Seçimlere az bir zaman kala ittifaklar arası içi gerilimler ve yüklenmelerin dozajı da tuzaklar eşliğinde artıyor. Kısa vadede sandalye dağılımı önemli olsa da 2023 seçimlerini kurulan üç ittifak üzerinden okumanın daha gerçekçi olduğu söylenebilir. Saha araştırmalarının ve seçim sonuçlarının da gösterdiği gibi seçmen tercihlerinin 1950’den itibaren üç sosyolojik mahalle üzerinden şekillendiği görülüyor. Bu sosyolojinin politikleştiği tarihsel bir realite var. 2002 genel seçimlerinin stratejik devlet aklı, özellikle Kürtlerle Türkiye Sosyalist Solu arasında olagelen siyasallaşmanın ve olası toplumsal hareketlerin gücünü zayıflatarak politikleşen sosyolojik-politik realiteyi iki mahalleye sıkıştırmaya çalışan ideolojik bir müdahaleye dayanıyordu. Bu stratejik akıl küresel hegemonyanın hedefleriyle de örtüşüyordu. Kısaca bu dönemi hatırlamakta fayda var.

Küresel post-modern soğuk savaş

İki binlerin başında küresel hegemonya post-modern bir soğuk savaş modelini siyasallaştırma çabası içine girmişti. Süper liderler-bireyler etrafında şekillenen ve toplumu ikiye ayırarak yönetmeye çalışan popülizm, bu siyasal stratejiye ruh veren yeni bir siyasal makyajdı. Değişen yenidünya düzensizliği içeride ve dışarıda yeni bir işbirliği ve iş bölümünü zorunlu kılmıştı. Bunun yanında asıl mesele hegemonyanın toplumu yönetme ve rıza üretme kapasitesiydi. Bunun için de içerden-dışarıdan ikilikler üzerinden bir kamplaşma örgütlenerek iç ve dış düşmanların güncellenmesi gerekiyordu. Amaç belliydi. İki yüz yıldır liberalizm ve muhafazakarlık tercihleri dışında gelişen ve topluma yeni bir seçenek olarak ortaya çıkan sola dayalı sosyalist, toplumcu Üçüncü Yol siyasetini ezmek. Böylece ulus devletlerin, sermayenin ve bunlarla iş tutan işbirlikçi kesimlere karşı yerellerde gelişen halk hareketlerinin; kadın, emek, ekoloji, gençlik ve üniversite muhalefetinin öznesi olduğu radikal demokratik muhalefetin kafası ezilmiş olacaktı.

Deyim yerindeyse filler tepişirken Üçüncü Yol’un toplumcu dinamikleri fillerin ayaklarının arasında ezilip görünmez kılınacaktı. Hesap böyleydi. Daha net bir dille söylemek gerekirse küresel düzeyde merkezileşen devlet odaklı yapay gerilimler, altta direnen gerçekçi toplumsal dinamiklerin devrimci mücadelesine baskın gelecek ve küresel düzeyde üçüncü bir yolun politikleşme imkanları da daha büyümeden bastırılmış olacaktı. (Bu bağlamda Birinci ve İkinci Emperyal savaşların çıkışları doğru analiz edilmelidir.) Dışarıdan desteklenen ve içerden şekillenen bu yeni post-modern soğuk savaş, bölgesel sıcak savaşlarla da desteklenecekti. İki binli yıllardan beri sürdürülen sıcak savaşlar bu stratejinin bir ürünü olarak okunabilir. Toplumu iki kutba sıkıştıran yeni ve küresel siyasal akıl, yerel ölçekte de Türkiye örneğinde görüldüğü üzere eş zamanlı olarak karşılık bulmuş ve 2002 seçimlerinde Meclis’e sadece iki parti girmişti. Ülkenin yarısının temsiliyeti gasp edilmişti.

Küresel post-Soğuk Savaşa karşı sıcak direniş

Stratejinin soğuk odalarından topluma uydurulan bu mühendislik tarihsel olarak da her zaman bir toplumsal dirençle karşılaşmıştır. Ortadoğu toplumları açısından bakıldığında bu hegemonyanın oyunlarını bozan iki temel devrimci hakikatle karşı karşıya kalıyoruz. Bunlardan birincisi Filistin İntifadası diğeri ise Kürt Direnişi’dir. Ortadoğu’daki Üçüncü Yol siyaseti bu iki devrimci dinamik etrafında yeni bir akıl ve yeni bir toplumsal savunma bariyeri oluşturarak egemen akla meydan okumuştur.

Türkiye’de hem 2002’de oluşan siyasal boşlukta hem de 2015 sonrası çatı partisi olarak HDP’nin barajı aşmasıyla ortaya çıkan temel krizin merkezinde, Üçüncü Yol siyasetinin yeni bir tercih olarak ortaya çıkması ve toplumdan teveccüh görmesi var. Egemen siyaset, Üçüncü Yol siyasetinin büyüme olasılığı karşında afallayıp kalmış ve agresifleşmiştir. İki binli yıllarda baraj sorunu ile bu kriz daha ileri bir zamana ertelenmişti. Fakat hakikatin ve direnişin üzeri bir süre ertelenebilir; eninde sonunda hakikat direniş eşliğinde yeniden ortaya çıkar. Üçüncü Yol siyasetinin blokları örgütlenerek büyüdüler.

Bu büyümeye paralel bir şekilde düzen siyasetinin habitatı olan seküler ve muhafazakar mahallelerde şekillenen politik ittifaklar da resmî ideolojinin her türlü kaynak tedarikini karşılayacak şekilde revize edilip güncellendi. Her iki mahallenin ortak aklı toplum değil devlet odaklı bir kurtuluş modeline dayanıyor. 2023 seçimlerine doğru giderken Kürt meselesi başta olmak üzere birçok toplumsal ve siyasal sorunun oyalamacı tekniklerle tarihin akışına bırakılmak üzere bir diğer mahalleye havale edildiği ve bu sorunların çözülmemesi için muhalefete itilen diğer egemen bloğun toplumsal hakikate karşı düşmanlaştığı bu resmi model, teorik ve pratik boyutlarıyla yeniden devrededir.

Bu model sistemin sömürü ve inkar düzenine çomak sokan Üçüncü Yol siyasetini önlemek için birçok konuda birbiriyle örtüşecek biçimde iki koldan ilerlemektedir. Birincisi devletleşen İslamik iktidarın eliyle Üçüncü Yol dinamiklerini devletin çıplak şiddetine maruz bırakmak ve Üçüncü Yol siyasetini dinamiklerine yönelik bir dağıtma stratejisi uygulamak. Eş zamanlı olarak devreye konulan ikinci kol ise bu şiddetin karşısında yıpranan ve yorulan Üçüncü Yol siyasetini içeri alan devletin bağışlayıcı ve merhametli kolu olarak müstakbel iktidara verilen tamamlayıcı roldür. Başka bir deyişle Üçüncü Yol’un dinamiklerine uygulanan devletin şiddetinden dolayı dağılanları kucaklamak ve sistem içileştirmek; yani yeni hegemonyaya eklemlemek. Zira seçim sathı mailinde Üçüncü Yol siyasetinin şekillendiği ittifakları zayıflatmaya yönelik yapılan ve doğrudan seçimlere müdahale olarak tarihe geçecek olan iktidarın son baskı stratejisi (yeni gözaltı ve tutuklamalar) ve yaratılan iç polemikler ve de tuzaklar karşısında ana muhalefet bloğunun sessizliği teorimizi doğrular niteliktedir.

Düzen siyasetinin temel krizi: Üçüncü Yol

Yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye’de hem 2002’de oluşan siyasal boşlukta hem de 2015 sonrası çatı partisi olarak HDP’nin barajı aşmasıyla ortaya çıkan temel krizin merkezinde, Üçüncü Yol siyasetinin yeni bir tercih olarak ortaya çıkması ve toplumdan teveccüh görmesi vardı. Üçüncü Yol siyasetinin yarattığı devrimci bariyeri iki egemen bloktan birine doğru iterek etki alanını zayıflatmaya yönelik stratejide istenilen başarı sağlanmadığı müddetçe bu kriz büyüyerek derinleşecektir. 2023 seçimleri mevcut krizin ya daha da derinleşeceği ya da Üçüncü Yol siyasetinin kalıcı hale gelebileceği bir eşikte durabilir. Bu kısım belirsizliğini hala korumaktadır. Üçüncü Yol siyasetinin bu müdahaleler karşısındaki dayanıklılığı, stratejik aklı, öngörüleri ve yaşanan sorunlara hızlı müdahale kapasitesi bu krizin oturacağı zemini doğrudan belirleyecektir.

Emek ve Özgürlük İttifakı seçimlere kalan günlerde bu baskı ve dağıtma stratejisine denk düşecek bir ortak mücadele, direniş ve örgütlenme hattını tahkim edecek mi, yoksa her halükarda diğer iki egemen ittifakın işine yarayabilecek gevşek ittifak ilişkileriyle mi yola devam edecek? Bu sorular önümüzdeki birkaç günde ittifakın sergileyeceği performansa bağlı olarak cevabını bulacaktır.

İttifak siyasetinin kapasitesini kavramak

Emek ve Özgürlük İttifakı, Üçüncü Yol siyaseti için stratejik bir ittifaktır. İttifak içinde son zamanlarda ara sıra Üçüncü Yol siyasetinin stratejisi ile örtüşmeyen bazı durumlar gelişmektedir. İttifak içi polemiklerin hem ittifakın tabanını hem de gri bölgede kalan ve ittifaka oy verme ihtimali olan seçmeni olumsuz yönde etkileme riski söz konusudur. Kim yaparsa yapsın ittifak içi polemik veya restleşme ittifakın stratejik hedefleriyle örtüşmemektedir. Bu tür gerilimler ne seçim öncesi ne de seçim sonrası ittifaka politik bir fayda sağlamayacaktır. Odaklanılması gereken asıl mesele ittifakın genel hedefleridir. Stratejik rezervi bozmak mirası yağmalamakla eş değerdir. Solu Kemalizm’e itmek, Kürtleri İslamcılara ve düzen siyasetine itmek aynı amaca hizmet ediyor. Böylesi bir stratejik körlük iki egemen mahallenin de büyümesini ve “bunlardan bir şey olmaz” denilen negatif mitolojiyi beslemekten öteye geçemez.

Son yaşanan sorunlar ısrarla belirtilmesine rağmen ittifakın listelerinde bir konsensüsün sağlanamaması ve sonrasında stratejik hedeflerin daralması sonucunda ittifak içi demokratik rekabet dilinin sapmasıyla ilgiliydi. Hatalar, eksiklikler ve yetmezlikler bir kişi şahsında somutlaşmış olsa da yaşanan sapma ne bir kişiye mal edilebilir ne de indirgenebilir. İttifakın diğer bileşenleri bu sapmanın ortaya çıkardığı eksikliklerden payını almalı; sorumluluk hissetmelidir. Kimse bu hatanın üzerinden yükselmemeli; bilakis bu tür hatalar öğretici olmalı ve yüzleşilmeli ki yeniden yol yürünebilinsin.

Bir diğer nokta kişiye veya harekete “had bildirme” yöntemi ittifak içi bir dil olamaz. Eleştirilerin ölçüsünü tutturmak önemlidir. Ne ittifakın kendisi ne de ittifakın herhangi bir bireyi popülizm savaşlarına kurban edilmemelidir. Kişilere yönelik linç, bu ittifakın başvuracağı bir yöntem değildir. Düzelten ve yeniden ayağa kalkan ve kaldıran eleştiri-özeleştiri ile yola devam etmek çok kıymetlidir. Esas alınacak nokta tam da burasıdır. Sürekli geçmişin hataları öne sürülürse yukarıda da dikkat çekildiği gibi negatif mitoloji yeniden üretilmiş olur. Seçim sathı mailinde bu tür tehlikelere yönelik önleyici müdahaleler hayati düzeyde önemlidir.

Temel gündem Üçüncü Yol siyasetinin ittifakları olan Emek Özgürlük İttifakı ile Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın gücüyle faşizmi yenmek ve demokrasiye duyarlı bir sistem inşa etmektir. Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı açısından da meseleyi bütünlüklü ele alma zorunluluğu vardır. Kürt halkı önemli oranda düzen partilerinden kopmuşken kurulan seçim ittifakının sahada hem söylemsel hem örgütsel açıdan etkisiz kalması kabul edilir bir durum değildir. AKP’den kopan en büyük küme Kürt seçmen iken Kürtlere yönelik ittifakın sessizliği anlaşılır gibi değil. Üçüncü Yol için en büyük gri alan hala Kürt halkıdır. Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın Kürtlere seslenmesi ve bu sesin kalan günlerde duyulur kılınması önemlidir.

Sonuç

Sonuç olarak Kürtlerle Türkiye Sosyalist Solu arasındaki ittifakın ismi zaman içinde değişse de habitat ve hakikat aynıdır. Emek ve Özgürlük İttifakı tarihsel hakikatlere sırtını dayamalı ve bu tarihsel arka planı konjonktürel hakikatlerle birleştirme ustalığını göstermelidir. Üçüncü Yol siyaseti buradan hareketle mesafe alabilir. Bunun tarihsel ve güncel içerikleri güçlüdür. Bu tarihsel arka plan pas geçilirse büyük bir yanılgı, yenilgi ve hayal kırıklığı ittifakı beklemektedir. Asıl kavga kişilerin, duyguların ve konjonktürel öfkelerin değil toplulukların, fikriyatların ve ideolojilerin kavgasıdır. Onun için her iki egemen kutbun yaptığı gibi Amerikan tarzı seçim kampanyalarıyla Üçüncü Yol dinamikleri seçimi kazanamaz. Daha çok ittifak, daha çok dayanışma, daha çok anlayış ve örgütlenme ile yol alınabilir.

Üçüncü Yol siyasetinin gelecek dönemde siyasette kalıcı, kurucu ve kurumsal bir pozisyon alabilmesi ve işlerin yoluna girmesi için henüz geç kalınmış değil. Üçüncü Yol siyasetinin her iki ittifakı da kendini toparlamak ve bu seçimlerde toplumun içine düştüğü ve her iki egemen kutuptan birine itildiği bir dönemde güçlü bir seçenek olduğunu bir kez daha topluma yüksek sesle ifade etmek, bunu örgütlenmek ve buna göre seçim kampanyasını sürdürmek gibi tarihsel bir sorumluluk ve görev ile karşı karşıyadır. Mesele artık aday ve kişisel yetmezliklerden çıkarılmalıdır. İttifak içi polemiklere kesin ve net bir şekilde son verilmeli ve seçimin kalan günlerinde yükselen bir ivme yakalanmalıdır.

 


Kaynak: Karınca – Mehmet Nuri Özdemir

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…