Özgür Denizli

Neşe Yaşın: “Şiir; sözcüklerle kurulan bir dünyadır…” – Metin Batur

Bu söyleşimizi şair, köşe yazarı, öğretim görevlisi Neşe Yaşın ile gerçekleştirdik…

Dünyada yaratılmış ilk dilin, şiir dili olduğunu düşünürüm. Şairler de ilk evrim geçiren insanlar sanırım. Şairleri de dünyanın en güzel sözcüleri olarak tanımlarım. Neşe Yaşın’ı şair,  yazar, öğretim görevlisi olarak “Ay aşktan yapılmıştır”, “Bellek Odaları”, “Üzgün kızların gizli tarihi”, “Üşümüş Kuşlar” kitapları ile tanıdık ve çok sevdik… Neşe Yaşın kendisini nasıl tanımlar, nasıl anlatır?

Şiire nasıl başladığımı tam olarak biliyorum ama şair bir babanın kızı olarak şiirsiz geçen bir zaman da hatırlamıyorum.  Babadan doğma bir şair olduğumu söylerim hep. Babam evde, beni köyümüz Peristerona’dan araba ile Lefkoşa’daki anaokuluma götürürken, ailecek gezerken şiirler okurdu. Sözcüklerle böylesi eğlenceli bir oyun olduğunu fark etmiş ve ben de henüz okuma yazma bile öğrenmeden kuşa, böceğe şiirler söylemeye başlamıştım.

Babamın kitabevi vardı ve kitap almak için sık sık İstanbul’a Cağaloğlu’na giderdi ve beni de yanında götürdüğü zamanlar olurdu. Oralarda daha küçük yaşta pek çok şair, yazarı tanıma şansım oldu.

Fazıl Hüsnü Dağlarca ile sık sık görüşürdü mesela. Cahit Külebi ile de iyi arkadaştı. Ben de kitabevinde ve evdeki kitaplıkta şiir adına bulduğum her şeyi okuyordum. Şair olmaya nasıl karar verdiğimi bile hatırlamıyorum. Karar vermekten daha güçlü bir duyumsama bir kader duygusuydu sanki.

Şiirlerimin ilk kez ciddi bir edebiyat dergisinde ODTÜ’de öğrenciyken yayınlanmıştı… Sanat Emeği dergisiydi bu… Ankara’ya bir söyleşi için gelen Ataol Behramoğlu’na bir defter içine yazdığım şiirlerimi vermiştim. Bir hafta sonra ODTÜ 7. Yurttaki posta kutumda bir mektup buldum. Şiirlerimi çok beğendiğini Sanat Emeği dergisinde yayımlamak istediğini söylüyordu. Ayın başı gelince heyecan içinde kitapçıya koştuğumu hatırlıyorum. Adımı kapakta gördüğüm andaki heyecanı unutamam. Tek bir şiirim çıkacak diye beklerken defterdeki hemen hemen bütün şiirleri 9 sayfa halinde dergide bulmuştum. Genç bir yeteneği keşfettiklerini belirten bir de giriş yazısı ile birlikte.

Yaşım çok küçüktü ve Üniversite öğrencisi olduğum Ankara’da çok zor zamanlar yaşanıyordu. Böyle bir çıkış yapmam bir anlamda da olumsuz etkilemiş olabilir beni. Hemen ardından 12 Eylül, annemin ölümü, evlenmem şiirle ve edebiyat çevreleriyle olan ilişkilerimi olumsuz anlamda etkiledi. ‘Sümbül ile Nergis’ Erdal Öz’ün yönettiği Cem Yayınları bünyesindeki Arkadaş Kitaplar’dan çıkmıştı ve ‘Savaşların Gözyaşları’ Yaşar Miraç’ın yönettiği Yeni Türkü yayınlarının küçük boyutlu kitapları arasında yayımlanmıştı. Arada yayımlanmamış bir dosyam var. Dergilerde yer alan ama kitap olarak çıkmayan şiirler. Ben ilgilenmediğim için olmuştur daha çok da bu.

  

Daha sonra Cem Yayınları ‘Kapılar’ dosyamı yayımladı. Bu dönem özgürlük ama ilk kitaplardan farklı olarak bireysel özgürlük meselesiyle çok ilgilendiğim bir zamana denk düşüyor. Çocukluktan çıktığım ve şiir üzerine de daha çok okuyup düşündüğüm bir dönem. O yıllarda feminist hareketin bir yükselişi var Türkiye ve Kıbrıs’ta. Bunun da etkileri var üzerimde, daha çok da bireysel kimlik arayışı söz konusu. Oldukça lirik, müzikli bir şiire yöneldiğimi düşünüyorum. Bu kitapta “Göndermesiz Mektuplar” bölümünü oluşturan şiirlerin yani bireysel olanla politik olanı kaynaştıran şiirlerin gelecekte yazacağım şiirin bir habercisi olduğunu görüyorum.

Uzun bir aradan sonra gelen ‘Ay Aşktan Yapılmıştır’da ise Kapılar’daki isyanın yerini daha dingin bir olgunluk alıyor. Bir de erotizm var. Ama erkek erotizminden çok faklı bir erotizm bu. Estetize edilmiş cinsellik bir kadın sesine ait. Burada bireysel olan ve politik olanın iç içe geçmesini, masumiyet arayışını bulabiliriz.

      

Daha sonra ‘Bellek Odaları’ var ki o da “Ay Aşktan Yapılmıştır”ın bir devamı gibi. Ama daha cesur ve olgun olduğunu düşünüyorum. Erotizm daha yükselmiş sanki…

‘Üşümüş Kuşlar’ ise aynı çizgiyi devam ettiriyor diye düşünüyorum. Çok daha olgunlaşmış biçimde. Masalsı öge daha baskın bu kitapta. Burada ikili dizelerden oluşan bölüm çok ilgi gördü. Bir söyleşide söylemiştim: Bazı kısa şiirler çok uzundur ve bazı uzun şiirler kısa diye.

Ben şiirleri  ve şairleri çok severim. Yıllar içinde bende çok değişik bir alışkanlık oluştu, üzücü bir alışkanlık bu…Her şairin ölümünden sonra o şairin bir kitabını seçer bir şiirini okur ardından kemanımla o şair için J.S. Bach’ın re minör partitasından Sarabande  ya da J.F.Handel’in ünlü Largo eserini çalarım…O şaire olan borcumu ödercesine bir duygu kaplar içimi. Şair nasıl doğar? Nasıl ölür? Şairin bize bıraktığı koskoca bir dünyadır. Siz nasıl bir dünya için şiir yazıyorsunuz? Şiir yazarken nasıl duygular içindesiniz nasıl bir ruhsal durum yaşanır, yaşarsınız? Şiirlerinizi bir başkasının sesinden duyduğunuzda ya da kendiniz seslendirirken ki duygularınız nasıldır?

Şiir sözcüklerle kurulan bir dünya. Bir iletişim biçimi. Sözcüklerle zihnimizin sınırlarını genişletip insan ruhunun derinliklerine inebiliyor.  Şiirin canlı bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. Bir hayatı var. Doğduktan sonra senden bağımsızlaşan bir bebeğe benziyor… Büyüyor, başkalarıyla iletişime geçiyor, kendi yaşamını sürdürüyor. Senin denetimin dışında hiç bilmediğin başkalarına ulaşıyor. Onun nerelere yolculuk yaptığını, kimlerin odasına, kimlerin kalbine girdiğini, gittiği o yerlerde nasıl ateşler yaktığını, nasıl fırtınalar kopardığını çoğu kez bilemiyorsun.

Şiirlerimi tasarlayıp yazmıyorum. Böyle yapan şairler var; o da başka bir yaklaşım. Ben bir ruh halini, yazılmak için beni zorlayan, kimi zamanda içimden taşan bir hayat meselesini düzyazı formuyla anlatamıyorsam şiir yapıyorum. Bazen içimde dolanıp duran bir dizeyle başlıyorum ve gerisi kalem nereye götürürse öyle oluşuyor. Yazarken öncelikle kendim için yazıyorum; okuru ya da edebiyatı pek düşünmeden. Sonrasında bunu edebiyata armağan edip edemeyeceğim konusunda karar vermem gerek. Bu her zaman doğru bir karar olmayabilir. Aslında gençken daha zor verilen bir karardı ama şimdilerde iyi şiirin ne olduğunu daha iyi biliyorum. Şiir makasla yazılır derler ya… Pek çok dizeyi atıyorum ama karalamalarımı saklıyorum yine de… Yıllar sonra dergiler şiir diye sıkıştırıp bana vicdan azabı verince kırpıp yıldız yapacağım malzeme buluyorum. Ama en güzel şiirler böyle çıkmıyor. İçimde iyice pişip bana kendini yazdıran, belki sadece bir iki kelimesiyle oynadığım şiirler vardı. Sonraları ben bunu nasıl yazdım diye kendimin bile hayretle okuduğum şiirler. Bu bir şairin başına hayatta hadi 10 kez gelsin… Aşk gibi yani… Bazen attığım bir şeyi yeniden şiir yaptığımda ne kadar çok beğenildiğine inanmadığım oluyor. Aslında her dize öncesi ve sonrasındaki dizelerden de güç alıyor ya da durduğu yerde birden parlayabiliyor.

Şiir benim için sözcüklerle katmanlar yaratmaya ilişkin bir pratik. Sözcüklerle rüya görme bir anlamda. İki dize ile koskoca bir kitabın söylemek istediğini söyleyebiliyorsun. Büyülü bir şey bu… Şiir bence aşk gibi tanımlanamaz bir şey. Kendi içinde taşıdığı dinamizmle sürekli çoğalan, katman katman düşünmenin sınırlarını zorlayan bir söz simyacılığı.

Şiirlerimi kendim okumayı seviyorum. Başkasının sesinden duyunca yadırgıyorum bazen. Benim içimdeki melodi bozulmuş gibi geliyor. Özellikle bir aktör okuyorsa ve erkek sesi varsa daha da yabancılaşıyorum. Ama isteyen okuyabilir tabii. Bir kez senden çıktıktan sonra şiir herkesindir.

Şiir kitapları benim kitaplığımın en değerli köşesidir. Zaman zaman, yüzlerce kitabımı ihtiyacı olan bölgelerle paylaşırım ama şiir kitaplarımı asla. Şiir kitabının ederi yoktur… Paha biçemem. Aslında her şiir yazan her yeni çıkan şiir kitabını alırsa şiirin tirajının gerçekten yükseleceğini düşünüyorum. Dünyada, Türkiye’de ve Kıbrıs’ta şiir okuma oranını nasıl buluyorsunuz? Şiir okumak bir topluma neler kazandırıyor ya da neler kaybettiriyor? 

Şiir kitaplarının satışı dünyanın her yerinde düşük, bazı istisnalar dışında. Kötü edebiyat iyi edebiyatı yenmiş durumda dünyada. Edebiyat da kapitalizmin bir pazarlama nesnesi haline geldi ne yazık ki. Has şiire gelince, bütün dünya kitapçılarında şiire ayrılan raflar oldukça sınırlı. Ama şiirin bir özelliği var. Kitap olarak satılmasa bile yaygınlaşabiliyor. Şiir okurların ezberinde kalabiliyor. Bir şiiri paylaşmak bir romanı ya da düzyazı metni paylaşmaktan kolay.

Gerçek şiir okurları nicel olarak fazla olmasa da çok değerli. Bazı ülkelerde çok yaygın katılımlı şiir festivalleri var. Şairler olarak pop yıldızları kadar ilgi gördüğümüz ülkelerde de bulundum. Şiire daha çok ilgi sağlanması mümkün yani.

  

Şimdi de yeni projeler, yeni dosyalar, yeni çeviriler, yeni imza günleri, yeni kitap fuarları, aldığınız ödüller, radyo programları, dersleriniz, yeni yollar, yeni yolculuklardan söz edelim mi?

Yeni şiir dosyam beni çok heyecanlandırıyor. ‘Kar Uykusu’ adlı bir dosya ve aynı tema çevresinde dönen şiirler var. ‘Kar Uykusu’ aşkı anlatan bir imge. Karda donmamak için uyumaman gerekir ya… Ama çok tatlı bir uykudur ve kendine engel olamayıp dalarsın. Aslında ölümündür gerçekleşen. Bu dosyada masalsı bir aşk anlatısı var. Korona döneminden ötürü bazı projeler aksadı. Aralık ayında şiirlerimin Yunanca çevirilerini içeren bir kitap çıkmıştı Yunanistan’da. Atina’da güzel bir tanıtım yapıldı ama Kıbrıs’ın güney kısmında yapacağımız tanıtımı pandemiden ötürü ertelemek zorunda kaldık. Şu sıralar o gerçekleşecek. Bunun dışında şiirlerimin Almanca çevirilerini içeren kitap yolda. Eve kapanma döneminde daha üretken olmak isterdim ama insan dünyanın halini düşünüp kaygılanıyor ve üretimi etkiliyor bu ruh hali.

Üniversitede dersler Eylül’de tekrar başlayacak. Yüz yüze eğitime geçilecek mi bilemiyorum.

Hayat devam ediyor bir biçimde. Yazabilmek iyi geliyor insana. Yeni kitabımı elime alacağım günü hayal ediyorum şimdi.

Yeni üretimlerinizi okumak dileğiyle, bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.

Ben de size ve Özgür Denizli’ye çok teşekkür ediyorum.

Exit mobile version