Şair, eğitimci ve yazar Meral ŞENEL ile geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Aşka ve Barışa Susamışken” adlı şiir kitabı üzerine konuştuk.
M.B : Okurlarımıza Meral Şenel’ den kısaca bahseder misiniz?
Meral Şenel: Okurlarımıza, yaşamın tüm iyilik ve güzelliklerini cömertçe yaşamalarını dileyerek söze başlamak istiyorum.
1964′ te Sivas’ta doğdum. İşçi emeklisi baba ile ev hanımı annenin beş çocuğundan ikincisiyim. İlk, orta, lise eğitimimi Sivas’ta tamamladım. Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümünden 1987 yılında mezun oldum. Aynı yıl Diyarbakır Ergani’de göreve başladım. Diyarbakır ve İstanbul’un değişik okullarında çalıştım. Kartal Burak Bora Anadolu Lisesi’nde çalışırken emekli oldum. Görevdeyken bir süre izci liderliği yaptım. Demokratik kitle örgütlerinde görev aldım. Şu an yaşamımı İstanbul’da sürdürmekteyim.
M.B. : Kitabınızın adı ve içeriği ile ilgili okurlarımızla neler paylaşmak istersiniz?
Meral Şenel: Dünyanın birçok coğrafyasında kanlı savaşlar sürüp gitmekte ne yazık ki. Tüm canlıların en acil gereksinimi barış, sevgi ve aşktır. Bu nedenle kitabımın içeriğinde bu temaları işledim. Savaşta en ağır bedelleri ödeyenler en başta çocuklardır. Çocukların çektikleri acılar ağırlık kazandı.
M.B. : Sizin uzun yıllar süren, büyük bir emek ve özveriyle hazırladığınız “Savaş ve Çocuk” konulu araştırma – inceleme dizi kitabınızı beklerken “Aşka ve Barışa Susamışken” adlı şiir kitabınızı yayımladınız. Niçin önceliği şiirlerinize verdiniz?
Meral Şenel: “Savaş ve Çocuk” genel başlığı altında yaklaşık on, on beş yılı kapsayan araştırma inceleme çalışmalarım oldu. Bu içeriğin Türk ve Dünya edebiyatına yansımasına ağırlık verdim. Şiir, öykü, roman, tiyatro, müzik, resim vb. alanlarında dilimize çevrilmiş, ulaşabildiğim kitap, dergi gibi kaynakları taramaya çalıştım. 2000 – 2019 yılları arasında çalışmalarıma ara verdim.
Uzun yıllar Diyarbakır’da görev yaptım. Savaşa en yakından tanıklık ettim. Bir eğitimci olarak ağır mağduriyetler yaşayan çocukların, en azından dili olabilme arzusu, böyle bir kitabın yayınlanmasında itici bir güç oldu. Şiirin büyülü gücünden yararlanarak okuyucuya ulaşmak istedim.
“Sanatçı, çağının tanığıdır” şiarından hareketle, hem sevginin, aşkın güzelliği hem de barışın övgüsü bir arada okurlara sunulmuş oldu.
M.B. : Otuz yıllık Türkçe ve edebiyat öğretmenliğiniz süresince “Niçin okumuyoruz?” sorusuyla ilgili gözlem ve saptamalarınızı, bir iki cümleyle de olsa çözüm önerilerinizi kısaca bizlerle paylaşır mısınız?
Meral Şenel: Bu sorun çok farklı, aynı zamanda birbiriyle bağlantılı olumsuz etkenin doğurduğu bir sonuçtur. Siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel vb. boyutları olan bir sorun.
Siyasi boyutunun bir bölümüyle yola çıkalım. Ülkemizde darbelerin ve sıkıyönetimlerin hemen ertesinde kitap, dergi vb. sakıncalı bir unsur olarak lanse edildi. 12 Eylül’den sonra sağ-sol çatışmalarının okuma-yazma yüzünden çıktığı gibi bir algı oluşturuldu. Hele de bunları evde bulundurmak. Aman Yarabbim! Bu yüzden kitapları banyo kazanlarında yaktık, sularımızı ısıttık, bedensel temizliğimizi yaptık. Tabi en önemlisi zararlı siyasi fikirlerden arınmış olduk, çok şükür. Bir ölü gibi arka bahçemize, gece yarısı operasyonuyla kitaplarımızı, naylonlarla kefenleyip gömdüğümüz de oldu.
Kitap okursan araştırmaya, düşünmeye ve sorgulamaya başlarsın. Hiii! Çoook tehlikeli!
Ebeveynleri başta olmak üzere, çevresindeki yetişkinler kitap okumuyorsa, çocuk rol model olarak kimi alacak ki… Teste dayalı sınav sistemi, ezbere dayalı eğitim de cabası… Özetle bozuk düzen, sağlam çark atasözünde belirtildiği gibi…
Toplumumuzda yaygın habis bir anlayış var: “Kitap okumak için hiç boş zamanım yok. Ayrıca kitap alacak param da yok.”
Bu yanlış anlayışı derhal düzeltmemiz gerekiyor. “Kitap okumak için özel zaman ayırmayalım” biçiminde. Kütüphanelerin işleyişinden habersiz milyonlar var canım ülkemde.
Basından bizi gülümseten bir haber: “Çankaya Belediyesi temizlik işçileri çöpe atılan binlerce kitaptan kütüphane kurdu. İşlerinden arta kalan zamanda kitap okuduklarını belirten işçilerin, bundan hoşnut oldukları gözlemlendi.”
M.B. : Türkiye’de şair olarak yaşamak, şiirle uğraşmak neden bu kadar zahmetli?
Meral Şenel: Cumhuriyet öncesi ve sonrası tarihimiz bunun cevabını çok net ortaya koyuyor; Niyazi Mısri, Nesimi, Pir Sultan Abdal, Nef’i, Muhlis Akarsu, Metin Altıok….
Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Aziz Nesin gibi büyük şair ve yazarlarımız hapishanelerde yıllarını geçirmiştir. Sabahattin Ali, ülkemizin faili meçhul cinayetlerinden birisidir ne yazık ki…
Düşünürsün suç, yazarsın suç, çizersin suç, bestelersin suç…
Meral Şenel: İçimizin sesini, soluğunu, zenginliğini kısacası kendimizi kaybederiz. Tıpkı müzik dinlememenin kaybettirdiği gibi.
Birbirlerini tanımayanlar bile, beraberce şarkı söyleyen, şiir okuyan insanlar arasında çok sıcak ve çıkarsız duygusal bağlar oluşurmuş. Hani dünyanın neresinde olursa olsun iyi niyetli insanlarla karşılaştıklarında birbirlerini akraba gibi hissederlermiş ya…
İşte şiir okumazsak, duygu geçişini sağlamada zorlanırız. Yani şiir okumazsak, iletişim bağlarını koparmış oluruz.
Savaşan Dünya’nın orta yerinde şiir kardeşliği doğurur, besler ve güçlendirir. Bir Çerkez atasözü der ki; “Yeryüzünde kardeşler, her zaman aynı anadan babadan doğmazlar.”
M.B. : Kitabınızda yer alan şiirlerinizden seçtikleriniz üzerinde konuşmaya ne dersiniz?
Meral Şenel: Neden olmasın. Kitaptaki ilk şiirimle başlayalım.
A ÇOCUK
“Birazdan bir çocuk ölecek
Bir büyüğün elinden
Birazdan bir çocuk vurulacak
Bir askerin elinden
Birazdan bir çocuk nişangaha oturtulacak
Bir eşkıyanın elinden
Birazdan bir çocuk koşacak
Peşi sıra izci köpekleri
Birazdan bir çocuk oynayacak
Kurşun askerlerle
Biradan bir çocuk emekleyecek
Tarlalarda mayın
Birazdan bir çocuk doğacak
Anasından doğduğuna bin pişman olacak”
Bir çocuğun doğumunu ve ölümünü ironik bir biçimde ters kompozisyon düzeninde okuyucuya sunduğum şiirim. Oyuncağıyla, askeriyle, silahıyla, politikasıyla her türlü savaşın argümanlarıyla, çocuğun adım adım ölüme hazırlanışını paylaşmak istedim. Çocuklara yaşama şansı tanınmadığını, yetişkinlerin gözlerine sokarcasına anlatmaya çalıştım.
Evet şimdi sırada bir aşk şiiri var:
İLETİ
“ Siyah beyaz öpüşürken
Gökkuşağı çıkarabiliyorsan
Soyunurken buğday başağından
Kardan adam yapabiliyorsan
Gözlerinde zamanı durdurup
Havalanan bir tını olabiliyorsan
Tan vaktinin sisinde
Parıltımı görebiliyorsan
Anla ki seviyorsun
Tutku zirvede
Umarsızlık diz boyu
Bıçak keskin
Ses tiz
Yürek buz
Anla ki istenmiyorsun”
Karşıtlıkların oluşturduğu, mucizelerle çıkarsız sevinin güzelliğini, özgürlüğünü, ritmini, gücünü vb. sunmak istedim. Umarsızlık, ilgisizlik, içsel kopuş aşkı katlediyor. Sonuç, kaçınılmaz ayrılık.
Yaşamın hüzünlü yüzü diyebileceğimiz bir şiirle devam edelim:
KEMAN SESİ VE YANLIZLIKLAR RAPSODİSİ
“Tek tek yalnızların oluşturduğu
Çoklu kalabalığız
Biri diğerini kederinde ağlayan
Sistemli ve soylu bir hüzün var
Gözlerimizden tinimize sinen
Her ses hicabından susar
Keman başlayınca
Yalnızlığımız
Ellerimizden tutar usulca
Kavuşmaya çıkarken tutunduğumuz
Sarmaşık da kopar
Mutsuzluğa biçili giyitlerimizin
Sıkı dokunmuş kıvrımlarına
Özlemi gizleriz yaşama yayarak
Keman ağlatmaya kurgulu
Ulu açmazlarımız büyür de büyür
Ortada suç da suçlu da yokken
İçimizi oyan nedamet eşliğinde
Gözlerinden yaş
Kalplerden kan damlamakta
Tek tek yalnızların oluşturduğu
Çoklu kalabalığız
Biri diğerini acısını dindiren”
Tek tek yalnızların oluşturduğu çoklu kalabalıklar halinde sürüp giden bir yaşam ve bu yaşamda kemanın yeri. Kemanla insanın duygusal yakınlığı arasında güçlü bir bağ vardır. Birbirinin kederine ağlarken çıkan sesten daha hüzünlü bir ses vardır: Kemanın sesi…
İnsanoğlunun en kanlı eylemine tekrar dönüyoruz:
KİRLİ ÇAMAŞIRLAR SEPETİ
“Zalimin döktüğü kan
Dualar ve nurlarla
Arz-ı endam eyledi
Kirli çamaşırlar sepetinde
Ataş yanmış bedenlerin isiyle
Pek hoşnut karşılandı
Kirli çamaşırlar sepetinde
Her şeyin kirini yıkayan su
Boğduğu bebeklerin kokusuyla
Sıçradı her yana
Kirli çamaşırlar sepetinde
Celladın lime lime ipi
Utancıyla uğraşırken
Sığıştı bir köye
Kirli çamaşırlar sepetinde
Kılıç başsız çocuk çığlıklarıyla
Konfetilere kesildi baştan aşağı
Kirli çamaşırlar sepetinde
Dumanı üstünde delik demir
Domuz değil a canım
İnsan avında istirahate çekildi
Kirli çamaşırlar sepetinde
Kara kıta duurr’UN
Gözlerinde misyoner çaputu
Her gelene el pençe divan durdu
Kirli çamaşırlar sepetinde
Ot ve tozlarla sarmaş dolaş şırınga
Yer buldu kendine
Kirli çamaşırlar sepetinde
Gözlerini yana çekiştiren atom bombası
Gülmekten öldürdü vallahi
Kirli çamaşırlar sepetinde
Sabaha dahi çıkamayan
Çocuk gelinin ihtiyar kocası
Zılgıtlarla karşılandı
Kirli çamaşırlar sepetinde”
En ilkelinden en modernine kadar tüm silahların tarihsel süreçteki kullanım sıralarına resmi bir geçit yaptırdım. Çağdışı kimi gelenek ve göreneklerinin en acımasız ve en onur kırıcı biçimde hala yaşatılıyor olması insanlığın yüz karası. Uyuşturucuyla söndürülen yaşamlar, kazanılan kirli kanlı ve ballı milyar dolarlar…
Bu şiirde aşka ve barışa ne kadar susadığımızı dilim döndüğünce kara mizahla anlatmaya çalıştım. Zalime karşı duruş noktasında, mazlumun yanında olmanın onuruyla yüreğimi biraz olsun serinletmeye çaba harcadım.
Meral Şenel: Çağdaş hümanizma; ilerici, aydın sanatçılara barışın her daim korunması, savunulması konusunda sorumluluklar yüklemekte. Elbette bir kitapla, savaşan dünyada silahları susturamam ama barışa hizmet etmek kişisel olarak benim sorumluluğum.
M.B. : Sayın Meral Şenel öğretmenim, bizi kırmayıp röportaj verdiğiniz için size çok teşekkür ediyoruz. Emeğinize, yüreğinize sağlık.
Meral Şenel: Asıl ben teşekkür ederim, bana bu fırsatı verdiğiniz için. Tüm okurlara esenlikler diliyorum.
