Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım, toplumlarda şiddetin yaygınlaşmasının en önemli nedenlerinden biri şiddetin bazı yerlerde kabul edilebilir olmasına yönelik argümanların güçlenmesi olduğunu söyledi.
Şiddetin olmadığı yer yok! En güvende olmamız gerekenler dahil. Ev, hastane, okul, kafe, işyeri, sokak, toplu taşıma araçları, trafik şiddetin ‘olay mahalli’.
Acil önlemler ivedilikle alınmalı
Peşpeşe gelen, kanımızı donduran şiddet olaylarına karşı Türkiye Psikiyatri Derneği geçtiğimiz günlerde bir ‘acil’ çağrı yaptı.
Giderek artan ve artık sıradan hale gelen şiddet olaylarının gündelik yaşamı ve güvenlik algısını tehdit edecek boyutlara geldiğini hatırlattı. Acil önlem alınması gerektiğini söyleyen dernek şu önerilerde bulundu:
“Şiddeti meşrulaştırıp, asıl kaynakları göz ardı eden gerekçeler bulmak yerine şiddetin toplumsal, kültürel, ekonomik, cinsiyetçi ve yönetimsel tüm boyutları bilimsel ölçütlerle ele alınmalıdır. Suçun normalleşmesine neden olan, suça eğilimi artıran aile içi ilişkilerden eğitim ortamlarına; toplumsal değer yargılarından bireyleri güvensiz hissettiren adli ve kamusal uygulamalara kadar tüm sistemlerde köklü değişiklikleri içeren düzenlemeler ivedilikle ve bilimin öngördüğü şekilde yapılmalı.”
Şiddet virüs gibi
Prof. Dr. Yıldırım Diken’in konuyla ilgili sorularını yanıtladı.
Yıldırım şiddeti ‘virüs’e benzetti: “Şiddeti bir yerde haklı görmeye başlarsanız başka bir yerde bunun ölçüsüyle ilgili öngörüde bulunamazsınız. Hayvanlara yönelik, yaşam hakkını kısıtlayan yasa buna örnek. Uyarılarımıza rağmen son derece tehlikeli bir hal aldı. Çünkü ‘toplumun çıkarı’ diye son derece tehlikeli bir argümanla yola çıkarak, bir grubun çıkarı için başka bir grubun yaşam hakkını kısıtlayacak önlemleri yani şiddeti yasal ve haklı şekilde tanımladığımız anda bu durum herkesin kendi haklılığı ölçüsünde bir uygulama alanı yaratır. Benzer durum LGBTİ+ bireylerin sosyal yaşamları ve hakları bağlamındaki söylemler için de geçerli.”
‘Ama’lardan sonrası kabul edilebilirliği artırıyor
Yıldırım artan şiddet olgularının değerlendirilmesi, çözüm önerileri için her türlü iş birliği ve desteğe hazır olduklarını söyledi. Nitekim dernek konuyu bilimsel platformlarda ele alıyor. Sürece katkı sunabilmek için çalışmalar yapıyor.
Yıldırım toplumda belli alanlarda şiddet sorununun zaten varolduğunu hatırlattı. Sağlık hizmeti veren ortamlar (hastaneler, aile sağlığı merkezleri vs.) ilk akla gelenlerden. Özellikle de ev içinde, kadının maruz kaldığı eş şiddeti, yine kadınların baskı, fiziksel şiddet, bazen de ölümleriyle sonuçlanan ağır şiddet vakalarını görüyorduk. Bu örneklere yönelik, yanlış gerekçeler üretilip, farklı ‘ama’larla ‘kabul edilebilir’ ifadeler güçlendikçe, fail yerine şiddetin mağduru suçlandıkça şiddet de arttı. Hatta sosyal yaşamdaki haklar, şiddete gerekçe olarak gösterildi. ‘Bu kıyafeti giymeseydi’, ‘o saatte gezmeseydi’ gibi. Yıldırım, “İnsanların sosyal yaşamlardaki haklarını şiddet için gerekçe olarak görmeye başladığınızda şiddetin önünü alamazsınız” dedi.
Bu haliyle cezalar ıslah etmiyor
Yargı sisteminin de hem bu argümanların etkisinde olduğunu hem de ‘cezasızlık’la uygun koşulları hazırladığını belirten Yıldırım şöyle devam etti: “Yargı sisteminin iyi hal indirimi, bu insanların şiddet uyguladıktan sonra uğradıkları saldırganlıkla ölçülmeyecek kadar çok hafif cezalara çarptırılmaları, önlemlerin çokmuş gibi görünse bile işlevsiz olması çok önemli bir sebep. Onlarca suç kaydı olanların sokakta dolaşabildiği, cinsel saldırıdaki neredeyse cezasızlık durumu, ancak ve ancak belli suçlar dışında hiçbir şekilde infaz yasasının çalışmadığı toplumlarda cezaların ıslah edici, dönüştürücü bir etkisinin olmayacağını bilelim.”
Siyasi zemin de meşrulaştırıyor
Benzer bir durum sağlık çalışanlarına yönelik yaşanıyor. Yıldırım sağlıkta şiddet uygulamanın bir ‘kültür’ haline geldiğini ifade etti. ‘Beni bekletti’, ‘istediğim ilaç yazılmadı’ gibi gerekçelerle şiddet uygulayanlar, şikayet hatlarına çekinmeden ‘ben o doktoru öldüreyim mi?’, ‘öldürmek istiyorum’ diye yazanlara yönelik hiçbir cezai işlem uygulanmadı. Hatta şiddete uğrayan personel soruşturuldu.
Yıldırım bunun sonuçlarını şöyle değerlendirdi: “Bu basit gibi gördüğümüz yerlerde başlayan, bir süredir devam eden durum sonrasında bir takım önemli yasal hakların giderek kısıtlanması, bunun bir politika malzemesi haline gelmesiyle şiddet daha da kolaylaştı. Örneğin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemiz ya da kadınlar için önemli bir yasal düzenlemelerin değişmesine yönelik bir takım konuşmaların siyaset zemininde de alan bulmasıyla yine şiddet arttı.”
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemiz artışta etkili
Mart 2021’de Türkiye’nin çekildiği İstanbul Sözleşmesi’nde tanımlamış hakların son derece önemli olduğunu vurgulayan Yıldırım, şunları söyledi: “Sözleşmeden çekilmemiz, bu hakların sadece uygulamada azalmasına yol açmakla kalmadı. Sanki kadınların şiddet sırasında korunmasına ilişkin bir takım düzenlemelerin aslında çok da haklı olmadığına ilişkin bir toplumsal bakış açısı da yarattı.”
Erken evlilikler, cinsel şiddet, çocukların ve kadınların maruz kaldığı başka kültürel ve ailesel baskılara mutlaka ve mutlaka çok cesaretle tedbirler almamız gerekiyor.
Suça eğilimliler hasta değil!
Pek çok insan suç işleyenlerin ‘ruh hastası’ olduğunu, hastaneye yatırılarak tedavi edilmesi gerektiğini düşünüyor. Ruh hastalığı olanların bir kısmında suç eğilimi var. Ancak yaygın kanının aksine bu yüksek bir oran değil. Birçok ruhsal zorluk yaşayan insan zorbalıktan, çocukluktan erişkin yaşlarına kadar karşılaştıkları kötü davranışlardan, suç fiillerinden dolayı acı çekiyor. Onları şiddetin nedeni gibi göstermek yanlış.
Yıldırım bununla ilgili şunları söyledi: “Suç işleyenler arasında sağlıklılık oranını, suç işleyenlerdeki ruhsal hastalık oranıyla karşılaştırıldığında onlarca kat fazla. Canice gördüğümüz, bazıları artık haber değeri bile olmayan şiddet eylemlerini ‘ruhsal hastalığı olmayanlar’ yapar. Suça eğilimli insanlar hasta değiller. Fiil ehliyeti, muhakemesi olan insanlar ve suç işlemeyi tercih ediyorlar.
‘Ruhsal hastalıktan dolayı suç işliyor’ dediğinizde topluma kolay gelir. Böylece yönetemediğimiz, korktuğumuz şiddeti kendi içerisinde sınırlamış, yönetilebilir hale geliriz. Ama bu yanlış gerekçe, suç davranışıyla ilgili almamız gereken önlemleri engeller. Ciddi bir şekilde sarsmamız gereken bir takım toplumsal yargıları, tersine güçlendirir. Şiddeti daha da kontrolsüz hale getirir.”
Bireysel silahlanmanın artışı büyük tehlike
Yıldırım çok önemli bir konuya daha dikkat çekti: Bireysel silahlanma. Türkiye’nin birçok bölgesinde av yasağı varken her gün onlarca kişinin av tüfeği ruhsatı alması bunun işaretlerinden.
Yıldırım silahlanmanın kontrolden çıktığını düşünüyor: “Kaçak silahların nerede olduğuna ilişkin hiçbir bilgimiz yok. Türkiye suç örgütlerinin önemli bir yaşam alanı haline geldi. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, düzensizlikle karşılaşıldığında şiddet davranışını sınırlayacak toplumsal yargılar yeterli düzeyde çalışmaz. Bu toplumsal yargıları güçlendirecek kamusal bir takım tedbirler de sınırlı kalıyorsa o zaman karşımızdaki kaos geometrik oranda artmaya başlar.”
Madde kullanımı çok artıyor
Türkiye’de madde kullanımı kaygı verici düzeyde artıyor. Çok kolay ulaşılabiliyor. Bilhassa sentetik yapılı, ciddi sayıda bağımlılık yapıcı madde ortalıkta. Suç ortamları da yaratıyor.
Yıldırım maddeyle temasın kullanıcıda sadece suç eğilimini artırmakla kalmayıp zihinsel yapılarını da bozduğunu söyledi: “Gerek polisiye gerekse yargı tedbirleri mutlaka ve mutlaka alınmalı. Türkiye uyuşturucu kullanımı açısından, istasyon olmanın dışında çok önemli bir pazar haline geldi. Muhakkak kısıtlanması lazım.”
‘Ulusal seferberlik yapalım’
Yıldırım kamu iradesine ilgili her türlü bilimsel desteği sağlamaya hazır olduklarını vurguladı. “Biz bir ulusal seferberlik istiyoruz” diyen Yıldırım “Kamu kurumlarından bu alanda çalışan tüm bilim kuruluşlarına; üniversitelere, meslek derneklerine kadar bir araya gelelim ve gerçek yönleriyle tartışalım. Başta yargısal süreçlerle ilgili cezasızlığı azaltacak önlemlerden eğitime kadar her yönüyle konuşalım. Hele hele ‘ruhsal hastalığı olanlar suç işler’ gibi çok ağır bedelleri olacak, başka bir şiddeti tetikleyecek zaten yeterince zorlanan, tedaviden daha da uzaklaştıracak yanlış saptamalardan uzak duralım.”
İdam cezasını dillendirmek yanlış
İnfial yaratan hemen her olaydan sonra idam cezası yeniden gündeme geliyor. Yıldırım bunu yanlış buluyor:
“Şiddeti şiddetle çözmeye çalışmak, şiddeti yine toplumda var, kabul edilebilir kılmak, şiddet algısının güçlenmesine, kontrolsüzlüğe yol açabilecek ifadelerden biri. Şiddetle ilgili yapacağımız en önemli şey kabul edilebilir şekilde yaygınlaşmasına neden olan tüm söylemleri, bilimsel şekilde ele almamız ve ‘şiddete sıfır tolerans’ göstermemiz.
Şiddetle mücadele, okullardan kamu kurumlarına, ailelerden sosyal yaşamdaki her bir alana şiddetin kabul edilemez olduğuna dair ahlaki değer yargılarını yeniden tanımlamamızla mümkün olabilir. Biz tüm yapıları artan şiddete ilişkin acil hareketlenmeye çağırıyoruz.”
Kaynak: Diken – Mesude Demir
