“Bu seçim siyasi partilerin güçlerini sınayacağı bir zaman değil. On binlerce saray rehinesinin özgürlüğünü riske etmek kimsenin haddine değil. İşte öfke buna. Ayrı liste ile kaybedilecek her vekil için akıllarda çalan çanlar bunları söylüyor. Ve bu durum kabul edilemez bulunuyor. Cehennemin kapılarını kapatmak için tüm bu öfke.”
Hayat bazen hızlı akıyor. İnsanı şaşırtacak kadar hızlı. Mülkiye’nin Konferans Salonu’ndan, Lavrion Mülteci Kampı’nın kapısına uzanan yoldaki akış gibi. Bugün tesadüfen kapanacağını öğrendiğim kampın esaslı bir “terörist yuvası” olduğu, devlet görüşü olarak söylenegelse de gerçek hiç de öyle değildi. Aksine nüfusunun çoğu ekmeğini yaban ellerde arayan ekonomik mültecilerdi. Yazının konusu bu değil ama kamp, her anlamda küçük Türkiye idi. -Buna Ortadoğu Kürdistanı’nı da ekleyelim.- “Memleketimden İnsan Manzaraları”yla kampın her metrekaresinde tanışmak mümkündü. Ülkem ile gerçek anlamda ilk kez o küçük ve harika Yunan sahil kasabasında temas ettim diyebilirim.
Kampta komünist bir işçi tanımıştım. Kendisi bir partinin merkez komite üyesi idi. Ailesini Türkiye’de bırakmış, tedavi için Yunanistan’a çıkartılmıştı. Hastaydı ve işkencelerde eklemleri zarar görmüştü ancak bu halde bile inşaatlarda beraber çalışmaya giderdik. Hayatımda bugüne kadar gördüğüm insan sıfatını haiz harikulade birkaç insandan biriydi. Bir gün kampta bir dergi okuyordum. Yanıma geldi. Derginin arka kapağını boydan boya kaplayan vesikalık fotoğraftaki adama baktı. Tuhaf gülümsedi. “Tanıyorum onu!” dedi. Ve anlatmaya başladı. “Fotoğraftaki, bir siyasi hareketin işçi lideriydi. Aynı iş kolunda mücadele veriyorduk, seçim zamanıydı. Sendikayı sağa kaptırmamak için tüm siyasetler bir araya geldik. Ortak liste oluşturuldu. En kitlesel bizim hareket olduğu için başkanlık bizde olacak, delegeler temsil oranında dağıtılacaktı. Ancak o öyle bir şey yaptı ki” dedi ve sustu. Sigarasından bir nefes alıp devam etti: “ Son anda ‘ya başkanlığı verirsiniz ya da ittifaktan çekiliriz’ dedi ve kalktı masadan. Sosyal demokrat arkadaşlar bile ikna etmeye çalıştılar. Sendikayı faşistlere mi vereceksin dediler. Ama bir adım geri atmadı.” “Peki, ne yaptınız?” diye sordum. Sükûnetle cevapladı. Hayatımda gördüğüm en sakin insanlardandı. “Faşistlere sendikayı teslim edemezdik. Dediğini yaptık. O da başkan oldu.” Tekrar fotoğrafa baktım. Eylül sonrası polis tarafından öldürülmüştü. Bir kahramandı aslında. Şahsi tarihi ise en hafif deyimle etik dışı bir yerde konumlanıyordu. Sırf siyasi hareketinin başarısı, iktidar arzusu ve kişisel hırsı nedeniyle sendikal mücadeleyi riske atabilmişti. İlkesiz hadsiz ve etik-siz bir tarzı siyasetti onunki.
Neredeyse otuz beş yıl önce öğrendiğim bu etik “reddedişi” hiç unutmadım. Sorumlusu sendikacıyı da! Daha gündelik hayatta tutarlı olamayanların dünyayı değiştirme hayallerinden uzak duruyorum. O nedenle sol adına mücadele eden kim varsa programından öte etik ve usul ile olan ilişkisine bakıyorum.
Türkiye İşçi Partisi’nin üç yanlışı
Türkiye İşçi Partisi, seçime birkaç gün kala neden bu kadar tartışılıyor? Yeni bir siyasi çekim merkezi olması? Anahtar parti olacak kadar yüksek bir oy oranı? Sosyalist perspektif? HDP’ye alternatif olması? Milliyetçi seçmeni sola kazandırması? İttifak’ı yarı yolda bırakması? Hepsi ve dahası?
Oy oranı, toplumdaki karşılığı ve Türkiye sorunlarını çözme kapasitesine bakıldığında TİP “gücünün” çok ötesinde bir etki yaratmış durumda. Medyada enteresan bir ilgi görüyor. Büyük bir anlayış ve kucaklayıcı bir tutumla karşılanıyor. Küçümsemek için değil bu tespit. Ancak hedeflenen maksimum %3’lük oy, siyasi bir kudret içermediği halde bu kopan kızılca kıyamet de ne?
TİP ve Kürt Özgürlük Hareketi arasında vizyon uyumundan söz edilebilirdi bugüne kadar: Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiyelileşme stratejisi çerçevesinde “Milli Mesele”yi, Ankara’da çözmek için yola çıkıp HDP’yi Türkiye’de herkesin ve her ezilenin kendisini ait hissedeceği bir parti haline getirirken TİP, Okuyan- Aydemir Partisi’nden, Kürtleri yok sayan siyasete itiraz ettikleri için ayrılan çoğu genç kadrolar tarafından kuruluyordu. Amaçları, halkı temsil kabiliyetine sahip bir sosyalist parti olmaktı. 2018’de bu iki vizyonun yolları kesişti ve HDP, TİP’e meclisin yolunu açtı. Türk Kemalist-Seküler mavi ve beyaz yakalılara Kürt meselesini başka bir ağızdan başka bir üslupla anlatabilecekti o vekiller. TİP bünyesindeki Türk sosyalistler ile Kürt devrimci demokratlar enternasyonal mevzide Türkiye’nin tüm meseleleri için sırt sırta vereceklerdi. Amaç buydu.
Bugüne kadar amaca ulaşıldığını söylemek mümkün mü? HDP bu ikili planda üzerine düşeni yaptı. Vekilleri meclise kendi oy tabanı ile taşıdı, destekledi. TİP de bu süreçte HDP ile teması korudu. İzmir İl Binası’ndaki katliam girişiminde can veren Deniz Poyraz’ın kanı henüz yerdeyken Pervin Buldan’ın yanında ve cinayetin işlendiği binanın önünde Erkan Baş’ın konuşması değerliydi elbette. Buna karşılık mecliste gür sesli provo-aktif muhalefetin rüzgarıyla parlayan TİP “gereğini” yerine getir-e-medi. Bunu Sera Kadigil’in “ayrı tabanlar” sözünden anlamak mümkün. TİP tabanını tek listeye yani Kürtlerin yer aldığı partiye oy attıramayacağını itiraf ediyordu böylece. Parti’nin çekirdek tabanına içkin Kemalist damar malum. Lakin bu ülkede hürriyet de Kürt meselesine içkin. Kürtlere mesafe koyarak sosyalist olmak ayrı bir oksimoron. Sözün özü TİP, kısa siyasi tarihinin uzun bölümünde HDP ile yoldaşlık ilişkisini korudu. Ta ki Mart 2023 İttifak Sözleşmesi’ne kadar. Tek listeyi TİP reddetti. Ve önce film sonra kızılca kıyamet koptu.
Soruyu baştan alalım şimdi: TİP’in kapasitesi ortadayken bu kadar gürültü neden? Cevap verelim: Üç haklı sebepten! Haydi anlatalım.
Etik ve Ahde Vefa
Lavrion’da o dergi kapağındaki işçi lideri siyasi hırsı için tüm sendikal mücadeleyi kumar masasına koz gibi sürmüştü. Anlaşmayı son anda yırtıp atarak ahde vefa ilkesini çiğneyerek. TİP, belki böyle bir “Rus Ruleti” oynamadı. Ancak yol arkadaşını, en kritik virajda zor durumda bıraktı. Etik denen, siyasette ederi olmasa da söze ve eyleme metafizik bir kudret veren değeri harcayarak. Belki ortada yazılı anlaşma hükümleri yoktu. İttifak’ın Pacta Sunt Servanda’sı açık değildi belki. Lakin yolda olanlar için yolda başa gelecek her türlü tehlikeye birlikte göğüs germek ve birlikte yol almak amaçsa ve yol alanların adı Emek ve Özgürlük ise mücadelenin kolektif niteliği de Ahde Vefa’ya dahil değil mi? İttifak içinde HDP’nin muazzam oyu ile barajı geçen ve o oy havuzuna ne kadar katkı yapacağı bile belirsiz olan bir İttifak öznesinin kendini sahada görmek arzusu ile İttifak’a bu seçim sürecinde hiçbir şey vermeyerek ayrı liste ile hem kendisine hem ana gövdeye vekil kaybettirme ihtimaliyle ortaya çıkması bir vefasızlık ve etik dışı bir tutum değil mi? HDP kitlesindeki haksızlığa uğrayanların öfkesi meşru değil mi?
“Büyük Türk sosyalizmi”
Türkiye tuhaflıklar Cumhuriyeti. Bu sol dahil her alanda böyle. Mesela programında sosyalizm yazan bir partinin tabanı pek de sosyalist değil. Ama sol özgürlükçü bir programa sahip partinin aktif kitlesi sosyalist. Gel gör ki “pek de sosyalist olmayan o kitle” ikincisine mütemadiyen soldan ayar veriyor. Çünkü ikincisi çoğunlukla Kürtlerin partisi. İlk kitle, Milli Kemalizm’i miras kabul ederken ikincisinin Kürt kimlik talebini milliyetçilikle itham ediyor. Büyük Türk sosyalizmi, mesela İrlanda halkına gönülden bağlı lakin Kürtleri arkaik halk olarak görüyor. Sol mandater olarak Kürt halkının mücadelesini yönetmek istiyor. Sol Güç Birliği böyle. TİP Merkezi böyle olmasa gerek. Lakin Kürt meselesinde bugüne kadar kitlesini yönlendirmeyi pek başaramamış olsa gerek ki seçmen tabanlarının birbiriyle çakışmadığını söyledi parti sözcüsü. Bu demek ki TİP’in alternatifi İttifak halinde bile HDP ya da Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi değil TİP seçmeni gözünde. HDP kitlesi bir yandan her gün devletin zorbalığıyla muhatap oluyor, sol adına yapılabilecek ne varsa hayata geçiriyor öte yandan solculuğu devletin nazarında hiç de tehdit oluşturmayan birileri tarafından sürekli akıl verilip tek ayak cezasına gönderiliyor. Son olarak, bir akrabamın İzmir’de TİP toplantısına katıldığını duydum. Kendisi en hafif deyimle Kürtlere mesafeli en hafif deyimle mültecilerin derhal kapı dışarı edilmesini istiyor. Ve TİP’i destekliyor. Partiler kitleselleşince elbette farklılıklar için de çekim merkezi olabilir. Buradaki risk ise şu: Türkiye İşçi Partisi sol ile uzak yakın ilgisi olmayan ve bir rüzgarla partiye gelen bu kitlenin ideolojik aksını enternasyonal sola yaklaştırabilecek mi? Parti kendini milli mevziye kaymaktan koruyabilecek mi? Kadıgil’in sözleri bu nedenle endişe veriyor.
“Cehennemin Kapıları”
Klişe gelebilir lakin değil. Araftayız ve 15 Mayıs’ta berbat bir faşist cumhuriyete uyanabiliriz. Seçimi Kılıçdaroğlu alsa dahi bu despotik rejimden kurtulabilmek için Meclis’te çoğunluğun iktidar blokunun elinden alınması gerek. O yüzden her vekillik değerli. Rejimin zindanlarına atılmış on binlerce siyasi rehine için değerli. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Gezi Davası’nın tutsakları ve adını bilmediğiniz gazeteci yazar ressam işçi memur için değerli. On binlerce KHK’lı için değerli. Evine yeterli protein girmeyen milyonlar için değerli. O yüzden bu seçim siyasi partilerin güçlerini sınayacağı bir zaman değil. On binlerce Saray rehinesinin özgürlüğünü riske etmek kimsenin haddine değil. İşte öfke buna. Ayrı liste ile kaybedilecek her vekil için akıllarda çalan çanlar bunları söylüyor. Ve bu durum kabul edilemez bulunuyor. Cehennemin kapılarını kapatmak için tüm bu öfke.
Kaynak: Siyasihaber