Soprano Pervin Chakar’ın İstanbul konseri sonrası CHP Genel Başkanı Özgür Özeltarafından tebrik edilmesi ve Özel’in, Chakar’ın elini öpmesinin ardındaki derin gerçekler uyanık gazeteciler tarafından deşifre edildi de uçurumun kenarından döndük. Başkanlık seçimleri öncesi İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener nasıl eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na HDP ile ittifak konusunda ayar verdiyse bu kez de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Özel’i müesses nizam içinde kalması için uyarıyordu. Bahçeli, “Eğer eli öpülecek hanımefendiler arıyorsanız Meclis’teki AK Parti ve MHP gruplarına bakın” diyordu: “Öpecek eli tanımayanların milletten tekme yemeleri mutlaktır. CHP gerçekten de sömürgeleşmiş, vesayet zincirine vurulmuştur. Bir bölücünün saygıyla elinin öpülmesi, CHP’nin mazisini inkâr, Türkiye’ye rest çekmektir. Bu sefil fikri kimin verdiği az çok bellidir. CHP Genel Başkanı maalesef kukladır, kuklacı ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamında oturan zattır. Onun da ipini tutanlar iç ve dış husumet cephesidir. CHP’de patron çıldırmış, tasfiye işlemi hızlanmış, yağma vites yükseltmiş, Atatürk’ün partisi kapanın elinde kalmıştır.” Özel’e konsere gitme fikrini veren Sezgin Tanrıkulu da bu arada Bahçeli’nin hışmından nasibini almış oldu.
Ruhi Su, Devlet Opera ve Balesi’nde görev yaptığı dönemde rol aldığı Fidelio operasında Zindancı Rokko rolünde. Sahne arkadaşları Hilmi Girginkoç ve Bedia Ener. (Ilgın Su albümü)Neyse güncel politikayı bırakıp biz yine klasik müziğe dönelim. Artık bırakın konseri ve konserin kalitesini değerlendirmeyi, solistin özelliklerini bile değerlendirebileceknoktaya geldik klasik müzikte. Malum uzun süredir iktidar karşıtı açıklamalar yapan pop müzik ya da mimli halk müziği sanatçılarının konserlerinin, tiyatro ve film gösterimlerinin ardı ardına yasaklanmasına alıştık artık. Ama klasik müzik ayrı dünyaydı bugüne kadar. Muhtemelen 1990’lardan 2000’lere tüm dünyada fırtına gibi esenLuciano Pavarotti, Plácido Domingo ve José Carreras’ın operatik şarkılarıyla klasik müzik kültürünü yalamış yutmuş yeni bir nesil var.
Ancak tuhaf biçimde bugün belki de geçmişle karşılaştırıldığında halkla opera sanatçıları arasında ters orantı var gibi. Gazeteci Kübra Par’ın TV100’de aktardığına göre, aldığı uluslararası ödüller ve verdiği konserlerle tanınan Chakar’ı bizim operacıların -en azından sorduklarının- hiçbiri tanımıyormuş. Bu durumda, “Ana muhalefet lideri hangi sanatçı önünde eğilmeli?” diye soruyordu Par ve görüş aldığı “sanatçılar” üzerinden cevabı şak diye yapıştırıyordu: “(…) daha çok Kürt kimliği üzerinden yaptığı açıklamalarla gündeme gelmiş. Bunun üzerinden dünyada çeşitli operalara etkinliklere katılmış bir isim.” Verdiği ölçü de şahaneydi: “O kadar iyi olsa, bizim Devlet ve Opera iş teklif ederdi!”
1930’lardan 2000’lere Türkiye’nin klasik müzikte geldiği mucizevi nokta bu. Rivayet o ki, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, halka klasik müziği sevdirmek için Bayburt’ta bir konser vermeye gittiğinde, konser bitiminde fikri sorulan bir vatandaş, “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi!” cevabını vermişti 1930’lu yıllarda. Muasır medeniyetlerle ülkenin arasındaki kültür farkı öyle acıklıydı o yıllarda işte!
30’lara gitmeye de gerek yok. 2011’de CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın TRT’nin yayınlarında klasik sanat dallarının azalmasına ilişkin soru önergesini dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç (https://t24.com.tr/haber/arinc-nufusumuzun-yuzde-923u-klasik-muzik-dinlemiyor,183318), TRT tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarıyla cevap veriyordu. Araştırmaya göre, nüfusun yüzde 96,2’sinin caz müzik, yüzde 92,3’ünün klasik müzik, yüzde 82,2’sinin ise yabancı rock müzik dinlemediğini açıklayarak durumumuzu bir kez daha yüzümüze vuruyordu. Gerçi TRT’nin bu araştırmayı nasıl yaptığı konusunda bir bilgi vermiyordu Arınç ama olsun, caz, klasik müzik ve rockun bizi bozduğu açıktı. O günlerde henüz başkanlık sistemine geçilmemişti ve Arınç, klasik müzikten iffetli kadınların toplum içinde kahkaha atmaması gerektiğine kadar pek çok hayati konuda açıklamalar yaparak ufkumuzu açmaya devam ediyordu.
Geçmişe baktığımda sürüden ayrılıp linç edilen iki isim geliyor aklıma, opera sanatçıları Ruhi Su ve Ayhan Aydan. Gelecek vadeden bir sanatçı olmasına rağmen eski başbakanlardan Adnan Menderes’le olan ilişkisi ile anılan Aydan, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra Yassıada linç mahkemelerine de çağrılmış, Menderes ile ilişkiye girmek ve bu ilişkiden doğan bebeği öldürmekle suçlanmıştı. Darbecilerin propaganda malzemesi yapmak için üzerinde ter tepindiği Aydan dimdik durmuş, ifadesinde, “Ben bu adamı sevdim,” demiş ve bebeğinin doğum sırasında öldüğünü anlatmıştı. Yassıada’da darbe sonrası görülen on üç dava içinde tek beraat kararı da bu davada verilmişti. Bugünden bakıldığında bana ilginç gelen, yargılamalardan sonra Aydan’ın adının, Demokrat Parti (DP) döneminin yıkımından söz eden hiçbir politikacı tarafından kullanılmamış olması.
Klasik müzik dünyasının ilk kara koyunu Ruhi Su’nun yaşadıkları ise bugün yaşananlara daha yakın. Türkiye’de ilk kez sahnelenecek olan Gian Carlo Menotti’nin Konsolosoperasının provaları basılarak gözaltına alınır Su. Bu “minik tatsız olaya” rağmen Kossolos, Aralık 1952’de Ankara Devlet Opera Balesi tarafından sahnelenir. DP iktidarının 26 Ekim 1951’de Türkiye Komünist Partisi üyelerine karşı başlattığı tutuklama kampanyasında (51 tevkifatı) aralarında Sıdıka Su, Aclan Sayılgan, Kemal Bekir, Ulvi Uraz gibi isimlerinde olduğu 187 kişi tutuklanır. Büyük bir kısmı ağır hapis ve sürgün cezası alan 187 kişi anti komünizm propagandası için çarşaf çarşaf medyada kullanılırken o sırada muhalefette olan partiler ya da siyasilerin ilgisine mazhar olmazlar. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın denince sonunun nerelere varacağını kimse hesaplamamıştır. Ruhi Su’ya dönersek, hapis ve sürgünden sonra tam bir vebalı muamelesi görür. Ta ki, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kanser tedavisi için yurtdışına çıkması gerekene kadar. Prostat kanserine yakalanan Su’nun tedavi için yaptığı pasaport başvurusu gerekçesiz olarak reddedildi. Alman sanatçıların, Su’ya pasaport verilmesi için Kültür Bakanlığı’na yaptığı için başvuru ve kampanyanın uluslararası bir nitelik kazanmasına kadar görünmez olmaya devam etti ünlü sanatçı. Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) Genel Başkanı Erdal İnönü ve diğer partililerin de nihayet katıldığı bu kampanya sonucu Su’ya tedavi amaçlı ve “yalnız bir defaya mahsus olmak üzere” yurtdışına çıkma izni verildiğinde ise artık zaten çok geçti. Su’nun, 22 Eylül 1985 günü yapılan cenaze törenine aralarında milletvekilleri ve bilinen pek çok ismin olduğu binlerce kişi katıldı. 12 Eylül sonrasındaki ilk büyük kitle gösterisi haline dönüşen törende 163 kişi gözaltına alındı ve İstanbul siyasi şubede 15 gün tutuldu.
Asla kimse emin olamaz ama muhtemelen Chakar, Ruhi Su gibi bir provadan polis marifetiyle alınıp hapse atılıp sürgüne gönderilmeyecek ama görünen o ki Kürtlere ve gelecek seçimde HEDEP ile iş birliği riski taşıyan CHP’ye hiza verilmek için üzerinde epey tepinilecek. O zaman açalım soruna kadar Parsifal’i.
Kaynak: T24
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()