Özgür Denizli

Covid-19: Uygarlığın kendisiyle imtihanı – Ergin Yıldızoğlu

BEIJING, CHINA - FEBRUARY 28: A Chinese member of the local neighbourhood committee wears a protective mask as she controls entry and exit of a residential building on February 28, 2020 in Beijing, China. The number of cases of the deadly new coronavirus COVID-19 being treated in China dropped to below 40000 in mainland China Friday, in what the World Health Organization (WHO) declared a global public health emergency earlier in the month. China continued to lock down the city of Wuhan, the epicentre of the virus, in an effort to contain the spread of the pneumonia-like disease. Officials in Beijing have put in place a mandatory 14 day quarantine for all people returning to the capital from other places in China. The number of those who have died from the virus in China climbed to over 2791 on Friday, mostly in Hubei province, and cases have been reported in other countries including the United States, Canada, Australia, Japan, South Korea, India, Iran, Italy, the United Kingdom, Germany, France and several others. The World Health Organization has warned all governments to be on alert and raised concerns over a possible pandemic. Some countries, including the United States, have put restrictions on Chinese travellers entering and advised their citizens against travel to China.(Photo by Kevin Frayer/Getty Images)

Hızlı teknolojik gelişmelerin üretkenlikte beklenen artışı getirmemesi (üretkenlik paradoksu), kronik düşük büyüme ve borç yüküne karşı dünya borsalarındaki hızlı yükseliş de bu dönemin bir özelliğidir. Bu teknolojik ve ekonomik zemin üzerinde jeopolitik krizlerin, bunların ürettiği göçmen ve sığınmacı dalgalarının yoğunlaştığını görüyoruz

Koronavirüs (Covid-19), salgını hızlanarak bir küresel pandemiye dönüşüyor. Bu olayı, ortaya çıktığı dönemin özelliklerini göz önüne aldığımızda “uygarlığın kendisiyle imtihanı” olarak düşünebiliriz.

Dönemin özellikleri

Covid-19, uygarlığın “özel” bir döneminde ortaya çıktı. Bu “özel” dönemin adını koyamadığım için, onun ayırt edici özelliklerini kısaca betimlemeye çalışacağım.

İlk sırada, 1990’ların ortasından bu yana gelişmesi hızlanan internetin, bilişim ağlarına bağlı sistemler üzerinden toplumun, sosyoekonomik dokusunun ayrılmaz parçası haline gelmesidir. Bunu tedarik zincirlerine, sosyal medya kullanımındaki patlamaya, büyük veri ve algoritmaların hızla gelişen, yaygınlaşan bir yeni sermaye “birikim tarzı” yaratmaya başlamasına, kitle izleme, denetleme, disiplin, siber savaş araçlarına dönüşmesine bakarak görebiliriz.

Hızlı teknolojik gelişmelerin üretkenlikte beklenen artışı getirmemesi (üretkenlik paradoksu), kronik düşük büyüme ve borç yüküne karşı dünya borsalarındaki hızlı yükseliş de bu dönemin bir özelliğidir. Bu teknolojik ve ekonomik zemin üzerinde jeopolitik krizlerin, bunların ürettiği göçmen ve sığınmacı dalgalarının yoğunlaştığını görüyoruz.

Düşük büyümenin, borç yükünün özellikle, muhafazakâr ideolojilerin “kuluçka makinesi”, orta ve küçük işletmeleri, yok olma korkusunun yaygınlaştığı geleneksel sanayi dallarında çalışanları vurması, göçmen gelişinin kültürel ekonomik basıncıyla birleşiyor, “Yeni Faşizmin” tırmanışını hızlandırıyor.

Bu resme, ormanların tarıma, madenciliğe, imara giderek daha çok açılmasını, küresel ısınmanın iklim krizine dönüşmesini de (yangınlar ve su baskınları, kasırgalar ve birçok ekosistemin altüst olması) eklemek gerekir. Bu resmi, hızlı kentleşmeyle, göçlerle birleştirdiğimizde karşımıza, dönemin bir özelliği daha çıkıyor: SARS, MERS, kolera, H1N2, Ebola, Zika, domuz gribi ve covid-19 gibi ülke sınırlarını aşan, bölgesel ve hatta küresel çapta yayılabilen bulaşıcı hastalıklar.

Covid-19 sınavı

Covid-19’un ekonomik etkilerine ilişkin korkular, geçen hafta dünya borsalarında paniğe dönüştü; yüzde 15’e varan düşüşler yaşandı, toplam 6 trilyon dolar silindi. Bu hafta başında merkez bankalarının devreye gireceklerini açıklamalarıyla, borsalarda başlayan toparlanma kısa sürdü. Diğer taraftan, MB’lerin parasal genişleme, faiz indirimi gibi önlemleri, belki borsaları geçici olarak rahatlatır, ama kopan tedarik zincirlerini yeniden kuramaz; Covid-19’un turizm, eğlence sektörü ve emek piyasaları üzerindeki etkilerini bastıramaz. Parasal önlemlerin, düşük verimlilik ve kârlılık ortamında, belirsizlik sürdükçe yatırımları teşvik etmesi, orta ve küçük ölçekli işletmelerin Covid-19’dan kaynaklanan sıkıntılarını hafifletmesi de olanaklı değil.

Kültürler, cinsel tercihler arasındaki çelişkileri, düşmanlıkları körükleyen sosyal medya ortamında, Covid-19’un getirdiği belirsizlik, ırkçı, yabancı düşmanı duygulara uygun komplo teorilerini yaygınlaştırıyor. Yönetici seçkinlere, ana akım medyadaki haberlere güven geriledikçe faşizmin tırmanışı hızlanıyor. Devletlerin, salgını kontrol altına alma çabaları da, Çin örneğinde olduğu gibi ister istemez, izleme, disiplin ve cezalandırma teknolojilerini geliştirerek totaliter eğilimleri güçlendiriyor.

Bu sırada, göçmenleri koz olarak kullanıp insan yaşamıyla kumar oynayanlar, faşist propagandanın Covid-19 ile yabancılar arasında ilişki kurmasını kolaylaştırarak adeta ateşe benzin döküyor. Fransa’da bir yerel gazete “Sarı tehlike mi? (Le péril jaune?)” başlığı atabiliyor, İtalya’da Çinlilere, Yunanistan’da sığınmacılara yönelik saldırılar yaşanıyor. Der Spiegel ve The Economist, Çin’i sorumlu tutan kapaklarla çıkabiliyorlar. Londra’da, Asyalı bir genç, “Ülkemizde virüs istemiyoruz” diye bağıran bir grup tarafından sokak ortasında darp ediliyor. Avrupa’da faşist şiddetin tırmanma hızı artıyor.

Böyle bir iklimde, zaten yüzde 2.9 ile resesyon sınırında, seyreden küresel büyüme hızı, OECD’nin öngördüğü gibi, yarı yarıya azalarak yüzde 1.5’e gerilerse dünya bir ekonomik ve finansal girdabın içine düşer, insanlık çok büyük toplumsal çalkantılarla yüz yüze kalabilir.

Kaynak: Cumhuriyet

 

Exit mobile version