Resim: Asi Nehri’ni ve nehrin sol kıyısındaki Hıristiyan mahallesini gösteren bir kartpostal.

Yüz yıl önce Antakya ve İskenderun’da şehirler, sokaklar nasıldı, kimler, nasıl bir yaşam sürüyordu, Asi Nehri boyunca nasıl yapılar vardı… Sergisinin küratörü Osman Köker, sergi fikrinin deprem sonrası oluştuğunu söylüyor.

Yüz yıl kadar önce bugünkü Türkiye sınırları içinde nüfusunun tamamı ya da büyük bir kısmı Ermenilerden oluşan binden fazla köy vardı. Bu sayı günümüzde ne yazık ki bir (1). Çoğumuzun adını belki de ilk kez 6 Şubat depremlerinden sonra duyduğu Hatay ili Samandağ ilçesindeki Vakıflıköy.

Sadece Ermeniler değil, Araplar, Kürtler, Hristiyan Araplar ve Rumlar bölgenin kalabalık çok kültürlü yapısını oluşturuyor.

“Hiçbir deprem görüntüsü olmadan bir deprem sergisi yaptık” diyor küratör Osman Köker. “Yüz Yıl Önce Antakya, İskenderun, Musa Dağı” sergisi işte bu sözünü ettiğimiz Türkiye’deki kültürel çeşitliliğe odaklanıyor.

Yüz yıl önce şehirler, sokaklar nasıldı?

Birzamanlar Yayıncılık ve Galeri Birzamanlar‘ın kurucusu Köker’in deprem vurgusunu yapmasının nedeni ise depremin darmaduman ettiği Hatay’ın yüz yıl önceki halini anımsamak, çok kültürlü yapısına dikkati çekmek… Şehirler, sokaklar nasıldı, kimler, nasıl bir yaşam sürüyordu, Asi Nehri boyunca nasıl yapılar vardı, İskenderun Limanı nasıl görünüyordu…

Hayatların yok olmasına, yıkıma neden olan ve şehirlerin tarihi dokusuna büyük ölçüde zarar veren depremler sonrası şehirler yeniden ayağa kaldırılırken kültürel miras mekanlarının yok edilmesi ya da bu mekanların ihmal edilmesi de söz konusu.

Fotoğraf, kartpostal ve dokümanların yer aldığı sergi, Osmanlı son dönemi ve Fransız yönetimi altındaki döneme odaklanıyor.

Deprem sonrası bölgeye yaptığı seyahatler sonrası böyle bir sergi yapmaya karar verdiklerini belirtiyor Osman Köker, özellikle Hatay’da hem eski hem de yeni şehrin zarar gördüğünü aktarıyor.

Asi Nehri’nin iki tarafı

“Roma devrinde şehir Asi Nehri’nin akışına göre sol taraftan başlayarak esas olarak dağlara kurulmuş. Osmanlı döneminde onda bir ya da altıda bir oranına düşmüş. Yine Asi Nehri’nin aynı tarafında tarihi bölge dediğimiz yer. Depremlerle bağlantııs ise o bölge hem Asi’nin getirdiği hem de dağdan sel sularının getirdiği alüvyonlar üzerine kurulu. Ama bir de nehrin diğer tarafı var. Çevre yoluna kadar olan yer son 20, 30 yılda esas olarak imara açıldı. Az katlı evler arkasında 15 kata kadar evler çıktı. Deprem Maraş merkezli olsa da bu sözünü ettiğim bölge, arazi yapısından dolayı çok etkilendi, sağlam ev kalmadı neredeyse. Tarihi bölge biraz daha iyi durumda. Bu durum, ekonomik hayatı da öldürdü. Bazı şehirlerde sanayi tesisleri duruyor ve hayat onlar üzerinden ilerliyor. Ancak Antakya’da bu da yok. Çünkü orada küçük sanayi vardı. Esnaf da zanaatkarlar da sanayi bölgesi de gitti. “

Acı ve kararlılık

Şehirlerde zarar gören tarihi yapıların ayağa kaldırılması süreciyle ilgili olarak çalışmaların sürdüğünü aktarıyor Köker.

“Benim fark ettiğim bölgede kürtürel miras konusunda duyarlı kişiler ve o onlar kadar duyarlı olmayanlar arasında da bir mücadele var. Yeniden inşa konusunda tarihi yapılardan birkaçı tamamen yok olmuş, bazıları az hasarlı. Sadece kiliseler değil, konaklar, evler, dükkanlar da var tarihi olan. Bir kısmının üstüne yapılan beton kısımlar çöktü. Bu durumda ne yapılacak.? Otoritenin aklına ilk gelen şey bunların hepsini yeniden inşa etmek. Yine bu konuda mücadele devam ediyor yerelde. Akademik çevrede de sürüyor. Enkaz arkeolojisi diye bir tanım var mesela. O enkazların bir arkeolojik değeri var. Yüz yıl önce düşünülmüş bir inceliği yeniden yapmak daha zordur. Bir taraftan da şöyle bir durum var. Bu Paskalya Bayramıda korkunç bir acı olmasına rağmen müthiş de bir kararlılık vardı o kültürü yaşatma adına.”

Galeri üç yıl önce açıldı

Üç yıl önce açılışı tam da pandemi zamanına denk gelen İstanbul Harbiye’deki Galeri Birzamanlar’daki sergi mekânı küçük olsa da incelenecek doküman çok. “Yüz Yıl Önce Antakya, İskenderun, Musa Dağı”nın yanı sıra ayrıca bir daimi sergi de izleyenleri bekliyor: “Tarihe Yolculuk.”

Osmanlının son döneminde bugünkü Türkiye topraklarında yaşayan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Süryaniler, Keldaniler, Ezidiler, Maruniler, Levantenler, Bulgarların yaşadığı pek çok yerleşim yeri vardı. Bu sergi de 20. yüzyıl başında Türkiye’de kültürel çeşitliliğe odaklanıyor.

Daimi sergi halkların bir aradalığı Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonu ve Arşivinden fotoğraflar, kartpostallar, belgeler ve objelerle anlatılıyor.

Unutmadan, Osman Köker’in yayına hazırladığı “Antakya, İskenderun ve Musa Dağı Ermenileri” kitabını da sergiyi gezdikten sonra satın alabilir, bu sayede Vakıflıköy için destek verebilirsiniz. Kitabın iki aylık satışından elde edilecek gelirin tamamı Türkiye’nin son Ermeni köyü olan Vakıfköy’e verilecek. Sergi mekanında ayrıca depremzedelerin yöresel ürünlerinin tanıtım ve satışı da yapılıyor. Mis gibi turunç ve ceviz reçelleri sizi bekliyor.

Kaynak: Bianet – Ayşegül Özbek

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…