Son 21 yılda, kriz ve kaos sarmalı içinde geçen 100 yıllık Cumhuriyet sürecinin, yoğunlaşmış katı bir özetini yaşadık. AKP iktidarı ile geçen 21 yıl; başta Kürtler, Aleviler, kadınlar ve emekçiler olmak üzere son yüzyılda bir biçimde mağdur edilmiş tüm ötekileştirilenlerin sorunlarının derinleştiği ve buna karşılık bu kesimlerin mücadelelerinin de belirgin bir şekilde ortaya çıktığı bir zaman dilimiydi.

Gelinen eşikte ikinci yüzyılını karşılayan Cumhuriyet rejimi, aynı zamanda kritik bir seçim süreci içinden geçmekte. Herkesin adeta ikinci turuna kilitlendiği seçimlerin nasıl sonuçlanacağı ciddi bir merak konusu. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu, Cumhur ve Millet ittifakı temelinde iki farklı kampta ifade bulan yarıştan zaferle ayrılma derdindeler.

Üçüncü bir ittifak ise yüzyılı çoklu kriz ve sancılar ile geçen Cumhuriyet rejimini, demokratik bir Cumhuriyete evriltebilecek temel toplumsal dinamiklerin emek, alın teri ve bedelle birleşmesi ile kurulmuş olan Emek ve Özgürlük İttifakı’dır. Bu ittifak haklı vurgularla ele alındığı üzere stratejik bir konumda durmaktadır. Seçimleri aşkın olarak ikinci yüzyıla ‘Demokratik Cumhuriyet’ hedefi ve mücadelesiyle giren ittifak, aynı zamanda kritik seçim sürecinde de nitel ve nicel gücü ile stratejik bir konumdadır. Başkanlık seçimlerinin ilk turu ve parlamento seçimlerinde, özel olarak kurgulanmış karşı müdahalelerle ortadan kaldırılmak istenen söz konusu stratejik konum, tüm engelleme girişimlerine karşın devam etmektedir.

Emek ve Özgürlük İttifakı, ülkeyi frenlerinden boşalırcasına baş aşağı çakılmaya doğru sürükleyen iktidar bloğunu durdurabilecek temel devrimci-demokratik dinamiklerden oluşmakta. Salt bir seçim ittifakı olmaktan öte, “demokrasi cephesi” mahiyetinde mücadele hattı olarak kurulan ittifak, öte yandan seçim düzleminde de iktidara kaybettirmenin belirli imkanlarını yakalamıştır. Parlamentarizmin dar ve sapma anlayışlarına kaymadan, demokratik siyasetin mücadele araç ve yöntemlerini etkin kullanarak ve ‘diyalog kurarken mücadele etme’ düsturuyla oluşturulan ‘iktidara kaybettirmek adına muhalefet adayına oy verme’ taktiği, bu açıdan makul, anlaşılır ve gerekçelendirilebilir bir yerde durmaktadır.

Fakat 21 yılda yaşanan tüm mağduriyetlerin neticesinde açığa çıkmış kimi duygusallıkların, seçim sürecinin başından beri yürütülen bazı tartışmalara sirayet ettiğini ve bu süreci yer yer ‘ideolojisiz’ kıldığı görülmektedir. Tüm haklı ‘kurtulma’ gerekçelerine rağmen, ‘Erdoğan gitsin de sonrasına bakarız’ kestirmeciliği ile başlayıp, asgari düzeyde dahi tutarlı bir demokratik geçiş programına sahip olmayan Kılıçdaroğlu’nu kurtarıcı tayin ederek, “hele bi’ kazansın” tarzındaki kaderci yaklaşımlarla devam eden ideolojisizleşme hali açıkçası ciddi kırılmalar yaratabilecek türden.

Bu yaklaşımın, ezilenler kulvarını zayıflatarak örgütlü mücadelelerini zedeleyebileceğini ve tüm sistem eleştirilerinin rafa kaldırılıp, içinden geçtiğimiz süreci, isimler yarışına sıkıştırılmış bir başkanlık seçimi ölçeğine indirgeme riskini açığa çıkardığını görmek zor olmasa gerek.

Bu duygusallık ve ideolojisizleşme halinin, halkların gerçek demokratik seçeneği olan üçüncü yol kavram ve kuramsallaşmalarını olabildiğince görünmez kılacağını ve sahada bizzat şahit olunduğu üzere yer yer eklektik bir düzleme çekerek “angaje” olmaya doğru itme tehlikesi taşıdığı gözlenmektedir. Hiç unutulmamalı ki en az siyasal İslam kadar, Kemalizmin de halklara karşı suç dosyası hayli kabarıktır. Bu konuda çok değil, en azından iki ay önceye kadar gidip Kemalizm hakkında neler düşündüğümüzü anımsamak yeterli olacaktır.

Tekçi kodlar ile oluşturulan ulus-devletçi sözleşmelerin çerçevesini, farklı tonlarda koruma ve büyütmeyi esas alan bu iki çizgi arasında, iktidar olanı alt etmek için ötekisine, yani muhalefet olanına eleştirel mesafeyi bulanıklaştırarak ‘yakınlaşmak’, açıkçası “cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarını döşeyebilecek” riskler taşımaktadır. Otoriter başkanlık sisteminin önemli özelliklerinden birinin de tüm muhalif farklılıkları iki çizgiye (siyasal İslam-Kemalizm) mahkûm etmeyi hedefleyen seçim sistematiği olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu açıdan, farklılıkların özgürlük ve demokrasi mücadelelerini kapsayan üçüncü yolu örgütlemek ve koruyabilmek oldukça kıymetlidir. Ayrıca tekçi ulus-devletin kurucu ideolojisi olan Kemalizmin, aynı zamanda ezilenlerin biriken öfkesini yumuşatma ve mücadelelerini liberal asimilasyona tabi tutarak, sistem içileşmelerini sağlama gibi bir misyonu her daim yerine getirdiğini de vurgulamak gerekir. Özellikle 70’lerden bu yana sol hareketlerin Kemalizmle kurduğu temas, bu açıdan öğretici dersler sunmaktadır.

“İlkede katılık, politikada esneklik”

Üçüncü yol, politika eyleyiş tarzını karakteristik birçok farklı özelliği ile beraber “ilkede katılık, politikada esneklik” formülasyonu ile ifade eder. Buna göre ilkeler nettir ve esnetilemez! İlkeler; halkların, kadınların, emekçilerin vb. tüm toplumsal kesimlerin özgürlükleri ve eşitlikleri bağlamında dile gelen demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü çizgi temelli tarihsel, güncel ve gelecek bağlamındaki hayati çıkarlarıdır. Yine ilkesel temel, bu bağlamın aleyhine sömürgeci tahakküm kurma hevesleri ile siyaset devşiren tüm siyasi klik ve egemenliklerin eleştirisi ve devamında karşı mücadele hattı örme ve inşa etme ödevleriyle yüklü kuram ve kavramsallaşmalar bütününden oluşur.

Politik esneklik ise vurgulanan ‘ilkesel bütünlüğün’, açığa çıkan ‘yeni durumları’ yorumlayarak, değişen ihtiyaçlar temelinde taktiksel hamleler, refleksler geliştirdiği ve farklı süreçlere dair tutum belirleyerek ‘ilkeselliğe’ kazandırma kabilinde gösterilen üretken politik esnekliklerdir.

Bu üretken politik esnekliğin, katı ilkelerden verilen tavizler sınırına indirilmemesi, başta gelen koşullardandır. Esneklik, tam tersine hedeflenen ilkeselliklerin kısa ve uzun vadede yaşamsal kılınabilmesi adına gösterilir. Strateji her zaman yaslanılan zemin olan ilkeselliklerdir. Politik esneklik bu düzlemde; kimi zaman tıkanmaları giderme ve yol temizliği yapma, kimi zaman kuşatma saldırılarını kırma, kimi zaman muhataplık geliştirme ve kimi zaman da ittifaklar kurarak genişleme amacı taşır.

Taktiksel yaklaşımları stratejik hedeflerle karıştırıp uzlaştıran sağ sapma anlayışlar kadar, taktiğe açık olmayan sol sekterizmin tutucu ele alışları da demokratik siyaset tanımlı Üçüncü Yol tarifinin dışındaki çizgiler olmaktadır. Bu iki yaklaşımın örneklerini sadece güncel seçim döneminde değil, Üçüncü Yol’un Ortadoğu’daki ifade biçimlerine ilişkin yaklaşımlarda da görmek mümkün.

Böylesi bir tarifleme ile yola çıktıktan sonra, güncel seçim sürecinde “düşman kardeşler” olan iki kulvar karşısında, hem Üçüncü Yol hattını koruyup büyütmek, hem de taktiksel tutumlar geliştirerek her alanda hegemonyasını dayatan iktidar bloğunun kaybetmesini sağlayacak yöntem ve araçların ne olduğunu analiz etmek üzere tekrar tekrar tartışma gerekliliği önümüzde durmaktadır. Taktiksel yöntemi nasıl ele alıyoruz, sağ sapma anlayışlara ne kadar kayıyoruz, sol sekterizmin açmazlarına düştüğümüz noktalar nelerdir, gibi başlıklar önemli sorular olabilir.

Açıktır ki kendi mücadele hattını ‘sessiz moda alarak’ iki kulvar arasında sıkışıp kalmak Üçüncü Yol formülasyonunu muğlaklaştıracaktır. Öte yandan ‘bananeci’ dar dogmatik yaklaşımlar da politize olmuş bir toplumun değişim beklentisine girdiği bu dönemde takınılacak doğru tavır olmayacaktır.

Öyleyse hedefi, Üçüncü Yol kapsamı itibariyle Demokratik Cumhuriyet mücadelesinde sabitleştirmek ve bu hedef doğrultusunda önemli uğraklardan yalnızca biri olan seçimlerde geniş ve farklı toplumsal kesimlerde oluşan değişim beklentisine alan açabilecek taktiksel hamleler geliştirmek kadar, bu beklentileri doğru demokratik hedeflere yöneltecek söylem ve eylem bütünlüğü içerisinde kalma gerekliliği de zaruriyet olarak açığa çıkar.

Kısacası Cumhur ve Millet ittifakının tarihsel ve güncel ideolojik-politik konumlarını bir an olsun unutmadan ve bu iki hegemonik kliğin her an ezilenlere karşı birleşmelerine neden olacak geniş ortak paydalara sahip olduklarını akıldan çıkarmadan her iki kliğin teşhirine devam etme ihtiyacı açık…

Seçimlerin birinci turundan sonra, milliyetçi oyları almak için hızlıca göçmen ve Kürt karşıtlığına dönüş yapan Kılıçdaroğlu gerçeği, tüm bu durumun gerekliliğini bir veri olarak önümüze koyuyor. Ya da bir anda “Piro” güzellemeleri ile şatafatlı övgülere konu olan Kılıçdaroğlu’nun, seçimlerin ilk turundan hemen önce asimilasyon, inkâr ve baskı üreten Diyanet İşleri Başkanlığı ve imam hatipleri “kendilerinin kurduğunu ve hiç kimsenin kapatmaya gücünün yetmeyeceğini” dile getirmesi, ona yüklenen anlamların ne kadar uzağında durduğunu gösteren bir başka örnek. Adeta halk deyişinde dile geldiği gibi “Kırk kez demokrat dersek belki demokrat olur” türünden abartılı yaklaşımlar, Erdoğan’dan kurtulma isteğinin verdiği toleranslı duygusallıklar ile ideolojisiz kılınmış anlam biçmelere neden olmaktadır.

‘Diyalog kurarken mücadele etme’ denklemi esnetilerek, sadece diyalog kurmaya koşullanan yaklaşımların kaybettiren yanlarını yerellerdeki yansımalarına bakarak okumak, riskleri daha net görmemizi sağlayacaktır. Özellikle 2015’ten bu yana maruz kalınan siyasi soykırım operasyonlarının ardından ortaya çıkan kimi boşluklara, mahalle, ilçe, il ve merkezler boyutunda benzeştiren ve aynılaştıran anlayışların sızdığını ve bir tehlike biçiminde kendini dışa vurduğunu okumak mümkün.

Derdimiz Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nu güncel anlamlarıyla tamamen eşitlemek değil elbette. Aralarında en belirgin olarak bütünen devletleşmiş bir iktidar gücü olmanın verdiği imtiyazlar ile tüm zor-ideolojik-bürokratik aygıtlara sahip olmaya karşın, muhalefette olmaktan kaynaklı farklar var. Yine toplumun geniş ve farklı kesimlerinin muhalefet politikalarını tümden olmasa da değişime yöneltme talebi var. Dolayısıyla seçimleri, tüm toplumsal alanlarda tahakküm kuran otoriter başkanlık sisteminin devamı ile 100 yıllık Cumhuriyet döneminin büyük bölümüne hâkim olan parlamenter sistem arasında geçecek bir referandum olarak okumak mümkün. Hegemonyayı kırmak ve sonrasında tıkanan demokratik siyaset kanallarının görece açılacağı varsayılan politik zeminde, restorasyona da razı olmayarak üçüncü bir alternatif olarak Demokratik Cumhuriyet mücadelesini yükseltmek uygun bir taktiksel yöntem olarak açığa çıkmakta.

Bu tartışma hattında derdimiz, özü iktidara kaybettirmek olsa dahi sonuç itibariyle muhalefet adayı ‘lehine’ takınılan taktiksel hamlede, ‘diyalog ve mücadele’ denkleminin üzerinden atlanarak, uzun yıllardır verilen demokrasi ve özgürlük mücadelelerinin tüm beklentilerini gerçekleştirecek kişi olarak bazı çevrelerce Kılıçdaroğlu’nun sunulması ve olası seçim zaferinden sonra ülkeyi demokrasi cennetine dönüştüreceği yönündeki aşırı duygu yüklü beklentiler oluşturulmasına dairdir. Mücadele dinamiklerini zayıflatacağı bugünden belli olan bu yaklaşımların vereceği zararın büyük olacağını görmek gerekir. Milletvekili seçim sonuçlarında kısmen yansımasını bulan bu durum, ısrarlı tekrar edişlerle devam ettiği ölçüde daha derin yaralar açabilir.

Başta söylendiği gibi ülkenin içerisine sürüklendiği çöküşü göz önünde bulundurarak AKP-MHP bloğuna kaybettirmek adına başkanlık seçimlerinde ‘taktiksel’ seçim hamlesi yapılması akla uygun gelebilir. Eğer farklı mücadele araç ve yöntemlerini geliştirme konusunda henüz yeterli bir örgütlü güç açığa çıkarılmamışsa, bu kadar değişim özleminin biriktiği yerde politikasız kalmak, süreç dışında konumlanıp, olan biteni seyirci uzaklığında izlemeye neden olurdu. Bu da Üçüncü Yol güzergahında birleşen direniş ve mücadele geleneğinin takınacağı bir tutum olmasa gerek. Fakat muhalefet lehine girişilen her taktiksel hamle, aynı zamanda eleştiri, mücadele ve öneriler bütünü içermediği sürece anlamsız bir oy aritmetiğine indirgenen tutumları açığa çıkaracaktır.

Kısacası muhalefetin antidemokratik söylemleri ve başta Kürt sorunu olmak üzere iktidarla birebir aynı olan politikaları sessizlikle karşılanarak yine milliyetçileşerek milliyetçilerden, dincileşerek dindarlardan oy kazanma çabaları mahkûm edilmeden Üçüncü Yol’da kalabilmek mümkün değildir.

O halde, Üçüncü Yol güzergahını diri tutacak, rotasını tali yönlere çevirmeye gebe ideolojik sapmaları dağıtacak yöntemleri inanç ve ısrarla bulmalı, 14 Mayıs seçimlerinde görünür hale gelen neticenin tahlilini güçlü bir şekilde yapabilecek yeni tartışmalar başlatmalıyız. Tutuklama, sürgün, kayyım ve kapatma davaları gibi yoğun tasfiye saldırılarına maruz kalmasına rağmen direnerek ayakta kalabilmiş, fakat nitelik konusunda belirli aşınmalar yaşamış demokratik siyaset alanını, eleştiri-özeleştiri yöntemini elden bırakmadan yeniden örgütlenme seferberliği ile güçlendirmek ve yeni dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek noktaya ulaştırmak için şimdiden işe koyulmalıyız.

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…