Özgür Denizli

Floyd ve Kurkut: Bu genelge uygulansa bilmeyecektik

Dünyadaki ‘en büyük gazeteci hapishanesi’ olan Türkiye’de Emniyet Genel Müdürlüğü son genelgesiyle sokakta görüntü ve ses almasını yasakladı. Gazetemize konuşan basın örgütleri ve gazeteciler karara tepkili

İnan Kızılkaya

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, sansür, öldürülen gazetecileri anmak ve basının demokrasideki rolünü hatırlatmak amacıyla 1993 yılında 3 Mayıs tarihini Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak ilan etti. Söz konusu gün, geçtiğimiz dönemlerde olduğu gibi bu yılda da gazeteci ve meslek örgütlerine yönelik baskı, sansür, erişim engelleri ve kapatmalar ile karşılanıyor. Bu tablonun en ağır yaşandığı ülkelerin başında ise Türkiye geliyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün “Dünya Basın Özgürlüğü 2020 Endeksi”ne göre Türkiye 180 ülke arasında 154’üncü sırada. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin (DFG) “2020 Yılı Gazetecilere Yönelik Hak İhlalleri Raporu”na göre de Türkiye’de halen en az 90 gazeteci tutuklu bulunuyor. Aynı rapora göre geçtiğimiz yıl ülkede erişim engeli getirilen haber sayısı ise bin 960. Gazeteciler Cemiyeti’nin Özgürlük için Basın Projesi’ne göre ise, Mart sonu itibariyle toplam 70 gazeteci cezaevinde bulunuyor.

Yine Uluslararası Pen Yazarlar Birliği’ne bağlı Pen America (Freedom To Write 2020), yayınladığı 2020 yılı Yazma Özgürlüğü raporunda dünyada en fazla aydının hapsedildiği Çin ve Suudi Arabistan ile birlikte üç ülkeden birinin Türkiye olduğunu açıkladı.

Son genelge

Son olarak 27 Nisan’da Emniyet Genel Müdürlüğü, (EGM) yayımladığı bir genelge ile toplumsal ve adli olaylarda görüntü ve ses kaydının alınmasını yasakladı. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş’ın imzasıyla yayınlanan genelgede, polisleri kaydeden kişilerin engellenmesi ve haklarında adli işlem yapılması gerektiği belirtildi. Karara gerekçe olarak “özel hayatın gizliliğinin ihlali” gösterildi ve ses ve görüntü kaydı alınmasının, kolluk personelinin görevini yapmasını engellediği öne sürüldü.

1 Mayıs Bayramı’nı kutlamak için sokağa çıkan yurttaşlara sert müdahale eden ve basın çalışanlarının görüntü almasını ve görevini yapmasını engelleyen kolluk güçleri, Türkiye’de her geçen gün artan baskı ortamını bir kez daha ortaya koydu. Medyanın tamamına yakınını kontrolüne alan iktidar buna rağmen muhalif basında ve sosyal medyada çıkan ‘aykırı sesleri’ engellemek için hem yargı hem idari hem de kolluk gücüyle baskılarını sürdürüyor.

Medya kurumları, gazeteciler ve akademisyenler, son genelge ışığında Türkiye’deki durumu gazetemize değerlendirdi.

‘Polis kamu görevlisi’

Genelgede açık olarak medyayla ilgili herhangi bir ifadenin olmadığını söyleyen Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, “Genel olarak polislerin görüntüsünün alınmasıyla ilgili ifadeler var. Anayasa ve kişilik haklarına aykırı olduğunu söylüyorlar. Oysa birinci tarafı basın özgürlüğü tarafı. Bir defa gazetecilerin çalışması hiçbir şekilde engellenemez. Haber yapmaları engellenemez. Bu anayasal özgürlüğümüz bizim. Bunu yapmadığımız zaman polislerle ilgili herhangi bir haber yapamamamız anlamına gelir. Bunun engellenmesi, baskı altına alınması, sansürlenmesi anlamına gelir. Bu kabul edilemez. İkinci tarafı polisler herhangi bir özel kişi değil. Polisler kamu görevlisi, üstelik de kamusal alanda kamu görevi yapıyorlar. Yani burada kişilik hakları gerekçesi olamaz” dedi.

‘George Floyd olayı’

Kamuoyuna açık yerlerde görüntü alınmasının engellenmesinin kabul edilemez olduğunu belirten Bildirici, “Eğer polis suç işlemeyecekse, bir yanlış yapmayacaksa zaten görüntü alınmasından kaygılanmasına gerek yok. Bunun engellenmesi bence polisin şiddet uygulaması, insanlara yanlış yapması, suç işlemesinin örtülmesi için bir çaba anlamına geliyor. Yani tamamen polis suçlarını örtme çabası, bu başka bir şey değil. Çünkü şuna bakalım: Türkiye’de işte Kemal Kurkut olayı. Gazeteci onu ortaya çıkarmasaydı, o görüntü alınmasaydı, ne olacaktı? O insan sanki üstüne bir bomba varmış gibi işlem görecekti. Polisin yaptığı orada örtülecekti. İkincisi ABD’de George Floyd olayı. Orda da vatandaşlar çektiler. O görüntü çekildiği içindir ki, polisin cinayet işlediği ortaya çıktı. O nedenle bu resmen suçu örtme çabası. Polisin işleyeceği suçları, yanlışları, insanlara uygulayacağı şiddeti örtme çabası başka bir şey değil yani” dedi.

‘Gerçekleri gizleme amacı’

DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren, genelgenin Anayasa’ya, demokrasiye, basın ve ifade özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına karşı olduğunu belirterek; “Genelgenin ne anlama geldiğini 1 Mayıs günü gördük. İktidar sokakta hak arayanlara karşı uyguladığı zulmün, doğaya verdiği zararın görülmesini istemiyor. Erdoğan iktidarı yaygın medyanın büyük çoğunluğunu ele geçirdi, sadece kendi istediklerinin yayınlanacağını sanıyorlardı. Oysa alternatif medya daha etkili hale geldi. Kamuya gerçekleri onlar duyuruyor. Şimdi bunun da önüne geçmeye çalışıyorlar” İfadelerini kullandı.

‘Yüksek sesle itiraz edilmeli’

İfade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün temel bir insan hakkı olduğunu ve hangi hallerde kısıtlanacağı uluslararası standartlarla belirlendiğini vurgulayan Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim üyesi Dç. Dr. Ceren Sözeri, “Kamusal alanda gerçekleşen polis şiddeti de dahil olmak üzere bir eylemin görüntülenmesi ne ulusal ne de uluslararası düzenlemelerle kısıtlanamaz. Kaldı ki bir genelgeyle asla kısıtlanamaz” dedi.

Genelgenin gerekçesinde belirtilen “Özel hayata saygı hakkı” ve “Kişisel verilerin korunması”nın amaçlanmasını yorumlayan Sözeri, “Özgürlüklerin kısıtlanması söz konusu olduğunda hep bu denli ilgisiz gerekçeler öne sürülüyor. İnternette sansür için de çocuk pornosunun engellenmesi gerekçe gösterilmişti. Geçen yaz 5651 sayılı İnternet Kanunu’na getirilen düzenlemelerde de benzer şekilde özel hayatın korunmasının amaçlandığı söylendi, Temmuz ayından bugüne yolsuzluklarla ilgili hemen her haber sulh ceza hakimlikleri kararıyla kaldırılıyor. Hatta kaldırılma haberleri bile kaldırılıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Sözeri son olarak, “Eğer yüksek sesle itiraz edilmez ve geri çekilmesi için yeterince mücadele verilmezse gazetecilerin de sokakta haber yapma imkanları ortadan kalkacak. Umarım gazetecilik örgütleri ve toplum kadar muhalefet partileri de tehlikenin farkındadır” uyarısında bulundu.

‘Şiddet gizlenmek isteniyor’

Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu ise iktidar yarattığı hukuksuzluğu gizlemek adına basına ket vurmaya çalıştığını söyledi. 2016 darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile birlikte 200’ü aşkın medya kuruluşunun kapatıldığını hatırlatan Müftüoğlu, “Belli ki bu da yetmedi. Şimdi de polis şiddetini gizlemek adına böyle bir genelge çıkarılıyor. Tamamen hukuk dışı. Gösterilen gerekçe de çok anlamsız. Çünkü aslında burada toplumsal olaylarda polisin uyguladığı şiddeti gizlemek istiyor, Emniyet Genel Müdürlüğü. Buna dair hem özgür hem de muhalif basında genişçe yer alıyor hem de sosyal medyada büyükçe bir tepki oluşabiliyor buna dair ve yaygınlaşabiliyor. Bunun önünü almaya yönelik bir adım olarak tanımlamak mümkün” ifadelerini kullandı.

Gerekçede belirtilen “özel hayatın gizliliği”ne yönelik Müftüoğlu, “Orada bir toplumsal eyleme dair müdahale söz konusu. Gazetecilerin o bölgede çekim yapması o kişilerin işini engelleyebilecek bir durum değil. Ne yazık ki Türkiye’de, hukuk ve yargıdan söz edemiyoruz. Polis şiddeti de ne yazık ki büyük oranda cezasızlıkla sonuçlanıyor. Öyle bir şey ki artık bu duruma dair tek bir kanıtın ortada kalmasını istemiyorlar” değerlendirmesinde bulundu.

Kurkut’un öldürülmesi

2017 Diyarbakır Newrozu’nda polis kurşunuyla ölen Kemal Kurkut örneğini veren Müftüoğlu. “Valiliğin açıklamasıyla canlı bomba olarak lanse edilmişti. Halbuki Abdurrahman Gök’ün çektiği fotoğraflarda açık bir şekilde çıplak olduğu, üzerinde herhangi bir şey barındırmadığı ve alana girmek isterken polis tarafından engellenmesi ve ardından öldürülmesi gibi bir gerçeklik vardı. Ve fotoğraflarla kanıtlanmıştı. Şu an emniyet bu tarz vakaların görülmesini istemiyor. Uygulanan şiddete dair tek bir kanıt, toplumu aydınlatacak, gerçeği açığa çıkaracak tek bir kanıt istemiyor. Bu genelge de bunun nişanesidir. Ama buna rağmen gerçeği takip etmeye devam edeceğiz, meslek örgütleri olarak da bunun karşısında olmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

‘Faili meçhullerin önü açılıyor’

Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu (MKGP) Sözcüsü Ayşe Güney de genelge ile yapılmak istenenin kolluk aracılığı ile topluma uygulanan baskı, kötü muamele ve şiddetin üstünün kapatılması olduğuna dikkat çekerek, “Gazetecinin haber yapma hakkı ve toplumun haber alma hakkının da engellenmek istendiği açık. Sosyal medya günümüzde çok aktif ve milyonlara anında ulaşabilinir bir mecra. Bu mercanında etkisi kırılmak isteniyor. Bu yasakla kolluk istediği gibi davranabilir ve korkusuzca ölümlere dahi sebep olabilir. Bu genelge faili meçhul katliamlarında önünü açacak kaygısı taşıyorum. Biz gazeteciler bedeli ne olursa olsun yazmaya ve çekmeye devam edeceğiz. Topluma gerçekleri ulaştıracağız. Yasaklara asla boyun eğmeyeceğiz.”

‘Genelge yürürlükten kalksın’

RSF Türkiye Temsilcisi ve Bianet sitesi medya özgürlüğü raportörü Erol Önderoğlu genelgenin yasakçı zihniyetin ürünü olduğunu vurgulayarak; “Emniyet Genel Müdürlüğü’nün genelgesi, polis mücadelelerini çekmede yurttaşlara yasak getiriyor izlenimi verse de daha şimdiden resmi basın kartı olmayan tüm medya temsilcilerini görev yapmaktan alıkoymaya başladı. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye, bu düzenlemede Fransa’yı örnek aldı. Ancak hak ihlallerini belgelemek ve orantısız gücün kamuoyuna yansıtılması ne Fransa, ne Türkiye, ne de dünyanın başka bir bölgesinde ‘özel yaşam’ veya ‘kişilik hakları’ bahanesiyle yasaklanabilir. Genelgenin yürürlükten kaldırılmasını istiyoruz” şeklinde konuştu.

Kaynak: YENİ YAŞAM

Exit mobile version