Habertürk TV Yayın Koordinatörü Kürşad Oğuz’un, Lübnan kökenli Fransız Yazar Amin Maalouf ile gerçekleştirdiği söyleşi, geride bıraktığımız yılın iyi gazetecilik işlerindendi. 25-26 Aralık 2019 tarihlerinde Habertürk’ün internet sitesinde de yayımlanan söyleşide Maalouf’un söyledikleri, dünyanın önemli sorunlarına dair konuşma ve tartışma imkanı sunuyor.
‘Yeni Dünya Düzeni’nin tarihin sonu olduğuna dair iddialı söylemlerin artık sahiplerince bile savunulamadığı bir dönemin ardından Maalouf, geçtiğimiz yıl okurla buluşan ‘Uygarlıkların Batışı’ ile, yeni bir dünyanın kaçınılmazlığına dikkat çekmişti. Söyleşi de son kitabına dair soruyla başlıyor ve Maalouf şöyle yanıt veriyor: “Dünyanın battığına inanıyorum ama yeni bir dünya kaçınılmaz olarak doğacak. Biz ikisi arasındaki safhadayız şu an. Dünün dünyasının yok olduğunu görüyoruz, yarının dünyasının ne olacağına dair de fikirlerimiz var.”
Yazarın, ‘Sen çok daha iyi olacağını mı düşünüyorsun?’ sorusuna yanıtı ise şöyle: “Garantisi yok tabii ama çok mümkün. Bu bize bağlı. Değişmekte olan dünyayı, insanlığı oluşturan farklı unsurları, küreselleşmeyi ve teknolojik gelişmeyi iyi yönetmeyi başarırsak, yeni dünya şüphesiz çok daha iyi olacak.”
Maalouf, yeni bir dünyanın inşasına dair konuşurken şunları da söylüyor: “Dediğim gibi batış, dünyanın sonu değil. Batıştan sonra dünyayı yeniden inşa etmemiz gerekecek. Ve dünyayı yeniden inşa etmek, yeniden düşünmek için edebiyata ve kültüre çok ihtiyacımız var.”
Demokrasiye ve temsil sistemine ilişkin söylediklerini de not edelim: “Temel demokrasi fikrinde sorgulanacak bir şey yok. Ama demokrasinin işleyişi bugün bir mesele. Bugün insanlar sosyal ağlar ve yeni araçlar sayesinde kendilerini çok daha fazla ifade edebiliyorlar. Belki bu yüzden, her üç-dört yılda bir gidip oy vermekle yetinmekten tatmin olmuyorlar. Daha fazlasını istiyorlar.”
Maalouf’un saptamalarında dünyanın içinde bulunduğu hali tanımlarken, verili dünya sistemine yönelttiği eleştiriler ve yeni dünya arayışı ile o arayışın sınırları yan yana duruyor. Küreselleşmeye eleştiriler yöneltirken, bizi yine küreselleşmenin sınırları içinde, onu düzeltme imkanları üzerinde tartışmaya davet ediyor. Dahası orada bırakıyor.
Örneğin, “Arap dünyasında bir dönem sosyalizmin yaşandığı, ‘proleter’ kelimesinin farklı etnisite ve dinden insanlar arasında bir bağa dönüştüğüne” dair saptamasını hatırlatan Oğuz’a, şu yanıtı veriyor: “Sadece Arap dünyasında değil pek çok bölgede Marksist hareketlerin azınlıkları bir araya getirdiği doğru. Hatta bu azınlıklar başka siyasal hareketlerde kendilerine hiç yer bulamadılar. Mesela Irak’ta komünist partide yer alan azınlıkları bugünün siyasal partilerinde görmeniz çok zor. Bu, komünist hareketlerin veya ülkelerin hatalarını görmemizi engellemiyor tabii. Tarih zaten buna cevabını verdi ve geri dönemeyiz.”
Yani ‘Küreselleşmeyi iyi yönetmeliyiz’ diyor ama sosyalizmin yaşanmış pratikleri içindeki sorunların aşılması onun açısından ihtimal dahilinde bile durmuyor; ‘geri dönemeyiz’ paranteziyle onu bir kenara bırakıyor.
Düşünme ve tartışma zemini küreselleşmenin iyi ve kötü versiyonları arasına sıkışınca, küreselleşmenin temel aktörleri de aynı ölçütler içinde yer buluyor Maalouf’un düşüncesinde: “Soğuk Savaş’ın bitiminde yine bir Batı gücü yani ABD en merkezi rolü üstlendi. Tek süper güç dedik. ABD’nin de bu rolü layıkıyla yerine getirdiğini söyleyemeyiz. ABD yapması gerektiği gibi yapmadı, davranması gerektiği gibi davranmadı. Yine de hatalar paylaşılmalı…”
Trump dönemi ABD’si ile Obama dönemi ABD’si arasındaki göreli farklardan söz edebiliriz. Ama bu farklar ABD’nin kapitalist ve emperyalist güç olma özelliğini, bu özelliğin belirlediği ilişkiler sistemini değiştirir mi? Sayısız ülkenin bütçesinden büyük güce sahip ticari şirketlerin üzerinde yükselen bir ABD’den söz ediyorsak, dünyanın birçok yerinde görebileceğimiz ABD bayrağının da ‘başarılı bir ticari şirketin flaması’ olmanın ötesinde, gerçekten özgürlük vaat edebilecek bir potansiyele sahip olduğuna nasıl inanacağız?
Marx, 1875 yılında yazdığı ve 1890’da yayımlanan Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde kavramları tek tek tartışırken, “Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı iktisadi gelişmeden daha yüksek olamaz” der ve ironik bir dil kullandığı notlarını, “Söyledim ve ruhumu kurtardım” diye bitirir. Marx’ın Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi adlı kitabı, kavramları tartışma yöntemi bağlamında bir baş yapıt özelliği taşır.
Goran Therborn’un, Şirin Tekeli tarafından Türkçeye çevrilen ‘Sermaye Egemenliği ve Demokrasinin Doğuşu’ da verili temsili demokrasi sisteminde demokrasi adına kazanılan her hakkın, sermaye egemenliğine karşı verilen mücadeleler ile kazanıldığına döne döne vurgu yapar.
Maalouf’un düşünce sistematiğinde sınıfsal bağlamlar ve güç ilişkileri, yerini niyetlere bırakıyor. Uygarlığın geldiği noktaya dair doğru saptama ve eleştirilerin sonrasında, küreselleşmeyi aşan, kendisini yeni sütunlar ve kolonlar üzerinde bir ideolojik mimari ile inşa eden bir teze de bu nedenle ulaşamıyor.
Kaynak: EVRENSEL
