Bartın Amasra Taş kömürü işletmesinde geçtiğimiz hafta meydana gelen katliamla sansür yasası arasında çok uzun bir mesafe yok. Bu mesafesizlik, katliamların cezasızlıkla normalleşmesini sağlarken, katliamlara bariyer olacak adalet ve barışın kurumsallaşmasının garantisi olan hakikatlerin sansürle örtülmesi arasında. Bu mesafesizlik, uluslararası ilişkiler teorisinde en tehlikeli durumlardan birinin metaforu olarak kullanılan korkak tavukların cesaret yarıştırırken hızla uçuruma ülkeyi sürüklemeleriyle dünya ölçeğinde sağcı saçmalıkları yaygınlaştırıyor. Pek çok kriz coğrafyasında giderek derinleşen ekonomik çöküntüyle birlikte artan öfkenin geleceğe dair tüm umudu ortadan kaldırıp korku iklimini yaygınlaştırıyor. Böylece kendinden olmayana düşmanlık tohumlarının saçılmasıyla tüm arkaik referanslarla ve teknolojinin olanaklarıyla tahakkümü ve şiddet biçimlerini yeniden üretiyor.
Biz Amasra’daki katliama dönelim. Öncelikle neden kaza, kader planı, facia gibi şiddetin failini gizleyen ve doğallaştıran kelimeler kullanmamak gerektiğini açıklamak istiyorum.
TMMOB Maden Mühendisleri odası, hemen kazanın ardından yetkin bir ekiple raporlandırdı1 olan biteni. Teknik açıklamaları kenara bırakacak olursak, açıkça ihmalden bahsediliyor. Yani, yıllar önce ilgili sayıştaş raporunda işaret edilen risklere karşı önlem alınmış olsaydı; düzenli kontrollerle risk düzeyleri yeniden tanımlanıp, işçilerin sağlık ve güvenliğine öncelik veren bir sistem kurulmuş olsaydı; İş güvenliğinin elektrik kesintisi gibi hesaplanabilir sorunlara karşı yedek planları olsaydı 41 işçi hayatta olacaktı. Bu kadar açıkça işaret edilmesine rağmen, işçilerin hayatlarının yok olacağı gibi bir sonucun fazla düşünmeden ortada olduğu yer iş ortamında, tüm önlemleri doğru şekilde almayan yetkililerden, bu yetkilileri denetlemeyen kurumlara ve bu kurumların işlememesini sağlayan hükümete kadar sorumluluk yayılabilir.
Zira sonrasındaki açıklamalarda, sorumlular panik içinde üzerilerindeki suçu, ya Allah’a attı, kader planı2 diyerek; ya da panik içinde koşturup olay anındaki kayıtları ulaşılamaz kıldı.
İşyeri, ister devlet işletmesi olsun, ister kar amaçlı şirketler tarafından örgütlensin, isterse kamusal fayda hedefiyle örgütlenen bir düzenek içinde kurulsun; belirli bir zaman diliminde kişilerin bulunmak zorunda olduğu ve tüm eylemlerin/eylemlerin sonuçlarının işyerinin hedefiyle bağlantılı olarak tek tek kurgulandığı bir makinadır. Bu yüzden iş zamanı içinde, yani iş amacıyla yolda geçirilen zaman da dahil olarak, her eylemin riskleri hesaplanabilir, hesaplanmalıdır.
Tüm bu risklerin hesaplanması ve işçilerin sağlığını ve güvenliğini koruma temelli olarak işin düzenlenmesinin çok pahalı olduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Sistemin doğru kurulması önemli. Bu da kapitalist işletmelerin sahiplerinin ve onların çıkarını gözetmek üzere işe alınan yetkililerin kar hırsı ile çatışıyor. Daha açık söylemem gerekirse, bir işçinin işgünü içinde daha uzun süreyle çalışmasının dayatılması (mutlak artık-değer), işgücünü uzatmadan daha hızlı çalışmasının dayatılması (nispi artık-değer) ve bu dayatmalar karşısında maliyetleri düşürmek için veya işin hızlanmasını mümkün kılmak için önlemleri bilinçli olarak ihmal etmek işcinayetlerinin asli nedeni. Bu yüzden de faili, bu koşullardan çıkar sağlayanlar.
Peki devlet kurumlarına baktığımızda neden aynı şeyi görüyoruz?
Soma’da 2014 yılında kayıtlara 301 işçinin öldüğü büyük katliam olarak geçen felakette korkunç gerçekler ortaya dökülmüştü. Rödovans denilen sistemin, işçilerin daha yoğun ve hızlı çalışması için işçiler üzerinde baskı kurduğunu görmüştük. Bu sistemin yarattığı zaman baskısıyla, yüksek miktarda çıkarılan taş kömürünün, işletmeciyle büyük bir kazanç yarattığını, bu kazancın, zaman baskısının yaratan dayıbaşlarına küçük miktarlarda dağıtıldığını da. Soma gibi verimli topraklara sahip olan bölgedeki köylülerin işçileşmesinde tohum tekellerinden, tarımdaki finansallaşmaya kadar uzanan ve sonucunda korkunç bir borç yükü ile bölge insanını madende çalışmak zorunda bırakan sistemi de görmüştük. Katliamın sonrasında ise sosyal hak sistemi yerine bir inayet ve yardımlaşma sistematiği ile yaralar sarılmaya çalışıldığı için, katliamın etkilemelediği kimse kalmamıştı bölgede. Aile fertlerini kaybedenlerin yasının üstüne bir de onur acısı eklenmişti. Marx’ın 160 yıl önce yazdığı pasaj hala burada olan biteni anlaşılır kılıyor:
…üreticileri ücretli işçilere dönüştüren tarihsel hareket, bir yandan, bunların serflikten ve lonca zincirlerinden kurtarılmaları olarak görünür; ve bizim burjuva tarihçilerimiz için meselenin sadece bu yüzü mevcuttur. Ama öte yandan, bu yeni kurtarılmış insanlar, ancak, bütün üretim araçlarından ve eski feodal düzenin kendilerine sağladığı bütün yaşama güvencelerinden yoksun bırakıldıktan sonra, kendi kendilerinin satıcıları durumuna gelir. Ve onların mülksüzleştirilmesinin öyküsü, insanlık tarihine kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır3
Taş köprü işletmesinde de üretimin yoğun olduğu ve gündüz vardiyası dışında olası arızalara anında müdahale edilmediği konusunda 2019 yılında yapılmış bir uyarı4 var. Buna rağmen üretimi artırmak ve verimlilik esaslı çalışmanın tüm kamu işletmelerinin aslı hedefi haline geldiği de açık. Bazen taşeron sistem bu hedefle kullanılırken, bazense çeşitli yöntem sistemleri ile bu yapılabiliyor. Bu defa kar hedefi olmasa da maliyeti minimize etme hedefi kamu işletmeciliğinde önplana çıkıyor yani. Genel müdürlerin başarısı ve koltukta kalma performansının ölçütü bu oluyor, iktidara yakınlığın yanı sıra.
Amasra’da olan bitenin Soma’dan farkı var elbette. Öncelikle o dönem Yerkel’in tekmesi de dahil olmak üzere oldukça ciddi bir tepki gündeme gelmişti. Ayrıca o dönem tepkilerinden dolayı fail açıkça ortaya konulmuştu, en başından itibaren. Benzerlikleri zamanla göreceğiz ama şimdiden, 2019 yılındaki bir iş ilanı haberinden5 bağı görebiliriz: Zonguldak Türkiye Taş Kömür Kurumunun Zonguldak’dan 700, Bartın’dan 200 ve Karabük’den 100 olmak üzere toplam 1000 yeraltı Pano-ayak üretim işçisi alınacağına dair yaptığı duyuruya yaklaşık 40.000 kişi başvurmuş. Pek çok kişi için şaşırtıcı gelmeyecektir ki, kura çekimi ile belirlenecek işe alım AKP meclis üyesi olan bir noterce gerçekleştirilmiş. Tarımın çökmesi, köylülerin borçlanması, mülksüzleşme ve işçileşme sarmalının işleyişi, bizzat tanık olduğumuz tarih artık.
Türkiye’de İSİG meclisinin yayınladığı sadece 2022 yılının eylül ayını6 içeren güncel verilere bakarsak, Türkiye’deki iş hayatının parçası haline geldiğini görüyoruz bu şiddetin. Zira 2022’nin ilk dokuz ayında 1359 işçi yaşamını yitirmiş çalışırken. Bu ölümlerin yüzde 20’si Türkiye’nin kapitalist gelişmedeki dinamo gücü kabul edilen inşaat sektöründen. Nefret objesi haline getirmeye çalışan ırkçılara rağmen, mülteci işçiler ile yerli işçilerin kader planı aynı işliyor, mülk sahibi olanların hazırladığı çerçevenin içinde. Ama şu tesadüfe bakın ki is cinayetlerinin kurbanlarının yüzde 97’i sendikasız ve örgütsüz işçiler arasında. İş cinayetlerinin faillerinin, Soma’nın açıklıkla gösterdiği gibi, cezasızlıkla ödüllendirildiğini görüyoruz. Birkaç işgüvenliği uzmanına yıkılan suç, koskoca bir sistematik şiddet mahalli haline getiriyor işyerlerini. Reddettiğinizde borç ve açlıkla cezalandırıldığınız, kabullendiğinizde türlü beceriler ve hatta cambazların maharetleriyle yaşadığınız.
Bunların sansür yasası ile ne alakası var derseniz, bu yazdıklarımın hepsi, iktidarın kabul etmediği hakikatler olmadığı sürece, bilimsel olarak ispat etsiz dahi suç kapsamında artık.
Aynı TTB başkanı sevgili Şebnem Korur-Fincancı’nın Türkiye’nin sınır ötesi “operasyonlarında” kimyasal silahlar kullandığı iddiasına dair “soruşturulmalı” demesinin suç olması gibi. Akademik bilgi üretimi ve gazetecilik uzun süredir suç kapsamında olduğunu bilmeyen kalmadı. Hakikati arkeolojik kazı yaparcasına gün ışığına çıkaran, görünürleştiren, toplumsal bilgiye ve gerçekliğimizin içine işleyenler; bu hakikatlara dayanarak adalet ve barışın inşasına ve yeniden soyunanlar; vicdanen veya politik sorumluluk gereği katman katman bin türlü yükle ve ezilme biçimiyle boğuşanlara yol gösterenler, bugün hapisanelerdeler. Suç, sistemin içinde yaşanabilir gedikler açmak, nefes alabilmekle eşdeğer olmalı ki, 301 kişinin katili serbestçe dolaşıyor bu insanlar yerine. 40 defa şikayette bulunarak öldürülme riskinin olduğunu söyleyen bir kadına inanmayan, yargı ve güvenlik güçlerinin, kadın şikayet ettiği kişinin fail olduğu cinayette öldürüldükten sonra da medyanın da işbirliği ile ölmeyi hak eder konuma getirilmesi ve failin cezasının kravat takmasıyla hafifletilmesi, bugün her gün gördüğümüz haberler arasında. İş cinayetleriyle benzerliği, adalet sisteminin işleyişinin çürümesini işaret ediyor. Evet, bunu da demek suç artık. Yaşamınızı savunmanız, işi reddetmek kadar büyük bir suç!
Bu arada Konda Araştırma, Hafıza Merkezi ile gençlerin siyaset eğilimleri ve insan hakları algısı üzerine bir araştırma raporu7 yayınladı. Gençler arasında işsizlik oranı oldukça yüksek, ne eğitimde ne de istihdamda olmayanların da neredeyse bir ülke nüfusu kadar olduğu söylenebilir. Ancak İSİG meclisinin ilgili raporuna göre işcinayetlerinin yüzde 20’si istihdamdaki oranlarına rağmen 28 yaş altı işçilerin başına düşmüş icat edilmiş bu kader planında. Sonuçlar şaşırtmayacaktır sanırım: Gençlerin anaakım siyasi partilere dayanan bir politik alana güvenlerinin olmadığı, sivil toplum kuruluşlarına güven veya ilgi duymadıkları, otoriterleşme dolayısıyla örgütlenmek veya tepki göstermek için güvende hissetmedikleri, sosyal medyadaki eylemliliklere katılmaya daha meyyal oldukları, gelecek endişesine sahip oldukçası açıklıkla görünüyor. Gençlerin, araştırmaya göre, onurlu yaşamak ve ifade özgürlüğü insan hakları arasında ilk sırada sayılanlar ve en fazla kadınların buna sahip çıktığını düşündükleri anlaşılıyor. Zira en fazla kadınların yaşam haklarının ihlal edildiğini düşünecek olursak, kadın haklarını mücadelesinin örgütleyici gücünün azımsanmaması gerektiğini görürüz. Dahası en 100 gençten 55’i hak gaspına uğramış olduğunu ifade etmiş. Belki de en geçerli veri, bu hak gaspı verisidir. Bunca adaletsizlik dalgası, sesi çıkmayan ve uyum sağlayanları da bir yerinden mutlaka etkiliyor.
Bu durumda sokakta, iş yerinde, evde, hastanede veya aklınıza gelebilecek herhangi bir yerde, yaşayabilir durumda olmamız aslında tesadüf artık. Bir ülkedeki ölümler, o ülkedeki yaşamın nasıl olduğu hakkında en açık bilgiyi verir her zaman. Faşizm, bir anlamda suç işleme ve cezasızlık imtiyazı ile iktidarını sürdüren tüm hükümetlerle kurumsallaşır; ve ittifakı genişletmek için bu suç kardeşliğine muhtaç kalır. Önümüzdeki soru şu: kazara hayatta kalacağımız bu sisteme mecbur muyuz?
1 https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/268571-maden-muhendisleri-odasi-ndan-amasra-uzerine-tespitler-ve-oneriler
2 https://www.youtube.com/watch?v=0Pdj__Qb73g
3 Marx, K. (2011[1867]), Kapital 1. Cilt, Çev. Nail Satlıgan, Ankara: Yordam Yayınları
4 https://md.teyit.org/file/ttk-amasra-2019.pdf
5 http://umutsen.org/index.php/ttkdaki-is-alimi-icin-issizlige-mahkum-edilmis-40-000-kisi-basvurdu-yalnizca-1000-kisi-ise-alinacak/
6 https://www.isigmeclisi.org/20783-eylul-de-157-2022-yilinin-ilk-dokuz-ayinda-273-gunde-en-az-1359-isc
7 https://konda.com.tr/uploads/konda-hafiza-merkezi-genclerin-insan-haklari-algisi-3-1d5d738c15179fff1a3c31f279b2225cc860ebc218bb1f955ae77d2d1dc116d9.pdf
