Başlık çoğu okura 2010 yılında, 12 Eylül gününe denk getirilen anayasa referandumunda AKP’nin önerisine evet diyen “mahcup” sol liberallerin sloganı “yetmez ama evet”i çağrıştırmıştır. Dünyada yaşanmakta olan sorunlar bir yana, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ve mali alanlar başta olmak üzere, krizler sarmalının, AKP-MHP iktidarının sonunu da adım adım yaklaştırdığı düşüncesi toplumda yaygınlaşıyor. Bu tablodan hareketle, bir tarafta erken seçim tartışmaları yürütülürken, başka bir tarafta “sandık kurulacak mı?” sorusu farklı boyutlarıyla tartışılıyor. Yanı sıra, AKP-MHP’nin başını çektiği “cumhur ittifakı” karşısında, CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi tarafından kurulmuş olan “millet ittifakı”, AKP’den kopanlar tarafından kurulmuş partileri de içerecek biçimde genişleyebilme adımları atıyor. Bu kapsamda parti yetkililerinin bir süre önce başlattıkları “güçlendirilmiş parlamenter sistem ve geçiş süreci” üzerine yaptıkları çalışmalar sonlanmış olacak ki geçtiğimiz hafta sonu ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun ev sahipliğinde altı parti lideri, ittifakı daha da büyüttüklerinin mesajını vermek adına bir araya geldi.
Bırakalım güçlendirilmiş parlamenter sistemin; özgürlükler, ekonomi, sosyal ve kültürel alanlara yönelik köklü, halkçı düzenlemeler olmadan tek başına neye merhem olabileceğini, bu ittifak henüz matematiksel olarak bile iktidarı değiştirebilecek cesamette değil. Yinelemek pahasına olsa da bir defa daha belirtmek gerekirse; cumhur ittifakından kopan seçmen, millet ittifakına gitmiyor. Kararsız ve sandığa gitmeyeceğini ifade eden seçmenler toplam seçmenin neredeyse %20’sine ulaşmış durumda. Dinci ve milliyetçilerle ittifakı seçmenine anlatmakta sorun yaşamayacağını düşünen sosyal demokrat parti, Halkların Demokratik Partisi’ni nezaketen bile olsa bırakın davet etmeyi, onunla kamuoyuna yansıyacak görüşmelerden dahi mümkün olduğunca kaçınıyor. İstanbul başta olmak üzere, 2019 yerel seçimlerinde büyükşehir belediyelerinin neredeyse tamamını HDP’li seçmenlerin oylarıyla alabildikleri gerçeğine ve söz konusu matematiğin değişmemiş olmasına karşın, bu tutumunda ısrar edebiliyor. Kamuoyunda da bilinen gerekçe “Kürtlerle işbirliği yaparsa, cumhur ittifakının karşı propagandası oy kaybettirir” kabulü. Bu tutuma karşı çıkanların büyük çoğunluğuysa söz konusu yaklaşımı “HDP’yi dışlamak Kürtleri dışlamaktır” olarak kabul ediyor. Peki bu ne kadar doğru? Yalnızca Kürtler mi dışlanıyor?
Bu sorunun doğru yanıtı, AKP’nin genel seçimlerde üçüncü kez seçmen karşısına çıktığı ve 65 bağımsız adayla seçime katılıp 36 milletvekili çıkaran “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku” karşısında beklemediği kaybı yaşadığı, 2011 yılının sonbaharında kurulan Halkların Demokratik Kongresi ve sonrasında da Kongre’nin partisini kurma süreci anımsanarak, verilebilir. HDK’nin kuruluşunda önceki dönemde de mecliste olan ve Kürtlerin partisi olarak adlandırılabilecek Barış ve Demokrasi Partisi’nin yanı sıra, pek çok sol, sosyalist parti ve yapı da yer almıştı. Ancak yalnızca bu kadar değil. Kadın hareketleri, ekoloji hareketleri, gençlik hareketleri, LGBTİ+ yapıları, işçi ve kamu emekçileri sendikalarının ve demokratik kitle örgütlerinin yöneticileri, inanç grupları, bazı bölgesel ve yerel dernek ve yapılar, muhalif sanatçılar, edebiyatçılar, yazarlar, akademisyenler vb. birey olarak katılımlarla da aktif olarak HDK’de, HDK’nin meclislerinde yer aldılar. Böylece, siyasal alanın yanında, esas olarak toplumsal alanın beraberliği ülke mozaiğini vücuda kavuşturdu, görünür kıldı. Birlikte ürettiler, eylediler. Sonrasında partileşme aşaması ve günümüze kadarki süreçte kuruluştaki çok zengin, oldukça farklı renklerin birlikteliğinden olan mozaiğin varlığı fakirleşmiş olsa da kuruluşunda sahip olduğu ve toplumsal alanın birlikteliğine dayanan temel strateji ve perspektifi korumaya çalışıyor.
İşte tam da bu nedenle HDP’nin dışarıda kalması yalnızca Kürtlerin değil, kadın ve ekoloji hareketleri başta olmak üzere, toplumsal alanın dışarıda bırakılması anlamına geliyor. Ve bu bileşenin gereksinimleri yalnızca güçlendirilmiş parlamenter sistemle karşılanamaz. Dışarıda tutulmuş olanların gereksinimleri asgari olarak; ifade özgürlüğünden İstanbul Sözleşmesi’ne, parasız sağlık ve eğitim hizmetlerinden hapishanelerin boşaltılmasına, YÖK’ün kaldırılmasından özelleştirilmiş kamu mal ve hizmetlerinin kamulaştırılmasına, kömürlü termik santrallerin kapatılmasından HES’lere ve üretici köylünün toprak sahibi yapılmasına kadar pek çok başlığı içermektedir. Bunları da ne AKP’den ne de MHP’den kopanlar sağlayamaz. O nedenle, millet ittifakı yetmez. Yetmediği için de eğilmeden, bükülmeden tereddütsüz HAYIR!
Kaynak: KARINCA
