Bir bakılıp yüz çevrilen Cumartesi Anneleri ve anayasaya uyulmayan ülkenin yeni anayasa telaşı – Gökçer Tahincioğlu

Birkaç hafta içerisinde Cumartesi Anneleri’nin gözaltına alınması, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen İstiklal Caddesi’nde adım atmalarının engellenmesi normal karşılanmaya başlandı

Bugün Anayasa Mahkemesi’nin yapısından söz edildiğinde, akla gelen ilk isimlerden biri, uzun yıllar İstanbul Başsavcılığı yapan İrfan Fidan olur.

Başsavcılık görevini yürütürken Yargıtay üyesi seçilen, bu görevi yapmadan Yargıtay’daki seçime girerek kazanan ve Anayasa Mahkemesi üyeliğine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanan İrfan Fidan.

Ya da bir başka üye, Adalet Bakanlığı’nda uzun yıllar bürokratik kadrolarda görev yapan, ardından OHAL Komisyonu’nun kurucu başkanı olan Selahattin Menteş.

Ya da Sayıştay Başkanlığı’ndan Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilen Recai Akyel.

Bu isimlerin Anayasa Mahkemesi’ndeki görevlerinden önce yaptıklarının, imza attıkları kararların iktidarla ve fikirleriyle çelişmediğine kuşku yok.

* * *

Bu kritik üç ismin imza attığı çok önemli bir karar Anayasa Mahkemesi tarafından Türkiye’nin deprem faciası ile boğuştuğu günlerde, geçtiğimiz şubat ayında açıklandı.

Cumartesi Anneleri kararı.

Yıllardır İstiklal Caddesi’nde, Galatasaray Meydanı’nda sadece pankartlarla yakınlarının bulunmasını isteyen, akıbetini soran Cumartesi Anneleri, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘nun her zamanki radikal söylemleriyle bir anda yasaklı, tehlikeli ilan edildi.

Soylu, başlangıçta Cumartesi Anneleri’nin aralarına birilerinin karışabileceğini söyledi.

Ardından her zamanki söylemlerine döndü.

Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde Başbakanlık Çalışma Ofisi’ne davet edilen, devletin de adalet arayışlarına hak verdiği söylenen Cumartesi Anneleri, bir anda “istenmeyen” haline geldi.

* * *

Oysa herkes biliyordu. Cumartesi Anneleri’nin sessiz ve barışçıl eylemlerinde ne parti bayrakları oluyordu, ne flamalar, ne sloganlar.

Sadece kayıpların resimleri, sadece bir basın açıklaması.

Ancak İstiklal Caddesi’nin yasaklı alan ilan edilmesine karar verilmişti bir kere.

Cumartesi Anneleri’nin “700. Hafta” eyleminde bu kararlılık açıkça gösterildi.

80 yaşına gelmiş anneler sürüklendi, insanlar darp edilerek gözaltına alındı.

Ve darp edilenlerin polisleri yaraladığı iddia edildi.

* * *

Anayasa Mahkemesi’nin kritik kararı, “müdahale” ile ilgiliydi.

Kararda, Türkiye’nin dört bir yanında basın açıklamalarının engellenmesini de yakından ilgilendiren yorumlar var.

Öncelikle, “bildirimde bulunmadan toplanılması ve basın açıklaması yapılması” konusunda şu yorumu yapıyor AYM:

“Kaymakamlık ‘kanunlara göre herhangi bir bildirimde bulunulmadığından milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla’ yasaklama kararını verdiğini belirtmiştir. Müdahaleye dayanak olan yasaklama kararında toplantı için bildirim yapılmamasının kamu düzenini ne şekilde bozacağına veya başkalarının hak ve özgürlüklerini nasıl zedeleyeceğine dair hiçbir açıklamada bulunulmaması nedeniyle idarenin bu kanaate nasıl ulaştığı anlaşılamamıştır.”

* * *

AYM, açık biçimde, kaymakamlıktan yasaklama kararını soyut ifadelerle değil net biçimde gerekçelendirmesini istiyor. Ancak daha önemli yorumu şu:

“Öte yandan idare, bildirimin amacının anılan hakkın etkin bir şekilde kullanılması için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğunu da gözetmemiştir. Nitekim yapılmak istenen etkinlik, yaklaşık yirmi dört yıl boyunca belirli zaman ve yerde yapılmakta olup idarenin bu etkinliğin yapılacağına ilişkin olarak önceden bilgisi olmadığı söylenemez. Barışçıl bir eylem söz konusu olduğunda ise idarenin -somut olayın koşullarına göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının etkin kullanımını sağlamaya yönelik pozitif yükümlülükleri gereği- toplantının gerçekleştirilmesi için tedbir alması gerekirken otomatik olarak yasaklama yoluna gittiği görülmüştür. Nitekim idare, yasaklama kararında kamu düzeni bozulması, bozulma tehlikesi veya başkalarının haklarının korunması gerekliliği gibi zorlayıcı şartlar olduğunu ortaya koymamıştır. İzah edilen sebeplerle idarenin etkinliği yasaklama kararı için dayanak gerekçelerinin haklı ve ikna edici olduğu söylenemez.”

* * *

Kararı şu başlıklarla özetlemek anlaşılmasını kolaylaştırabilir:

  • Basın açıklaması bildiriminde bulunulduğunda görevin yasaklamak değil, uygun koşulları yaratmak.
  • Bildirimde bulunulmadığında bile öncelikle toplantı hakkının korunmasını sağlamak.
  • Zorunlu ve gerçek bir neden varsa, yasaklama kararını o zaman vermek ve bunu açık biçimde aktarmak.

    * * *

Bu kararda imzası bulunan isimler, Recai Akyel, İrfan Fidan, Selahattin Menteş… Karşı oy kullanan tek isim daha önce İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı yapan Muhterem İnce.

Gözaltında işkenceyle öldürülüp kimsesizler mezarlığına gömüldüğü ortaya çıkan Hasan Ocak‘ın kardeşi Maside Ocak‘ın başvurusu üzerine verilen bu kararla sınırlı değil Anayasa Mahkemesi’nin kararları.

Bir ay sonra aynı eyleme katılan Gülseren Yoleli‘nin başvurusu üzerine, bu kez AYM İkinci Bölüm tarafından “toplantı ve gösteri hakkının ihlal edildiğine” oybirliğiyle, karar verildi. Aynı tespitler yeniden vurgulandı.

Bu karara da üyeler Engin Yıldırım, Rıdvan Güleç, Basri Bağcı, Kenan Yaşar imza attı.

* * *

Aynı eylemde polise bazı cisimler atıldığı, polislerin bu nedenle yaralandığı kayıt altına alındı. Her iki kararda da bu durum da değerlendirildi. Şu cümlelerle:

“Toplantıya müdahale esnasında katılımcıların gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlere yönelik bazı yaptırımlar uygulanabilir ise de bu durum, toplantıya kolluk görevlilerince yapılan hukuka aykırı müdahaleyi hukuka uygun hâle getirmez. Bu doğrultuda kolluk görevlilerinin somut olayda etkinliğe müdahale etmesini gerektirecek makul sebep ortaya koymadan ve anılan hakkın kullanılabilmesine yönelik tolerans göstermeden gruba müdahale ettiği sonucuna varılmıştır.”

* * *

Cumartesi Anneleri, bu karardan sonra yeniden İstiklal Caddesi’nden basın açıklaması yapmak için harekete geçtiler. Her cumartesi basın açıklamalarını hazırlayıp Galatasaray Lisesi’nin önüne gittiler. Ve her defasında daha bir araya gelmeden ablukaya alındılar. Her defasında zorla gözaltı aracına bindirildiler.

Hakarete uğradılar. Polis müdürlerinin, karşılarındaki insanlar kayıp yakını değil de teröristmiş gibi bağırmalarına, aşağılamalarına maruz kaldılar.

Ve 1995’ten bu yana olduğu gibi tüm bunları yaşamalarına bir süre sonra alışıldı. Birkaç hafta içerisinde Cumartesi Anneleri’nin gözaltına alınması, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen İstiklal Caddesi’nde adım atmalarının engellenmesi normal karşılanmaya başlandı.

Hak aramayı unutmuş, mahkemeler, yargı organları bu ülkenin kurumları değilmiş gibi sadece polisin yaptığı açıklamaların doğru olabileceğini kanıksamış, basın açıklamalarını bile terörizmle eşdeğer görmeyi kabul etmiş bir toplum için garip değil.

Ama tüm bunlara itiraz edenler için garip elbette.

* * *

İktidar, seçimden sonra gündemine yeni anayasayı aldı. 12 Eylül askeri darbesinin anayasası ile yönetilen bir ülkede iktidarın yeni anayasa yapmak istemesinin garip yanı yok.

Garip olan, mevcut anayasa hükümlerinin “yok sayılması” ve bunun normalleştirilmesi.

Anayasa ihlallerinin kurumsallaştırılması.

Anayasaya uymakla yükümlü kurumların ve siyaset kurumunun, başkalarını durmadan anayasaya aykırı hareket etmekle suçlarken dönüp kendine bir kez bile bakmaması.

Hoşuna gitmeyen her kararda Anayasa Mahkemesi’ni kapatmakla tehdit etmesi.

Türkiye’nin normalleşmesini kimlerin istediği tartışılabilir bu noktada elbette. Bu tartışmaya muhalefetin kimi unsurları da dahil edilebilir. Hatta edilmelidir.

Ancak garip olan hak arayanlara verilen desteğin bile sembolizme indirgenmiş olması.

Birkaç milletvekilinin polisle müzakeresi, birkaç milletvekilinin kendini eylemlerde göstermesi, hepsi bu.

Muhalefete düşen bundan çok daha büyük bir görev var.

Anayasa masasına oturmaya hazır görünen DEVA, Gelecek, Saadet partileri başta olmak üzere tüm muhalefete düşen bir görev.

Anayasaya uyulmayan, AYM kararlarının yok sayıldığı bir ortamda yeni anayasa çabasının anlamsızlığını anlatmak ve asıl amacı sormak.

Göstermelik eylemlerin ve kâğıt üzerinde kalacak “demokratik maddelerin” ise hiçbir anlamı yok.

Kaynak: T24

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…