Burada önemli husus, tarihi kahramanların değil, doğa ile, üretim ile olan ilişkileri ile, toplumların yapmasıdır. Tarih, bu anlamda bir bilimdir. Bilimsel önermeler doğru ya da yanlış olabilir. Haliyle, Marx ve Engels’in metodu da tartışılabilir. Wallerstein’in tarih perspektifi ve Andre Gunder Frank’dan yararlanılabilir; Braudel’in katkıları tartışılabilir vesaire. Hepsinin eksik yönleri olabilir; hatta olmalıdır da. İnsanın tarihi araştırma ve var olanın üzerine bir şey ekleme tarihidir de bir bakıma. Ancak, yanlışlıkları gidermenin yolu da bilimsel metodolojidir.
Tarihi, belirli ve seçilmiş kişilerin inisiyatifleri ile açıklamaya çalışmak hem tarih bilimine, hem de bilime karşı çıkan her anlayışın vardığı nokta, yani gericiliktir. Bu anlayışta siyasi iktidarı ve ideolojisinin hüküm sürmesi gayreti de yatmaktadır ve hatta gerici toplumlarda belirleyici bir etkendir. Bedelini ödeyenler de bizzat, geri bırakılan toplumlar olur.
Bu girizgahtan sonra, yaşanan her zulüm, istibdat, isyan ve benzeri olaylar hakkında ‘tarihçilerin işi bu’ demenin somut sonuçlarına gelelim:
Peki, bu ‘tarihçilerin işi’nin arkasında yatan nedir?
Öncelikle “ideolojime dokunma” ruh hali vardır. Zira bütün bu olaylarda, bir yandan ideolojiyi oturtmak için ders kitaplarından yüzlerce gerçeklere dayanmayan, kişiler üzerinde kurulu bir tarih eksenli kitap ve yayın yapılırken, ihtilaf ve karşı çıkış olduğunda ‘tarihçilerin işi’ demek, tarihi başka dinamikler üzerinden inceleyen araştırmacılara bir engelleme, tehdit ve ideolojiye karşı-sorgulama geliştirilmemesi iradesi mevcuttur.
İkincisi, ve bir ülkenin demokrasi ayıbı anlamında, “üzerini küllendirme” anlayışı vardır. “Tarih olmuş artık” üzerinden “tarihe karıştı” söylemine uzanan bir politikalar vardır. Yaşanan acılar tarih olunca, artık masal işlevi görecektir bu mantığa göre. Garo Paylan’ın geçen gün “Babaannemin meselesi nasıl arkeologlara bırakılır?” çıkışında, bu geçiştirme çabasına dair bir isyan ve başkaldırı vardır.
Kısacası, Türkiye’de tarih, bir bilim olarak değil, bir propaganda aracı olarak öğretilmektedir. Afet İnan’ın binlerce kafatası ölçmesi, Mimar Sinan’ın kafatasını inceleyip Ermeni asıllı olmadığına kafatasçı bilim perspektifinde delil bulunması (ki Sinan’ın kafatası kaybolmuştur!), Ermenilere yapılan zulmün gün ışığına çıkması hep geçiştirilmeye maruz bırakılır.
Tehlike şu ki geçmişiyle yüzleşmekten özenle kaçınan bir mekanizma, bugün de Kürtler ile devletin ilişkisini “o iş, tarih oldu” noktasına getirmeye çalışacaktır. Sur, Cizre, Nusaybin’de TMMOB raporlarına göre dahi 400.000 insanın göç ettirilmesi ve yasal adım dahi atılamaması, insan hakları ihlallerinin sorgulanamaması hep yeni bir Milad oluşturma ve “tarih oldu” söylemine zemin hazırlamaktır.
Tarihi bilim olarak görebilen toplumlarda ise, şanlı devlet ve kahramanlar hikayeleri yerine yaşanan olaylar ve toplumlarda bıraktıkları izler esas alınır ki ileride daha iyi olması arzulanan toplumlarda bu tarz katliam, soykırım, ayrımcılık yaşanmasın.
Tarih analizi yol göstericidir, geçmişin yorumlarına dayanır ve provokatif sonuçlara yol açar; ne de olsa resmi ideolojinin özenle sakladıklarına karşı bir başkaldırı ve reddir tarih analizi. Hiçbir tarihçi objektif olamaz; bilimsel metodoloji de bunu söyler. Ama kahraman eksenli tarih ya da analitik tarih yapma arasındaki tercih, hem insani hem de bilimsel bir tercihtir.
Aynı zamanda, günümüzde yapılan her türlü ayrımcılık, toplumsal muhalefeti bastırma, Kürtlerin yerinden yurdundan edilmesine ses çıkarmanın da “işi tarihçilere bırakmama” gibi bir sorumluluk yükleme gerçekliği mevcuttur. Aksi takdirde, geçmişi gibi geleceği de karartılmış tarih gibi karanlık olacaktır insanların. Asıl tehlike budur.
Kaynaklar
Gazete Karınca. (8 Kasım 2019). “Paylan’dan Erdoğan’a: Babaannemin meselesi nasıl arkeologlara bırakılır?”
Kaynak: KARINCA
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()