“20. yüzyıl Türkiye tarihi krizden geçilmiyor; öncelikle soykırımları, pogromları, tehcirleri kastediyorum. Şairlerin, yazarların bunlara yanıt vermekle yükümlü olduklarını düşünmüyorum, ancak bir edebiyatın genelinin bu dev krizleri neden es geçtiğini de sormak gerekiyor. Mutlaka ideolojik açıklamaları vardır, ancak dilsizliğin tek nedeni muhtemelen bu değildi.”

20. yüzyılın en büyük felaketi kuşkusuz II. Dünya Savaşı idi. Savaşın görülmemiş öldürücülüğü, Holokost vahşeti ve Nazilerin endüstriyelleştirdiği ölüm, atom bombası… Savaşın sonunda nasyonal sosyalist rejim ortadan kalkar kalkmasına, ancak zihniyetinin de ortadan kalktığı anlamına gelmez bu. Dahası, nasyonal sosyalistlerin zehirlediği bir dil varlığını sürdürmektedir ve şiirin yeni dünyalar kurma girişimlerinin önündeki büyük engeldir. Böylesi bir duruma şiir nasıl bir yanıt verebilirdi?

Eski düzenle bağını koparmadan ya da topyekûn sorgulamadan yapılacak bir ret, tutarsız kalmaya mahkûmdu. Dolayısıyla yerleşik veya uzlaşımsal edebiyatın, kendi imkânlarıyla altından kalkabileceği bir proje değildir bu. Krize farklı yanıtlar Alman ve Avusturyalı neo-avangard ve deneysel şairlerden gelir. Bu yanıtların bazıları hesaplaşma, bazıları ise yeni bir başlangıç yaratma çabası olarak sınıflandırılabilir. Tabii şiirin araçlarıyla. Hesaplaşma en bariz bir biçimde belgesel şiirlerde gerçekleşir. Yeni başlangıçlar ise neo-avangard somut şiirin bir yönelimi ve Viyana Grubu şairlerinin radikal deneyselliği tarafından kurulmaya çalışılır.

 

Hesaplaşmayı birincil önemde gören belgesel şiirin öncelikle yöneldiği montaj yöntemi, avangardın mirasıdır. Nasyonal sosyalist veya militarist mirasa dolaysız bir saldırı olanağı sunar. Belgesel nitelik içeren buluntu malzemeyle yapılır. Nasyonal sosyalistlerin veya bu ruhtan sıyrılamamış sonranın veya ona hazırlık sağlayan I. Dünya Savaşı askeri ve totaliter ideolojilerinin metinleri böylesi malzemelerdir. Helmut Heißenbüttel’in “Deutschland 1944” adlı şiiri zihin açıcı olur. Friedrich Achleitner (Diyalektik Şiirleri, Montajlar, İncelemeler, Kareler, Turkuaz Yayınları), ama özellikle Heimrad Bäcker (Tutanak, Ayrıntı Yayınları) krize verilen büyük yanıtların adlarıdır. Montajın en önemli eylemi, geri dönerek kaynak metni deşifre etmesinde yatar ki, bu yanıyla krize dolaysız bir yanıttır.

Başlangıç yapabilmenin bir olanağını ise somut şiir içerir. Kirliliğin kolayca sızdığı dilsel öğeler, özellikle metaforlarda görülür. İsim tamlaması biçimindeki metaforlar zaten bayağı bulunmaktadır ve tiksinti nesnesidir. Duyarlı şairler arasında bunun yanıtı, içerdiği metafor yasağı ile somut şiirde bulunur. Somut şiir, içinden metaforun geçemediği bir filtre oluşturur ve yeni bağlantılar kurar. Böylece tehlike baştan savılmış olunur. Bu filtrenin içinden geçen dilin temizlenip ilerde olası yeni, tüketilmemiş bir alan açabileceği öngörülmekteydi. Yeni başlangıç böyle olabilirdi. Almanya’da Helmut Heißenbüttel, Avusturya’da Gerhard Rühm hemen akla gelen ilk adlar (savaşa girmeyen İsviçre’den Eugen Gomringer’in ise kaygısı bu değildi elbet).

Viyana Grubu ise savaş sonrasının nasyonal sosyalist zihniyetten ve muhafazakârlıktan uzaklaşamamış Viyana ortamının bir araya getirdiği beş şairden oluşur (Friedrich Achleitner, HC Artmann, Konrad Bayer, Gerhard Rühm, Oswald Wiener). Programlarını dilin bilişsel bir biçimde ele alındığı deneysellik belirler. Hedef, metaforlar ya da kirli sızıntılar değil, şiirin ve dilin, aşağıdan yukarıya temel araştırmalarla yeniden kurulması olur. İçinde hiçbir olumsuz mirasın yer alamayacağı temiz bir sayfa açma çabasını içermektedir ve bu yanıyla topyekûn bir girişimdir. Ortaya çıktığı dönemde ancak küçük bir muhalif sanatçı topluluğu tarafından ilgiyle izlenen bu girişim, Avusturya’da edebiyatın önce sıfır noktası, sonrasında onları izleyen kuşaklar üzerinde etkisiyle de yeni geleneği olur. Uluslararası alanda adı yeterince duyulmasa da ortaya çıktığı dönemin muhafazakâr edebiyatını arka plana iter ve ardından da anımsanmaz yapar.

Zamanımızın Ruhu
Raoul Hausmann. 1920

 

20. yüzyıl Türkiye tarihi krizden geçilmiyor; öncelikle soykırımları, pogromları, tehcirleri kastediyorum. 1915, Pontus, Dersim soykırımları, Trakya ve 6-7 Eylül pogromları, Varlık vergisi, 1964 Rum Tehciri… Bu liste uzayıp gidiyor. Şairlerin, yazarların bunlara yanıt vermekle yükümlü olduklarını düşünmüyorum, ancak bir edebiyatın genelinin bu dev krizleri neden es geçtiğini de sormak gerekiyor. Mutlaka ideolojik açıklamaları vardır, ancak dilsizliğin tek nedeni muhtemelen bu değildi. Modernleşmesini reformist adımlarla gerçekleştiren bir şiir geleneğindeki radikallik eksikliğinin, bu dilsizliği açıklamada önemli pay sahibi olduğunu düşünüyorum.

Edebiyat kamusu tüm bu korkunç olaylarda kendini ne fail ne de kurban yerine koydu – edebiyat dışı çoğunluğun da yaptığı gibi. Hemen herkes büyük suskunluğun bir parçasıydı. Biri orada biri şurada iki dizenin varlığı durumu kurtarmaya yetmediği gibi, ele alınamayan veya daha kötüsü algı dışında kalanın büyüklüğünü hissettirdi iyice. Algı yerine belki de paradigma demeliydim, hepimizin içine yerleştirilmiş bir yurtseverlik paradigması olarak… Yiten Osmanlı kaynaklı ve doyulamayan bir hüzün ve yatıştırıcı bir Cumhuriyet’i koruma içgüdüsü, şiir kamusunun ortak paydası olmuş gibi görünüyor. Taraf olunmaması da bir radikallik gereksinimi doğurmamış. Üstelik bu, oldukça siyasi (çünkü modernleşmesini buna borçlu) bir şiir geleneğinde oluyor (daha doğrusu olmuyor). Avangardın eksikliği, bu ilişkisizliğin de sonucuydu ve şiirin sonraki dilsizliğinin de nedeni.

Kaynak: K24

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…