Özgür Denizli

Gülşen Balta: Tepki var ama dokunan yok

En büyük sorunumuz hayat pahalılığı. Ciddi anlamda büyük bir isyan var. “Bu pahalılık, bu yoksulluk nereye gidecek? Çareyi kim açıklayacaksa açıklasın artık” diyorlar ama karşıda bir şey yok.

Milyonlarca işçi ve emekçinin dikkatle takip ettiği asgari ücret tartışmaları da yoğunlaşıyor. Bir süredir çeşitli rakamlar dillendirilirken, Çalışma Bakanı ve Sosyal Güvenlik Vedat Bilgin, ilk toplantısını 7 Aralık’ta yapacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda “enflasyon tahribatını dikkate alan bir düzenlemeyi ele alacaklarını” söyledi. Bilgin, yine uzunca zamandır sündürülen EYT konusunun Meclise getirilme tarihi için de aralık ayını işaret etti.

Peki tüm bu tartışmalar, yaratılan beklentiler, seçim odaklı sosyal yardım, ucuza ev, sözleşmeliye kadro gibi hamleler işçi ve emekçilere nasıl yansıyor? Sorunlar dağ gibi büyürken AKP, Erdoğan oylarında neden radikal düşüşler olmuyor? Açıklanan vizyon belgeleri, muhalefetin anayasa taslakları, “seçimi bekleyin, sonra her şey düzelecek” vaatleri gündelik hayata ne kadar giriyor? En önemlisi geçim savaşı nasıl veriliyor?

Yanıtlar için Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta bir kadın işçiyle, Gülşen Balta’yla konuştuk.

Balta, DERİTEKS’in örgütlü olduğu, çoğu kadın 300’e yakın işçinin çalıştığı ETF Tekstil fabrikasının üretime devam etmeyerek kapanacağını bildirmesi üzerine, tazminatlarını ve ikramiyelerini alabilmek için temmuz ayı sonlarında direnişe geçen ve direnişlerini 79 gün sürdüren işçiler arasındaydı. Gülşen Balta, Pendik Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği’nde çalışmalara katılıyor ve iş arıyor…

Önce sizi tanıyalım. Kaç yaşındasınız, nerelisiniz ve İstanbul’a sizi getiren ne oldu?

44 yaşındayım, Dersimliyim. Üniversite mezunu ama işsiz bir oğlum ve bir kızım var. 1995’te Dersim’den İstanbul Pendik’e geldik geçim nedeniyle. O dönemler köyler de boşaltıldığı için geçim daha da zorlaşmıştı.

İstanbul’a nasıl bir hayata geldiniz? Hemen iş bulabildiniz mi, geçim şartlarını nasıl oluşturdunuz?

Çok zor bir süreçti. Geldiğimde oğlum iki aylıktı. Hiçbir şeyimiz yoktu. İki ay ablamın evinde kaldık. Ev tutacağız ama elimizde avucumuzda hiçbir şey yok. Sonrasında bir arkadaş yardımcı olunca bir ev kiraladık. Kiraladık ama içi bomboş. Çok sıkıntılı bir süreçti. Çocuğa süt alamıyorum, kış geldi soba yok, yakacak yok. Gerçekten çok zor oldu. Çalışmam gerekiyordu ama oğlum iki aylıktı, bırakacağım kimse yoktu. Sonra biraz biraz çevre edinince tekstilde çalışan arkadaşlarla tanıştık. Ve bir yıl sonra 1996’da tekstilde iş başı yaptım. Oğluma memleketten gelen kaynanam bakacaktı.

Sigorta yapıldı mı?

Yok, ’98’de sigorta girişi yapıldı. ’99’da kızıma hamile kalınca işten çıkmak zorunda kaldım. Kızım üç aylık olunca yeniden tekstile döndüm. Tekstil sektörü ’98’de, ’99’da çok yoğundu, o kadar baskı, sömürü vardı ki, üç günde bir eve gelebiliyordum. Çocuğumu emziremez olmuştum. Psikolojim bozulmuştu, ama çalışmasam çocuklarımın ihtiyaçlarını karşılayamazdık. Yine de üç-dört gün çocuklarımı görememeyi kaldırmadım. O dönem tekstili bırakıp gündelik işlere gitmeye başladım. Ev temizliğine gittim. Aşağı yukarı 10 yıl ev temizliğine gittim. 5 yıl da çocuk baktım. Sonra 2018’de ETF Tekstile girdim.

ETF kadın işçilerin ağırlıklı olduğu bir fabrikaydı ve haklarınız için direnişe geçmek diğer kadın işçiler gibi sizin de ilk kez deneyimlediğiniz bir süreçti. 79 gün süren direniş boyunca patron-devlet şiddetiyle defalarca karşılaştınız, çeşitli eylem biçimleri geliştirdiniz ve sonunda kazanımlar elde ederek direnişi sonlandırdınız ama Gülşen olarak bu direnişe nasıl girmiştiniz, 79 günün sonunda nasıl çıktınız?

Fabrikadaki haksızlıklar yüzünden aslında direnişe bir 4 senedir hazırlanıyorduk. Ağır sömürü, haksızlıklar dediğim gibi tekstile ilk girdiğim dönemlerde de vardı ama o zaman çalıştığım fabrikalarda beraber yürüyecek kimse yoktu. ETF’de sendika vardı ama sendikanın bilinci yoktu. Kadınlar olarak da haklarımızın ne olduğunu, sendikanın ne demek olduğunu yavaş yavaş kavradık ve direnişe geçtik. Hakkım için direnişe geçmek, kadınlarla birlikte direnmek çok mutlu etmişti beni. 79 günün sonunda da ben de, kadın arkadaşlarım da daha fazla şeyin farkına varmıştık artık. Patronun ne demek olduğunu, polisin, askerin kimin tarafında olduğunu, yasaları bile öğrendik! Dayanışmanın ne demek olduğunu kimse bilmiyordu, dayanışmayı öğrendik. Kişiliklerimiz bile değişti, kendimizin farkına vardık. Ben Gülşen’im, ben Tülay’ım, ben Gülşah’ım… Sendika da değişime uğradı.

Direnişten sonra iş bulabildiniz mi?

Hayır, bulamadım. Direnişin bitme sürecinde çoğu kadın arkadaşta da, bende de iş paniği olmaya başlamıştı. Çünkü çoğumuz 40 yaş üstüydük. Fabrikalar en az lise mezunu ve 40 yaş altı işçileri işe alıyorlar çünkü. ETF’den sonra 3-4 yere başvurdum ama iş bulamadım. Bir de direk yüzümüze söylenmiyor ama ETF’de direnişe katıldığımız için de istenmiyoruz. İş görüşmesine giden bir arkadaşa direk sormuşlar mesela, “Sen o direniş yapan grubun içinde misin?” diye. Yani onunla da çok karşılaşıyoruz.

Yakın zamanda iş bulma umudunuz var mı?

İnanın yok. Sadece ama o umudu kırmamak için bekliyorum. Bir de şöyle diyorlar, “Aralık’ta EYT çıkacak, oradan emekli olanlar olacak, onların yerine düşünürüz!” Çok inandırıcı değil ama bakalım.

Direnişiniz de, devam eden işsizliğiniz de memleketin son dönemdeki en büyük hayat pahalılığının yaşandığı bir döneme denk geldi. Anlatır mısınız, geçim savaşını siz nasıl sürdürüyorsunuz? Evinize giren gelir ne, kira, faturalar, mutfak gibi kalemler ne kadar?

Şu an sadece eşim çalışıyor, 6 bin lira maaş alıyor. Bir de benim artık bitecek olan 2 bin 600 lira işsizlik maaşım var. İki çocuğumuzu üniversitede okutabilmek için son 7 yıldır sürekli kredi alarak döndürmeye çalışıyorduk. İnanın 4 yıldır sadece kredi ödeyip, geri kalanı da kiraya ayırıyoruz.

Kira ne kadar?

20 yıldır aynı evde oturduğumuz için şu zamana kadar ev sahibimiz anlayış gösterdi şu an bin 200 ama iki bin lira yapacak. Sürekli sürekli eksideyiz. Kredi çekip diğer krediyi kapatmaya çalışıyoruz. Kredi kartlarına yüklendik o da artık bu ay bildiğiniz patladı. Dün ablama “Bin lira yollayabilir misin?” dedim. Böyle, sağdan soldan, arkadaşlardan borçlanarak götürmeye çalışıyoruz. Artık bir yerden sonra faturaları, pazarı, marketi düşünmekten uyuşuyorsun. Günü kurtarmaya çalışıyorsun.

Ve çocuklarınız da genç işsizler ordusundan çıkamıyor?

Evet. Oğlum ve kızım üniversiteden mezun olur olmaz iş aramaya başladılar. Kızım makine mühendisi, hiç başvurmadıysa elli yere başvurdu, iki yer çağırdı ama deneyim istiyor. Oğlum oyunculuk okudu, bir ajansla anlaşabildi ama iş çıkarsa. O da bekliyor. Odaya kapanıyor, çıkıp bir kahve içemiyor. Her annenin evladı onun için değerlidir, baktığımızda pırıl pırıl kusursuz gençler ama durumları bu.

Bu durum sizin, eşinizin, genç çocuklarınızın psikolojisine nasıl yansıyor?

Valla hep “Bu günler geçecek” diyoruz! Moral bozmamaya çalışıyoruz. Hatta artık işin esprisini yaparak, “Bu yemek son yemek” diyorum. Espriye vuruyorum ama espri de değil çünkü yarın yemek koyamayabilirim, kahvaltıya peyniri, zeytini koyamayabilirim. Patates soğanı bile artık tek tek alıyoruz. Bir de bu bizim suçumuzmuş gibi söylüyorlar ya, insanlar böyle dendiği için de yıkılıyor. Ama biz biliyoruz bu durum, iş bulamamak çocuklarımın ya da benim suçum değil. Onlar da çabalıyor ama yok.

Kış bastırdı artık. Öyle kalın giyelim idare edelim durumu da ortadan kalkıyor. Doğal gaz konusunda ne yapıyorsunuz?

Biz de çok direndik, bere patikle oturduk ama dün mesela çok soğudu açtım biraz. Öyle keyifli ısınmak için değil, soğuk biraz kırılsın diye. Eşim “Hayatım doğal gazı açtın ama nasıl ödeyeceğiz?” diye sordu haklı olarak. Ben de nasıl ödeyeceğimizi bilmiyorum ama umudu korumak dedim ya, moral bozmamak, onu korumak için bir şeyler yaparız diyorum ama o fatura geldiğinde ne yapacağımızı, nasıl ödeyeceğimizi gerçekten bilmiyorum!

Hayat pahalılığı, geçim derdi, işçi arkadaşlarınız, komşularınız, yakınlarınız arasında nasıl tartışılıyor?

O kadar çok sorun var ki. Özellikle kadınlar çok zor durumda. Ciddi anlamda büyük bir isyan var. Patlarsa da şaşırmam. “Bu pahalılık, bu yoksulluk nereye gidecek, çocuğuma ekmek götüremiyorum” diyorlar. Bir de eskiden komşundan isterdin, artık komşuda da yok. Hatta şunu da söylüyorlar, “Buna kim çare bulacak, çareyi kim açıklayacaksa açıklasın artık!” Birkaç işçi arkadaşım şunu söyledi, “Bu seçim artık olsun da, ölüm mü olacak, savaş mı olacak, sokaklara mı insanlar düşecek, neyse olsun artık, bundan kurtulalım yeter ki!” Çünkü artık psikolojiler de bozuldu. Aileler de birbirine giriyor.

Dün markete uğradım, kadın kasada artık fiyat ne kadar tuttuysa bir isyan ediyor, bir haykırıyor, “Ben ne aldım, bunu nasıl vereceğim!” diye. AKP’ye oy verenler de isyan ediyor. Sosyal yardımlara başvuru inanılmaz artmış durumda.

Ama herkes yararlanamıyor?

Tabii ki. Eğer açlıktan dermanın kalmamışsa, evinde oturacak bir kanepen yoksa, evin harabeyse, koca da bırakıp gitmişse, belki. Bir kadın sobaya başvurdu mesela, geçen sordum, “Bir aydır bekliyorum daha gelmedi” dedi. Eskiden dışarda bir kahve içebilirdik şimdi çay bile içemiyoruz. Hele tatil falan onları aklımızdan bile geçiremiyoruz. Hani telefon telefon diyorlar ya, bozulur diye telefonumuza gözümüz gibi bakmaya çalışıyoruz. Bırak yeni modeli, aynı telefonu bile almamız imkansız. Koltuk da öyle, buzdolabı da öyle, sandalye bile öyle. Hepsi bir anda paha biçilmez oldu çünkü kırılır, bozulur diye korkuyorsun. Eskiden mesela “Yatağım hiç rahat değil, gidip yenisini alayım” olurdu yine. Şimdi öyle değil.

Fotoğraf, Gülşen Balta’nın kişisel arşivinden alınmıştır.
Exit mobile version