Erdoğan’ın diğerlerinden farkı daha fazla savaşarak gidiyor olması ve kendisini projenin başına getirenlerin artık kendisinden ümidi kesmiş olmalarıdır.
Bu paragrafı yazdıktan sonra yine bu yazının bir dizi türüne dönüşeceği ortaya çıktı. Bunun nedeni de bu projenin esasında çok insanı harcadığı gerçeği ve sıranın Erdoğan’a gelmiş olması. Erdoğan’ın diğerlerinden farkı daha fazla savaşarak gidiyor olması ve kendisini projenin başına getirenlerin artık kendisinden ümidi kesmiş olmalarıdır. Ortada baştan söylemem gereken olay, Erdoğan ve arkadaşlarının Necmettin Erbakan’a karşı gelme nedenleri daha demokrat olmaları değil, bu projeyi Erbakan’ın kabul etmemiş olmasıdır. Kısacası Erdoğan oraya beceriyle değil, seçilerek getirtilmiş birisidir.
12 Eylül diktatörü Kenan Evren esasında bunu “Biz aydınlarımıza düşünmeyin demiyoruz, sadece düşündüklerini başkalarına söylemesinler yeter.” diyerek tek tümceyle çok güzel açıklamıştı. Bu tümce durup dururken söylenmemişti, daha sonra Aziz Nesin ve arkadaşlarının Aydınlar Dilekçesi basına verilince Evren Manisa konuşmasında “Biz çok aydın gördük, vatan hainliği yaptılar. Son Padişah Vahdettin aydındır. Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ben ne yapayım öyle aydını?” dedi. Bunun üzerine Aziz Nesin Kenan Evren’e dava açılmasını önerdi ancak sayı 3-4 kişiyi geçmeyince tek başına açtı ancak sorumsuz olduğu için cumhurbaşkanına dava açılamayacağı söylendi ve dava gerçekleşemedi. Aziz Nesin Kenan Evren’e yanıt olarak Aydınlar Dilekçesi davasında “Vahdettin’in aydın olup olmadığı tartışılır ama devlet başkanı olduğu kesindir” dedi.
Evren’in en büyük özelliği Mustafa Kemal’i savunuyormuş gibi yapıp her konuşmasında Kur’an-ı Kerim’den bir ayet okumasıydı. 4 Kasım 1982’de Eskişehir’de yaptığı bir konuşmasında “Mal sahibi, mülk sahibi ve soruyor Yunus Emre, hani bunun ilk sahibi diye. İlk sahip, bu kainatı, dünyayı yaratandır. Yarattığı malın, mülkün onlardan istifade edecek kullarının ihtiyaçlarına yöneltilmesini yaratan istememiş mi? Sizlere en çok bilinen bir hususta bir misal vereyim, dinimizde tarımsal bakımından bir mecburiyet yok iken, meyve veren bir ağacı kesmek haram değil midir? Bir düşman toprağında düşmanın meyvalı ağacına bile dokunulamaz, dinimiz bunu böyle emrediyor.” diye bir açıklama yapıyor. Anlamayabilirsiniz, çok zorlamayın kendinizi, elektronik konuşma aleti bozulunca Erdoğan bu kadar da konuşamıyor.
12 Eylül sonrası Murat Belge yönetiminde çıkan “Yeni Gündem” Dergisi’nde Taha Parla “1980-86 yönetimleri klasik Kemalist laiklik ilkesini hiç değilse kısmen ve fiilen terketmişler; dini, devletin gözetiminde tekrar kamu yaşamanın hattâ siyasi yaşamın sınırları içine almışlardır. Din, ama belli bir tür din ve dinsel gruplar, toplumda zaaf noktasından kuvvet noktasına geçmiştir.” diye yazıyor. 80-86 yönetiminin tamamında önce başbakan yardımıcısı, sonrada başbakan olarak Turgut Özal vardır ve bu grup Türkiye tarihinde ilk kez “Takunyacılar” diye adlandırılır.
Rabıta’nın işlemi bu kadarla kalmaz, ODTÜ ve Ankara Üniversitelerine camii, TBMM Camii, Kocatepe Camii yapımlarına maddi katkı sunmuştur ve ayrıca var olan camilere de Kültür Merkez’leri açmıştır.
Bütün bunlar olurken dinciliğin asker içine de yerleştirilmesi planı unutulmamalı. Sonraki yazımda emekli Tümgeneral Mehmet Boğuşlu’nun çalışmalarını ve Turgut Özal dönemini yazacağım.
Bir projeydin, şimdi ‘bitik proje’sin Erdoğan (2)
Boğuşlu’nun önemli özelliklerinden biri de hem Kıbrıs Barış Harekatı’nda 6. Kolordu’nun kurmay başkanlığını yapmış olması hem de 78’deki Kahramanmaraş Katliamı’na müdahale eden son ekibin başı olmasıdır. Son olarak da Harp Akademileri komutanlığı yapmıştır. Şimdi devreye başka birisi giriyor, önceki genelkurmay başkanlarından İlker Başbuğ. Başbuğ da bir açıklamasında “Yüzde 99’u müslüman olan bir ülkede. İmam hatiplerin kapatılması cumhuriyet tarihinin en yanlış noktalarından biridir…” İlker Başbuğ’un iddiası İmam Hatip’lerin aydın din adamı yetiştirmek için açıldığı ve kapatılmasıyla beraber tarikatların çoğalması. Matematik, fizik, kimya, biyoloji, edebiyat, felsefe, sosyoloji, geometri gibi dersleri okumayan birisinin ne kadar aydın yetişeceğini kestirmek benim için zor, İngilizce yerine Arapçayla ne kadar aydın olunur, ne yalan söyleyeyim, ben yok anlamak. Bunların arkasından da önceki genelkurmay başkanı Hulusi Akar’a geldiğimizde cami yaptıran bir genelkurmay başkanı ve AKP bakanı bir komutan görüyoruz.
Eski kara kuvvetleri komutanlarından Aytaç Yalman da ilginç bir kişilik, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiş komutan, Jandarma Genel Komutanlığı’ndan Kara Kuvvetleri Komutanı olmuş ilk subay ve daha kıdemli olmasına karşın elenen komutan Edip Başer. Yalman’ın anılarına göz attığımızda nedeni çok açık ortaya çıkıyor: “Size kimya öğretmenimiz Albay Zeynel Abidin Işık’tan bahsetmek isterim. Bir kimya hocası olmanın yanında değerli bir din adamı imiş. Biz bunu o tarihte bilmezdik. Derslerin yarısında Peygamber Efendimizin hayatı ve yaptığı savaşları anlatırdı. Bizim açımızdan bir problem yoktu. Okul komutanlığı da herhangi bir rahatsızlık duymazdı. Biyoloji hocamız Binbaşı Hakkı Alpacar Çengelköy Camii’nde gizlenerek namaz kılmayanları takip eder ve bunu notlarına yansıtırdı. Onu da rahmetle anıyorum.”
Bu anı size önemsiz gibi gelebilir ama gerçek pek de öyle değil, ordu bildiğimiz kadar laik olduğu söylenen bir ordu değil esasında, içinden tarikat çıkarmış bir ordu var karşımızda. Hüseyin Hilmi Işık da aynı Zeynel Abidin Işık gibi askeriyede kimya öğretmenliği yapmış ve Işıklar Cemaati’nin kurucusu olmuştur. Türkiye Gazetesi’nin eski sahibi Enver Ören de askeri öğrencidir ve yaşadığı sürece Işıklar Tarikatının önemli bir kişisidir hem de Hüseyin Hilmi Işık’ın damadıdır. Oldukça laik bir orduymuş, değil mi?
Bu iş nereye kadar mı geliyor, Hürriyet Gazetesi el değiştirdikten sonra gazetenin başına getirilen ve geçtiğimiz günlerde pasifize edilen Mehmet Soysal bugüne dek hep Işıkçılar cemaatinin yayın organlarında çalıştı.
Esasında biraz daha gerilere gitmek istiyorum. Hani bilhassa son dönemde herkesin ortak söylediği bişey var ya “Erdoğan bütün bakanlıklara dindarları doldurdu” diye, oysa bu olay çok daha önceden, 1974 yılında kurulan CHP-MSP koalisyonu zamanında başlıyor. Necmettin Erbakan’ın başbakan yardımcısı olmasıyla beraber bakın hangi bakanlıklar dindarlara veriliyor: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, verilen başka bakanlıklar da var ama en önemli 2 bakanlıkta kadrolaşma taa o zamandan başlıyor.
Kenan Evren’den Mehmet Boğuşlu’ya oradan da demokrasiye geçiş adına yapılan seçimi kazanıp hükümeti kuran ANAP genel başkanı Turgut Özal’a geldiğimizde zincirleme İslam’a geçişi görüyoruz esasında. Proje her tarafta devam ediyor ve halkın diliyle “Takunyalılar” dönemi başlıyor. Sonraki yazıda da Özal ve devletin dinselleştirilmesi bölümünü yazacağım.
Kaynak: Artı Gerçek
