarak verdi. Yani bir ayda yaşamını yitiren 23 kadının ölüm nedeni belli değil.
İstanbul Sözleşmesi
Kadınların uzun yıllar süren mücadeleleri sonucunda dünyanın pek çok ülkesinde kadınlara yönelik suçlarla ilgili ayrı bölümler ve ekiplerin kurulduğu biliniyor. Karakol, hastane, savcılık, adli tıp gibi devlet kurumlarında tecavüz, cinayet, intihara sürüklenme gibi kadının uğradığı saldırılar, konusunda uzman birimler tarafından yürütülüyor. Olay sonrası delillerin toplanması, ifadenin doğru şekilde alınması, ayrıntılı adli tıp raporları, soruşturmanın eksiksiz yürütülmesi saldırı faili ya da faillerinin tespiti ve yakalanması açısından büyük önem taşıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin hayati önemi tam da burada devreye giriyor. Çünkü yukarıda saydığımız tüm aşamalar İstanbul Sözleşmesi’yle mümkün kılınabiliyor.
İntihar değil cinayet
Türkiye’de şüpheli kadın ölümlerinin ardından cinayet çıktığına defalarca şahit olduk. Bunun en büyük örneğini de yakın zamanda Şule Çet cinayetinde yaşadık. Şule Çet, Çağatay Aksu ve Berk Akand isimli iki erkek tarafından Ankara’da bir plazanın 20. katından atılarak katledildi. Olay ‘intihar’ denilerek kapatılmak istendi. Delillerin eksik ve doğru toplanmadığı, delillerin karartıldığı kadınların büyük mücadelesiyle açığa çıkarıldı. 23 yaşındaki Şule Çet’in intihar etmediği, tecavüz edildikten sonra camdan atılarak öldürüldüğü kanıtlandı. Türkiye’de Şule Çet gibi cinayete kurban giden fakat üzeri intihar ya da kaza gibi gerekçelerle örtülen pek çok olay yaşanıyor. Fakat yargı mensuplarının görevlerini yerine getirmemesi, failin korunması, yasaların uygulanmamasıyla kadınların ölümleri aydınlatılmıyor.
Örtbasın ismi ‘intihar’
Şüpheli kadın ölüm haberleri Türkiye’nin dört bir yanından gelirken, son aylarda özellikle Kürt kentlerindeki artış da dikkatlerden kaçmıyor. Bölgede kadınların sorunlarına yönelik mücadele yürüten Star Kadın Derneği, geçtiğimiz haftalarda açıkladığı verilerle Van’da son bir yılda 8 kadın intiharının yaşandığını ve bu intiharların kayıtlara ‘şüpheli’ olarak geçtiğini söyledi. Ağrı’da ise 35 gün içinde 6 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. 6 kadından 5’inin otopsi raporlarında ‘intihar’ ibaresi yer aldı. İntihar ettiği iddia edilen bu kadınların çoğunun ortak özelliğinin aile içi şiddet gören kadınlar olduğu ise en önemli detaydı. Bu gelişmeler üzerine, bizzat Ağrı’ya giderek ölümleri ‘intihar’ diye geçiştirilen kadınların yaşadıklarını, ailelerini ve koşullarını daha yakından görmek için çeşitli görüşmeler gerçekleştirdik. İki bölüm halinde sunacağımız dosyamızda, ölen 6 kadının ölüme nasıl sürüklendikleri kentin feodal yapısı, ailelerinin anlatımları, kadın siyasetçilerin değerlendirmeleriyle yer aldı.
Sokakta kadınlar yok
Kadınların içerisinde yaşadığı mahalleleri, içinde bulundukları sıkışmışlığı, uğradıkları şiddeti, üstlerine boca edilen erkek egemen politikaları Ağrı ve ilçelerinde biraz dolaşınca kolayca görüyorsunuz. Bu doğrultuda siyasetçiler, belediye eşbaşkanları, sosyolog, avukat ve kadınların aileleriyle görüştük. İlk olarak kent merkezini gezdik. Amacımız ortak yaşam alanlarında kadının yerini gözlemlemek ve kadınlarla sohbet ederek sorunlarını onlardan dinlemekti. Ancak çevre illerde olduğu gibi Ağrı kent merkezinde de kaldırımlarda, işlek caddelerde, ortak yaşam alanlarından park, kafe ve kahvehanelerde hep erkeklerle karşılaştık. Sokak aralarında küçük esnaflardan alışveriş yapan birkaç kadına rastlayabildik sadece. Konuşmaya çalışmamıza rağmen hiçbir girişimimiz sonuç vermedi. Kadının yanında “abi, kardeş, baba, eş” sıfatıyla duran erkeklerin “izin vermeyen” bakışları engel oldu kadınlarla konuşmamıza.
‘Başlık parası’na devam
Sokaklarda dolaşmaya devam ederken yüzünü beyaz tülbent, bölge halkının deyimiyle “leçek” ile kapatan orta yaşlı bir kadının birkaç metre ötesindeki erkeğe ulaşmak için küçük ama hızlı adımlarla yetişmeye çalıştığını gördük. Kent dışından gelen bir kadınsanız gittiğiniz kahvehanelerde, kafelerde, parklarda nispeten daha rahat oturabiliyorsunuz. İlçelere gitmek için bindiğimiz minibüsün içinde yine yüzü “leçek” ile peçelenmiş kucağında ve yanında çocuğuyla bekleyen kadınları görüyoruz. Şoföre bir şey söylerken kadının yanındaki erkeğin kulağına eğilerek önce ona anlatması, minibüste beklerken yine yakını bir erkeğin ekmek arasına sıkıştırılmış yiyeceği uzatırken, kadının arkasına dönüp yemesine tanıklık ediyoruz. Sohbet ettiğimiz aynı minibüsten kişilerden kadınların çocuk yaşta ve “görücü” usulüyle evlendirildiklerini, ayrıca evlendirildiğinde çocuğun ailesinin (karşı taraf için de geçerli) ‘başlık parası, süt parası’ olarak en az 40 bin lira istendiğini öğreniyoruz.
‘Eşitsizlik her alana sirayet etti’
Bölgede artan şüpheli kadın ölümleriyle mücadelede kadınların karşılaştığı sorunları avukat Sümeyye Göksu ve Diyadin Belediyesi Kadın Politikaları Müdürü Benazir Aydemir’e sorduk. Avukat Göksu, avukatlığın da cinsiyet eşitsizliğinin hissedildiği mesleklerden biri olduğuna dikkat çekerek, hem kendi yaşadıkları sorunları hem de Ağrı’daki kadın sorunlarını anlattı. Çocuk İstismarı İle Mücadele Derneği (UCİM) il sorumlusu olan Göksu, Ağrı ve ilçelerinin en önemli sorunlarından birinin de kadın ve çocuğa yönelik şiddet olduğunu dile getiriyor sözlerine başlarken. “İlimizde çok fazla kadın intiharı ve kadın katliamı yaşanıyor. Maalesef bunlar ne adliyeye ne de medyaya çok fazla yansımıyor” diyor hemen ardından.
‘Şiddete karşı çaba yok’

Şiddetin en büyük nedenlerinden birinin kadının özne olarak görülmemesi olduğunu vurgulayan Göksu, “Kadınlara sadece çocuk doğuran olarak bakılıyor. Şiddet yoksullarda da ekonomik olarak daha iyi durumda olanlarda da değişmiyor. Bir kadın olarak ekonomik yeterliliğim olmasına rağmen problem yaşayabiliyorum” ifadelerini kullanıyor.
Kadın olduğu için birçok davayı alamadığını, genç bir kadına dava götürülmeyeceği gibi genel bir kanı olduğunu söyleyen Göksu, şöyle devam ediyor: “Erkek meslektaşlarımızın her zaman bir adım önde olduğu bir sektördeyiz ancak ne kadın meslektaşlarımız ne de erkek meslektaşlarımızın kadına yönelik şiddete karşı yeterince bir çaba sarf etmediği kanısındayım.” Kadınların akşam saatlerinde eve giderken dahi sorun yaşadıklarını, gece evden bir erkekle dışarı çıkabildiklerini dile getiren avukat Göksu, “Kendinizi her zaman korumak zorundasınız. Toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle evlenmek durumundasınız ve çocuk doğurmak zorundasınız ki bir mertebeye varabilesiniz. Baba ile paylaşılmayacak çok büyük sorumluluklarınız var. Erkek çocuklarınızla, kız çocuklarınızı ayırmak durumundasınız. Cinsiyetçiliği çocuklarınızın beynine kodlamak durumundasınız. Toplumumuzda maalesef bu bakış açısı çok fazla. Bunlar hem Ağrı’nın hem de ülkenin çok ciddi problemleridir” diyor.
‘Cesur olup mücadele edin’
Toplumdaki cinsiyet eşitsizliğini biraz kırabildiklerini ama daha fazla kırılması için kadınların cesur olması gerektiğini kaydeden Göksu, son olarak şu çağrıyı yapıyor: “Ağrı’da kadınların, sivil toplum kuruluşlarının, kentin ileri gelenlerinin şiddete ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele etmesi gerekiyor.”
‘Dayanışmayı büyütürsek’

Halkların Demokratik Partisi (HDP) yönetimindeki Diyadin Belediyesi Aile ve Kadın Politikaları Müdürü Benazir Aydemir, şüpheli kadın ölümleri için bölgenin sosyolojik yapısını değerlendirdi. İlk olarak ilçede şüpheli kadın ölümleri ve erkek şiddetinin arttığını söyleyen Aydemir ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda kadınlara ulaşmaya çalıştıklarını ifade etti. Yaşamını yitiren kadınların aileleri ile yaptıkları görüşmeleri aktararak sözlerini sürdüren Aydemir, şüpheli şekilde hayatını kaybeden Ceylan Akpolat’ı anlatıyor: “Ceylan Diyadin’e bağlı bir köyde, Hamur ilçesinde görücü usulü bir erkekle evlendiriliyor. Evli kaldığı 7 yıl içerisinde sistematik olarak eşi ve eşinin ailesinden şiddet gören Ceylan, birçok defa jandarmaya başvuruyor, ailesine sığınıyor. Ama jandarma 6284 yasasını uygulamak yerine onu şiddet gördüğü adrese geri gönderiyor. 5. gün intihar ettiği belirtilen Ceylan’ın sırtında yerde sürüklendiğine dair izlerin bulunduğuna, yine omuzlarında morluklar olduğuna ve boynunda üç ip izi olduğu söylendi. Öte yandan 3 çocuk annesi ve en küçük çocuğu daha 3 aylık olan bir anne bebeğinden neden ayrılmak istesin?”
‘Hastaneye gidemiyorlar’
Bölgede kadınlara dönük yaklaşımlara da işaret eden Benazir Aydemir, devamında şu örnekleri veriyor: “Burada bir kadın sağlık sorunu için hastaneye gitmek istediğinde tedavi edilen kadın olsa da erkek ‘sen gelme masraf olur, ben senin tedavi sonucunu da raporlarını da alırım’ gibi girişimlerde bulunabiliyor. Doğum uzmanları Ağrı kent merkezinde bulunan hastanelerde oldukları için kadınlar buraya sıklıkla gidiyor. Bizler de en azından erkeğin öne sürdüğü ekonomik nedenlere karşı her hafta çarşamba günlerinde otobüsleri yalnızca kadınların hizmetine açarak daha rahat gidip gelmelerini sağladık.”
Salgında başvurular arttı
Aydemir, “evde kal’ önleminin özellikle kırsal kesimlerde etkisinin olmadığını ve ekonomik nedenlerden dolayı şehir dışında çalışan erkeklerin de evlere dönmesiyle birlikte kadınların iş yükünün arttığını vurguluyor. Pandemi sürecinde koşullarını zorladıklarını belirten Aydemir, “Özellikle salgın sürecinde belediyeye kadın başvuruları çok fazla oldu. Ekonomik sorunlar başta olmak üzere kadınlar yoğun bir şekilde belediyeye gelerek başvuruda bulundu. Bizler de elimizden geldikçe, imkanlar el verdikçe kadınların başvurularına karşılık elleri boş göndermemeye çalıştık. İlçede kadına yönelik şiddet alanında başvuru alamıyoruz. Genelde şiddet başvurusu için Emniyet ve Jandarma’ya gidiliyor” dedi.
Önceki yıllarda yaşanan kadın katliamı ve şüpheli kadın ölümlerini de hatırlatan Aydemir, erkek şiddetinin önüne ancak kadın dayanışma ağlarıyla karşı durulabileceğini ifade ediyor. Tüm kadın ve kadın kurumlarına çağrı da yapan Aydemir, “Bize destek çıkılmasını bekliyoruz. Dayanışmayı büyütürsek şiddetin önüne geçebiliriz” dedi.
Ceylan, Zana, Kübra…
Ceylan, Zana, Kübra ve daha niceleri… İntihar etti denilerek dosyalar kapatılıyor, kadınların yaşadıkları gözardı ediliyor. Kadınlar devlet, aile, kardeş, baba, evli olduğu erkek ve toplumun baskıları altında yaşamlarını sürdürürken, kimse yaşadıklarına kulak vermiyor. Kadınlar öldürüldü mü yoksa intihara mı sürüklendi? Bu soruların cevapları bir türlü aydınlatılmıyor. Ağrı’da mayıs ayından bu yana, Hamur ilçesi Süleyman Kümbet (Silêman kombet) köyüne bağlı Aşağı Yurt (Şîrik) mezrasında yaşayan Ceylan Akpolat 7 Mayıs’ta, Tutak ilçesine bağlı Aşağı Kara Halit (Qerexalta Jêrê) köyünde yaşayan Pakize Öztaş 9 Mayıs’ta, merkeze bağlı Dönerdere (Elomilo) köyünde yaşayan Güzel Koçyiğit 26 Mayıs’ta, Diyadin ilçesine bağlı Aşağı Kardeşli (Qetka Jêrê) köyünde yaşayan 17 yaşındaki Zana Polat 4 Haziran’da, Taşlıçay’ın Aşağı Toklu köyünde yaşayan 27 yaşındaki Hacer Ergül 11 Haziran’da ve Taşlıçay ilçesine bağlı Dilekyazı (Gêrê Şera) köyünde yaşayan 21 yaşındaki Kübra Taşdemir 12 Haziran’da şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.
Ağrı’da “intihar” denilerek kapatılmak istenen şüpheli kadın ölümlerine yenileri eklenirken, kadınların vücutlarındaki darp izleri, sistematik olarak şiddete maruz kalmaları, çocuklarıyla tehdit edilmeleri, karakollara yaptıkları başvurular, ölümlerinin “intihar” değil cinayet olduğu şüphesini arttırıyor. Hayatlarını yitiren kadınların yaşamlarına dokunmak için çıktığımız Ağrı yolunda ilk durağımız Hamur ilçesinde Süleyman Kümbet (Silêman kombet) köyüne bağlı Aşağı Yurt (Şirik) mezrasında 7 Mayıs’ta şüpheli şekilde yaşamını yitiren Ceylan Akpolat’ın ailesinin evi oluyor. 6 haneli Oğulova (Qire) isimli köyde evlerin çoğu tek bir odadan oluşuyor. Ceylan’ın doğduğu eve vardığımızda annesi Zozan Kaya ve akrabası olan kadınlar karşılıyor bizi. Ekonomik sebeplerle erkeklerin şehir dışına çalışmaya gittiğini öğreniyoruz. Özellikle kırsal kesimlerden oluşan ilçede iş yükünün tamamı kadınların omzuna yüklenmiş.
‘Sürekli şiddet görüyordu’
Koyunlarını sağmaya ara vererek dinlenmek için yanımıza oturan Zozan Kaya, Ceylan’la ilgili konuşmaya başlayınca gözleri doluyor. İlk sözü, “Kızımın ölümüne sebep olanlar Allahlarından bulsun” oluyor. Konuşmasına devam edeceği sırada, Ceylan’ın babası Zübeyir Kaya araya girerek, “Konuşmayı bilmiyor” sözleri ile Zozan’ı geri plana atarak kendisi konuşmaya başlıyor. Ceylan’ın evliliğinden bu yana sürekli eşi ve ailesi tarafından sistematik şiddete maruz kaldığını söyleyen baba Zübeyir Kaya, “Ben kızımı evlendirdiğimde daha çok küçüktü. Eşi ve çocuklarıyla ayrı evde kalıyordu. Fakat eşi başka şehirlere çalışmaya gittiği için sürekli kaynana ve kayınpederinde kalıyordu” diyor.
‘Şiddete para cezası’
Zübeyir Kaya, Ceylan’ın sistematik şiddete maruz bırakıldığını belirterek, “Kızım bu işkencelere dayanamadığı için ilçe karakoluna gitti. Karakol beni arayarak ‘Ceylan bizim yanımızda, siz ona sahip çıkmazsanız sığınma evine göndereceğiz’ dedi. Ben de karakola gidip kızımı aldım. Eşi ve ailesini şikâyet ettik. Fakat karakol sadece ailesine para cezası keserek serbest bıraktı. Ceylan, şiddete karşı sessiz kalmadığı ve olanları karakola bildirdiği için eşinin ailesi tarafından ilçeye deli olarak gösterildi. İlçede bulunan herkes kızımın aklı dengesinin yerinde olmadığı kanaatine varmıştı” diye anlatıyor.
‘İntihara inanmıyorum’
Baba Kaya, olanları anlatırken çok önemli detaylar veriyor Ceylan’ın ölümüyle ilgili. “Boynunda üç ip izi vardı” diyen Kaya, “Sırtında, omuzlarında darp izi vardı. Kızımın kendini asacağına inanmıyorum. Kızım çocuklarına bağlıydı, canına kıyacağına ihtimal vermiyorum. Açılan dosyada henüz bir ilerleme yok. Savcılığa dilekçe yazdım” diyor. Yeniden konuşmak isteyen anne Zozan Kaya da gözyaşlarını tutamayarak, olayın bir an önce aydınlatılmasını istiyor. Konuşma esnasında burnundan kan akmaya başlıyor anne Kaya’nın, kızının ölümünden bu yana burnundan sürekli kan geldiğini öğreniyoruz.
17 yaşında bir çocuk
Kentte ikinci durağımız ise 4 Haziran günü Diyadin’in Aşağı Kardeşli (Qetka Jêrê) köyünde şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren 17 yaşındaki lise öğrencisi Zana Polat’ın evi oluyor. Zana’nın annesi ve anneannesi ile görüşme imkânı buluyoruz. Gazeteci olduğumuzu ve Zana’nın ölümüyle ilgili konuşmak istediğimizi söylediğimizde hemen davet ediliyoruz. Uzun bir süre anneyle konuştuktan sonra babası da geliyor. Babası haberde isimlerinin kullanılmasını istemediğini söylüyor. Anne, Zana’nın o gün kendisini yıkamasını istediğini söyleyerek, “Zana’yı yıkadıktan sonra saçlarını taramam için yanıma geldi. Uzun sarı saçları, yeşil gözleri vardı. O gün bahçede güle oynaya çay içtik. Benimle veda eder gibi ‘anne seni çok seviyorum’ diyerek başını omzuma koydu. Zana eve geçti kısa bir süre sonra evden silah sesi geldi. Gelen silah sesi üzerine eve koştum, Zana yerdeydi. Hastaneye kaldırdıktan sonra daha olay yerindeyken öldüğünü öğrendik” diyor.
Silahı nereden buldu?
Babası, Zana ile baba-kız ilişkisinin yanı sıra iki yakın arkadaş olduğunu ve Zana’nın her şeyini kendisine anlattığını iddia ederek şunları söylüyor: “Ekonomik nedenlerle sürekli ilçe dışına çıkıyordum. Salgının yayılmasıyla köyde kaldım ancak normalleşme süreciyle birlikte tekrar şehir dışına çıkmaya başladım. Olay sırasında evde değildim. Silahın şarjörünü boşaltarak tek bir kurşun bırakıyor. Ardından o tek kurşunla kendini vuruyor.” Evde bulunan silahın ne tür bir silah olduğunu ve kime ait olduğunu sormamıza rağmen baba “Burada herkesin silahı var. Zana’nın silahı nereden getirdiğini bilmiyorum. Kızım çok zekiydi. Asla intihar edebileceğine ihtimal vermiyordum” diye tekrarlıyor.
Kardeşi de intihar etmiş!
Sohbetin sonunda daha önce de Zana’nın erkek kardeşinin aynı silahla kendisini vurduğunu öğreniyoruz. Baba ayrıca, “Zana’ın erkek arkadaşı olsa ben bilirdim. Çünkü bana her şeyini anlatıyordu” diyor. Baba, “Savcılık soruşturması sürüyor. Mavi Balina uygulaması yüzünden kendisini öldürmüş olabilir” iddiasında bulunuyor. Şüpheli ölümle ilgili soruşturma devam ediyor.
‘İntihar etmedi, öldürüldü’
Son durağımız ise Taşlıçay ilçesine bağlı Dilekyazı (Gêrê Şera) köyü yaylasında 11 Haziran günü çadırda yaşamını yitirmiş halde bulunan 21 yaşındaki Kübra Taşdemir. Kübra’nın ailesi kızlarının intihar ettiğine inanmıyor. Kübra’nın bir buçuk yıldır evli ve bir çocuğu olduğunu söyleyen baba Kerem Samancı, Kübra’nın yaz aylarında evli olduğu erkeğin ailesi ile birlikte yaylaya çıktığını söylüyor. Kübra’nın eşinin ailesi tarafından baskıya maruz kaldığını söyleyen baba Samancı, “Çok çalıştırılıyordu. Kızımla telefonla konuşabiliyorduk. Daha sonra telefonuna birkaç kez el konulmuştu. Ulaşamayınca çarşıda kayınpederini gördüm ve sordum. O da ‘telefonu bozuk, durumu iyidir’ dedi. Telefonu olduktan sonra da kızım aradı ve eşinin ailesinin el koyduğunu söyledi” diye anlatıyor.
‘Çocuğunu kaçırıyorlardı’
Kübra’nın sürekli baskı altında tutulduğunu belirten baba, “Kızım çocuğunu emzirmesine izin vermediklerini söyledi. Neden izin vermediklerini sorduğumuzda ise ‘Çocuğumla ilgilenince işler kalıyormuş. Çocuğumu sürekli benden kaçırıyorlar. Mama ile besliyorlar. Buna müdahale ettiğimde ise bana kızıyorlar’ diyordu” bilgisini paylaşıyor.
‘Asması mümkün değil’
Kızının intihar ettiğine inanmayan Kerem Samancı, “Olay günü doğrudan kaldıkları çadıra gittik. O çadırda kendisini astığını söylüyorlar. Ancak asılı halde ayaklarıyla zemin arasında beş santimlik fark var. Yani bir kişinin orada kendini asması mümkün değil” diyor. Kızının boynunda herhangi bir izin olmadığını söyleyen baba Samancı, “Kızımın boynunda herhangi bir iz yoktu. Otopsi raporu daha gelmedi. Savcılığa suç duyurusunda bulundum. Kızımın ölümünün aydınlatılması için bir avukat istiyorum. Olay aydınlanana kadar bu işin peşini bırakmayacağım” sözleri ile destek çağrısı yapıyor.
HDP projeleri umut oluyor
Kadın katliamlarının “intihar” adı altında üstünün kapatılmaya çalışıldığı Ağrı’da kadınlar eşbaşkanlık sistemini çözüm gücü olarak görülüyor. “Kadın kadının yurdudur” sözünden yola çıkarak eşbaşkanların belediye bünyesindeki faaliyetleri, Kadın Politikalar Müdürlükleri’ne yapılan başvurular ve projelerini dinledik. Patnos Belediye Eşbaşkanı Müşerref Geçer, kadınlara yönelik birçok projeleri olduğunu ve bunları tek tek hayata geçirdiklerini söyleyerek, şu bilgileri aktarıyor:
“Projelerimizi hayata geçirmeye başladık. Bu kapsamda ‘JIN KART’ uygulamasıyla kadınlar haftanın iki günü ücretsiz yolculuk yapıyor. Kadın Politikalar Müdürlüğü’müz bünyesinde ilçede bulunan kadınların sebze ihtiyacı için doğal sebze ekimi gerçekleştirilecek ve burada yetişen sebzeler onlara dağıtılacak. Müdürlüğümüz bünyesinde ‘Kadın Yaşam Kompleksi’ projemizi önümüzdeki günlerde hayata geçirerek bünyesinde istihdam ve sosyal aktivitelerle kadınların hizmetine sunacağız. Yine kadınların çocuklarıyla birlikte kullanabilmeleri için ‘Kadın Dinlenme Evi’ oluşturduk. İstihdam alanında kadın kooperatifi projemizi hayata geçirme çalışmalarımız ise sürüyor.” Kadın Politikalar Müdürlüğü’nde uzman bir ekiple birlikte şiddet mağduru kadınlardan başvuru aldıklarını söyleyen Müşerref Geçer, bu kapsamda şiddet hattını da aktifleştirdiklerini belirtiyor.
Tutuklu eşbaşkan: Çalışmalarımız kadın eksenli
Diyadin Belediye Eşbaşkanı Betül Yaşar ile de henüz yerine kayyum atanıp tutuklanmadan önce konuşmuştuk. “Seçildiğimiz ilk günden bu yana ilçede kadınlar için neler yapılabileceğini, sözü, rengi, kimliği yok edilen kadınları dinlemek için yola koyulduk” diyen Eşbaşkan Yaşar, “Diyadin Belediyesi olarak yaptığımız projelerde kadınlar için istihdam alanları yaratıyoruz. İlçe için hazırladığımız pazar yerinde kadın emek pazarını yaptık. Hasta kadınlar araç saatlerine kadar sandalyelerde oturup saatlerce beklediği için Diyadin’de kadınların bekleyeceği bir yer bulup projemizi tamamladık. Kadın bekleme durağımızda mutfak, lavabo, emzirme odası, bekleme salonu bulunuyor” diyor. Diyadin’de artan şüpheli kadın ölümlerini hatırlatan Yaşar, Kadın Müdürlüğü’ne bağlı ekiplerle beraber ailelere gidip görüşmeler gerçekleştirdiklerini, avukat desteği vererek olayın takipçisi olduklarını söyledi.
Şiddet sarmalı ölüm kusuyor
Ağrı’da yaşanan şüpheli kadın ölümlerini ve partilerinin konuyla ilgili çalışmalarını öğrenmek üzere HDP Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir ile görüştük. Konuşmasına, kadına yönelik şiddetin artarak devam ettiğini ve AKP politikaları ile beraber her alana sirayet ettiğini söyleyerek başlayan Taşdemir, “Kadına yönelik şiddette ciddi bir artış olurken, erkek egemen anlayış, baskı ve şiddet sarmalından kaynaklı kadınların intihara sürüklendiğini görüyoruz. Bu ciddi bir toplumsal sorun olarak karşımızda duruyor” ifadelerinde bulunuyor. Taşdemir, derin krizlerin yaşandığı, muhafazakârlığın arttığı, faşizan politikaların güç kazandığı durumlarda şiddetin boyutlarında ciddi artışların söz konusu olduğuna dikkat çekiyor. Taşdemir, “Özellikle devlet nezdinde büyüyen bu siyasetten erkeklerin güç aldığını, erkeklerin arkasında durduğunu, dolayısıyla kadınların bu cendere altında tutulmaya çalışıldığını çok iyi biliyoruz. O açıdan Türkiye ve Kürdistan’da toplumsal şiddetin ciddi bir şekilde arttığını, yine erkek egemenlikli cinsiyetçiliğin bir siyasi rejim olarak hortlatıldığını biliyoruz. Sonucunun kadınlara ciddi olarak yansıdığını görüyoruz.”

‘Mücadelemiz engelleniyor’
“Kadın kazanımlarına özellikle kayyumlar aracılığıyla el konuldu” diyen Taşdemir, devamında, “Kadın siyasetçiler, aktivistler tutuklandı. Şiddetle mücadele eden mekanizmalar ortadan kaldırıldı. Bir anlamda kadınlar savunmasız, çözümsüz bırakıldı. Dolayısıyla kadınların bu şiddet ortamına itiraz etme mekanizmalarını ortadan yok ederseniz, alternatifsiz kalan kadınlar da dayanışmadan yoksun bırakıldığı zaman maalesef ki intihara sürükleniyor” dedi. Kentin sosyolojisine yönelik sürdürdükleri çalışmaların iktidar tarafından hedef haline getirildiğini, kadın mücadelesinin, yürüttükleri farkındalık çalışmalarının engellediğini dile getiren Taşdemir, mücadele yürüten kadınların tutuklandığını kadın kurumlarının kapatıldığını vurguluyor.
Şiddet baş gündemimiz
Tevgera Jinên Azad (TJA) ve HDP Kadın Meclisi olarak kadına yönelik şiddet alanında dört bir yanda mücadele yürüttüklerini kaydeden Taşdemir, “Ciddi dayanışma ağları, alternatif çözümler ve bunun görünür kılınması için elbette ki basına, kamuoyuna, Meclis gündemine kadınların işsizlik, kamusal alana katılım oranları, yoksulluk ile ilgili verilerini taşıyarak, gündemleştiriyoruz” diyor. Temel hedeflerinin her alanda her kentte kadın örgütlülüğünü sağlamak olduğunu vurgulayan Taşdemir, “Kadın farkındalığını yaratmak konusunda sivil toplum örgütlerinin ciddi bir duyarlılığı gerekiyor. Yine kadınların gördükleri şiddet karşısında gidebilecekleri mekanizmaları oluşturmamız şart. Ağrı’da bir kadın meclisimiz var. Tabii bu tek başına aşılacak bir sorun değil, bu toplumsal bir mücadeleyle, bütün kadınların, bütün partilerin, erkeklerin de ciddi bir muhalefet yapması gerekiyor. Herkesin kadına yönelik şiddet alanında itirazını yükseltmesi acildir. Yoksa intihar süsü verilerek kadın katliamları meşrulaştırılmaya devam edilecek” diyor.
Kaynak: Hikmet Tunç/Ağrı-Jinnews
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()