61’inci Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde ödüller geçen hafta verildi. Ancak festivalde geçen yıl ‘Kanun Hükmü’ filmine uygulanan sansürün artçıları hala sürüyor.
Kanun hükmünde kararnameyle (KHK) görevden alınmış bir doktor ve bir öğretmenin hikâyesinin anlatan ‘Kanun Hükmü’ belgeseli, Eylül 2023’te Antalya Altın Portakal Film Festivali seçkisinden ‘filmdeki bir kişi hakkında yargı sürecinin devam ettiği’ gerekçesiyle çıkarılmıştı. Festivale katılan sanatçıların ve jürinin tepki göstermesiyle ‘Kanun Hükmü’ tekrar belgesel seçkisine dahil edilmişti.
Sponsorlardan Kültür ve Turizm Bakanlığı’ysa ‘bir festivalde terör örgütü propagandası yapılmasına müsaade edilemeyeceğini’ söyleyerek festivalden çekilmişti. Resmi açıklamalardan sonra festival yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu, belgeseli tekrar seçkiden çıkardıklarını duyurmuş, kararı tanımayan yönetmenler yarışmadan filmlerini çekmişti. Böylece Altın Portakal Film Festivali, tarihinde üçüncü kez iptal edilmişti.
Bu yıl festivalde ön jüride yer alan sinema eleştirmeni Tunca Arslan’ın “Festivalde LGBTİ+ temalı film yoktu, yurtdışına göz kırpan ve fonlanan filmlerin dönemi bitti” demesi dikkat çekti. Ardından film değerlendirmelerinin bağımsız ve tarafsız biçimde yapılmadığına ilişkin başka bir tartışma başladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği olmadan bu yıl 61’incisi düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali hakkındaki tartışmaları film eleştirmenlerine ve yönetmenlere Diken’de Ece Deniz sordu.
2014’te festivalde ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ belgeselinin sansürlenmesi nedeniyle 10 yıldır Altın Portakal’a katılmayan yönetmen ve film eleştirmeni Fırat Yücel, şöyle konuştu:
“Altın Portakal’da Boyacıoğlu yönetiminin sansür macerası ‘Kanun Hükmü’ ile başlamadı. 2019’da belediye el değiştirdiğinde, sinema örgütleri CHP belediyesi tarafından festivalin başına getirilen Ahmet Boyacıoğlu ve ekibine önemli bir çağrıda bulundu: 2014’te eski yönetim tarafından sansürlenen ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ ve bu sansür vakası nedeniyle seyirciyle buluşamayan filmler gösterilsin, sansürle yüzleşilsin. Belediye yönetimi ve Boyacıoğlu bunu kabul etmedi. ‘Şu iklimde Gezi direnişi belgeseli gösteremeyiz’ dediler, diğer yandan bizlere dalga geçer gibi ‘Türkiye’nin sansür problemi kalmadığını’ söylüyorlardı.”
Yücel’in yönetimin 2019’daki bu tavrı sonrası festivale katılmama kararının doğruluğundan kuşkusu yok:
“Altın Portakal, 2014’ten beri iktidardaki AKP tarafından resmen sansürün sınırlarının test edildiği bir saha olarak kullanılıyor. Gezi direnişi belgeselini yarışmadan çıkaralım, belgesel ve kısa film bölümlerini toptan kaldıralım, KHK’lı solcuların mücadelesini anlatan Kanun Hükmü’nü bakanlıklar ve yandaş sermaye odakları aracılığıyla düşmanlaştıralım, hedefe koyalım. Düşünülebilecek, hayal edilebilecek her şey oldu, her türlü çizgi Altın Portakal’da aşıldı. Böylesi bir festivale katılmak, bunun parçası olmak sansürü, baskıyı doğallaştırmaktan başka hiçbir sonuç doğurmaz ve doğurmuyor da. Birileri ödül alır, birileri projesine destek bulur ama sansürün bedelini hepimiz ödüyoruz.”
Film eleştirmeni Evrim Kaya’ya göre bir festivalin yönetimi sinemayla ilişkisi olmayan belediye gibi bir kurumda olmamalı:
“Geçen yıl verilen tepki hızlıydı, bireysel ve refleksifti. Elbette ki önemliydi ama bir ilk adımdı.
Festivaller ile kültür kurumlarının siyasi iradeyle ve sermayeyle ilişkilerini değerlendirmek için bir fırsattı, değerlendiremedik. Geçen seneki iflastan sonra ortada yeni bir irade olmadığını görüp festivali örgütlü olarak boykot etmeliydik, bunu başaramadık. Bu yüzden bu seneki karışık tablo şaşırtıcı değil, tek tek katılımcıları suçlamak haksızlık olur. Antalya bir kere daha örgütlülüğe ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösterdi.”
Festival ön jürisinde yer alan Tunca Arslan’ın LGBTİ+ temalı filmler hakkında yaptığı açıklama için Kaya, şunları söyledi:
“Aslında hepimiz seçici kurulların, verilen kararların şeffaflıkla, kurumsallık çerçevesinde, etik ve politik olarak sağlam kriterlerle alınmadığından, kişilerin siyasi angajmanlarına göre şekillendiğinden kuşkulanıyorduk, bunun sonuçlarıyla yüzleşmiş olduk. Şimdi o kişilerin, mesela cinsel yönelimlere ayrımcılık, dini azınlıklar hakkında komploculuk gibi saiklerle hareket edebileceğini gördük. Fonculuk ve ‘kökü dışarıdalık’ imasıyla ve 12 Eylül sansürünü hatırlatan ifadelerle ‘Türkiye’ye haddinden fazla eleştirel bakan’ filmleri hedef gösterebileceğini… Bu bizi bu sene yaşananlar özelinden önce, festivallerdeki keyfilik konusunda uyarmış olmalı, şeffaflık için harekete geçirmeli.”
Yönetmen Fırat Yücel ‘Kuirfest‘in yıllardır yasaklandığına, üniversite kampüslerinde, festivallerde, kafelerde ve her yerde LGBTİ+ temalı filmlerin gösterimlerinin engellendiğine ve bu filmleri izleyenlerin dahi gözaltına alındığına (Pride davası) dikkat çekti.
Sözlerinin sadece bir tespit olduğunu savunan Arslan’a Yücel şu sözlerle yanıt verdi:
“Bu sene festivale başvuran filmler arasında LGBT+ filmi yoktu’ diyor Arslan. Bu bir tespitmiş. O zaman sormak gerekir kendisine, geçtiğimiz yıllarda ulusal yarışmada LGBTİ+ hakimiyeti mi vardı da bu ‘tespiti’ yapıyorsun? Altın Portakal, sinemacıları sansürün kolay hedefi haline getirdiği için zaten yıllardır LGBTİ+ ile ilişkili konularda film üretenlerin tercih ettiği bir festival değil. Kaldı ki yapım desteklerinden gösterim safhasına kadar bu filmlere sansür uygulandığı için Türkiye’de bu konuda film üretmek çok zor, tek bir karakteri eşcinsel diye koca dizi çekimi iptal ediliyor. Eğer Arslan, seyircilerin dahi gözaltına alınabildiği böylesi bir iklimde sansürü hiçe sayarak, sanki önemli bir tespitmiş gibi ‘LGBT filmi yoktu’ derse, Ulusal Kanal da ‘Altın Portakal’da LGBT’ye geçit yok!’ başlığı atar tabii.”
Arslan’ın yine çok tartışılan “Türkiye’yi haddinden fazla eleştiren ve foncu filmlerin dönemi bitti” ifadesinin açıklığa kavuşturulması gerektiğini savunan Yücel, şöyle konuştu:
“Tunca Arslan sadece ön seçici kurul üyesi şapkasıyla konuşmadı, daha da kötüsü, ‘devlete akıl veren’ şapkasıyla konuştu. Dedi ki mealen, bu filmlere geçit vermeyin, içeride düşman besliyoruz, yeni bir dönem açılmalı.
Ayrıca ülkeyi haddinden fazla eleştirmek ne demek? LGBTİ+ bireylere yönelik nefret söyleminin resmi devlet söylemi haline getirilmesinden mi bahsetmek? Yıllardır hapiste tutulan Kürt siyasetçilerden, 30 yıldır dört duvar arasında olanlardan, hapis doluluk oranlarında dünya liderliğine oynamaktan mı bahsetmek? Çıplak ayaklarla Ankara’ya yürüyen madencinin sorunlarından mı söz açmak haddini aşmak? Türkiye’nin bu halini ‘haddinden fazla eleştirmek’ mümkün mü? ‘Haddini aşan’lara devletin sokakta, eylemlerde nasıl davrandığı ortada. Sinemanın asıl sorunu da bu haddi, bu cesareti sokaklardan perdeye taşıyamamak.”
Yönetmen Serdar Kökçeoğlu, ana akım festivallere güvenini ve inancını kaybettiğini belirtiyor. Kısa filmlere ve belgesellere bu festivallerde yeterince değer verilmediğini söyleyen Kökçeoğlu, düşüncelerini şu sözlerle aktardı:
“Bu yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne katılan sinemacı arkadaşlarımı kınamıyorum, onları anlıyorum ama geçen yıl yaşananlardan sonra ben uzak durmam gerektiğini düşündüm. Bu konuda SİYAD’ın aldığı tavırla aynı fikirdeyim ve festivalin popülist, gelenekçi bir yapıya dönüşeceğini tahmin etmek zor değildi. Tunca Arslan’ın konuşma yaptığı platformu ve konuşmasının bağlamını oldukça yadırgamakla beraber Antalya’nın bağımsız sinemacılardan uzaklaşacağını düşünüyorum.
Uzun metraj kurmaca filmler epeydir güvenli bir alanda ilerliyor ama Antalya’nın gelecekte kısa film ve belgeseller konusunda nasıl bir tutum sergileyeceğini merak ediyorum. Öğrenci filmlerine yaklaşımlarıysa kendilerine özgü değil. Adana ve Antalya’nın farklılıkları önümüzdeki yıllarda daha da belirginleşecek, ancak ne yazık ki kısa film ve belgesel konusunda ikisi de sınıfta kalıyor. Sansür ve görünürlük mücadelesi veren bu alanlar, sinemamızın en yaratıcı ve ilginç kısımları; ama ne festivaller ne de sektör bunun farkında.
Şu an sinemamızdaki en büyük sorun, uzun metraj filmlerin bütçesinin milyonlara çıkması değil, sansür, otosansür ve sinema çevresinin güvenli alanların dışına çıkmak istememesi.”
Kaynak: Diken – Ece Deniz
