Özgür Denizli

CHP’nin sınıfla imtihanı – Prof. Dr. Mehmet TÜRKAY

“CHP’nin yüzünü sermayeye dönüp sırtını emekçilere dönmesi kendine olduğu kadar genel olarak topluma da zarar verecektir ancak bu kaçınılmaz gibi görünüyor.”

Türkiye tarihi bir kırılma dönemini yaşıyor. AKP iktidarının yarattığı kurumsal ve insani tahribat ülkeyi sarmış durumda. Bu toplum geçmişte de benzer ataklarla karşılaştı ama hiç bu kadar biat etmedi. Peki, ne oldu da böyle oldu? Bu sorunun cevabı muhtelif olabilir elbette. Ben kendi baktığım yerden değerlendirmeye çalışacağım.

Bilindiği üzre esas olarak din ve geleneksel değerlerin beslediği muhafazakar bir toplumda yaşıyoruz. 1923 ile başlayan süreç, böyle bir toplumsal yapıya “kapitalist modernleşme”nin kodlarını ekledi. Bu, CHP’nin “ilerici” kurucu misyonu anlamına gelmektedir. Demokrat Partiyle başlayan dönem gericiliğin yeniden kan bulduğu bir süreç olarak yaşandı. 1960’lı yıllarda başlayan süreç genel olarak sosyalistlerin toplumsal karşılık bulduğu bir mücadele dönemi olarak yaşandı. Ancak dünyada yaşanmaya başlayan liberal dönüşüm, Türkiye gibi ülkelerde kurumsallaşabilmek için zora başvurmak durumundaydı. 24 Ocak 1979’da alınan “liberal” dönüşüm kararı “liberal şiddetin” bir uygulaması olarak 12 Eylül darbesiyle mantıki sonuçlarına ulaştı. Koşullarını darbenin hazırladığı ANAP iktidar süreci liberal dönüşüm ve kurumsallaşmanın hayata geçirildiği yıllar oldu.

Sosyal demokrasinin kendini yeniden inşa etme süreci kendi içinde çalkantılı bir niteliğe sahipti. DSP Lideri Bülent Ecevit’in 2001’de Dünya Bankasından Kemal Derviş’i çağırıp ekonominin başına getirmesi sosyal demokrasinin tarihsel misyonunun altının bir kez daha çizilmesi olarak okunabilir. Zira Kemal Derviş’in oluşturduğu program AKP iktidara geldiğinde de kabul görmüş ve sürdürülmüştür. Çünkü kapitalizmle yeni koşullarda entegrasyonun kodları Dünya Bankasından gelmektedir.

SERMAYEYE AÇIK BİR SELAM

Bu süreçle birlikte Türkiye, AKP gerçeğiyle karşılaştı. Bir tarikatlar koalisyonu biçiminde örgütlenen AKP iktidarı, cehaletin örgütlendiği ve bu yolla her alanda kötülüğün normalleştirildiği bir süreç olarak yaşanırken CHP’nin zeminini oluşturduğu bir ittifak süreci yirmi yıllık iktidara muhalif bir duruş olarak ortaya çıktı. Geleneksel sağ ve muhafazakar bu yapının içinde var olmak ve aynı zamanda kendini farklılaştırmak CHP’nin asli sorunu gibi görünüyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaşanan süreçte yaptığı “popülist” hamleler bu kaygıya hizmet edecek nitelikte ancak yeterli görünmüyor. İktidara talip olma ruh haliyle yaptığı ABD ve Avrupa gezilerindeki esas vurgu kimden ne kadar para geleceğinden öteye geçemedi. Son hamle, dünyada tanınmış liberal iktisatçıların desteğini kullanmak oldu. Bu hamlenin geniş kitleler nezdinde bir karşılığı yoktu, ancak sermayeye açık bir selam çakıldı. Kemal Derviş vakıasına benzer bir durumu sosyal demokratlar yeniden yaşıyor. İktidara gelirlerse nelerin yaşanacağının ipuçları olarak görülebilir.

CHP’ye belge ve destek veren ekonomistlerin Türkiye’ye dair değerlendirmelerinin teknik kısmı tartışılabilir ama topluma değen hiçbir tarafı yok. Gündelik siyasette zaten her gün tekrarlanan ifadelerin daha şık olması gerçeği değiştirmiyor. CHP’nin açıkladığı vizyon belgesi geleceği tarif eden bugünü, birkaç vurgu dışında, ıskalayan bir içeriğe sahip. Bu CHP’nin kadim kadroları açısından bir anlam taşıyabilir ancak “iyi niyetli” unsurları hüsran bekliyor. CHP’nin sermayeye yeşil ışık yaktığı, işçi sınıfına da uzaktan göz kırptığı bir durumla karşı karşıyayız. Vizyon belgesine bakıldığında bu zaten açıkça görülebilir. Bu Kemal Derviş programına paralel ve beklenmeyen bir durum değil elbette.

YÜZÜ SERMAYEYE, SIRTI EMEKÇİLERE DÖNÜK

Sosyal demokrasinin tarihsel var oluşu Avrupa’da işçi sınıfını ehlileştirmek ve düzene içermek üzerine oturmuş ve başarılı olmuştur. Geç bir deneyim olmakla birlikte Türkiye’de de kendi tarihselliği içinde benzer bir süreç zorlanmaktadır. Zorlanmaktadır çünkü Türkiye’de geleneksel muhafazakarlık büyük ölçüde dinsel muhafazakarlığın etkisi altına alınmıştır ve toplum bu yolla denetlenmektedir. Toplumun gündelik hayatına nüfuz etmiş ve yirmi yıldır bunu sürdüren bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu elbette genel olarak muhalefet için bir handikap. Diğer taraftan seçim sürecinde yaşanmaya başlanan ve muhtemelen yaşanacak olaylar bu toplumsal kompozisyonda iktidarı besleyecektir. Genel olarak muhalefetin, özel olarak CHP’nin yaşanacak muhtemel sürece dair sözü olmalı. CHP’nin yüzünü sermayeye dönüp sırtını emekçilere dönmesi kendine olduğu kadar genel olarak topluma da zarar verecektir ancak bu kaçınılmaz gibi görünüyor.

Bu topraklarda sosyalistlerin söyleyecek sözü zaten maalesef tıkanmış görünüyor.  Geriye kalan CHP mi olmalı?  CHP’de sol yanı ağrıyanlar azaldı, sağ yanını besleyenler çoğunlukta. Ancak seçim odaklı bakıldığında kritik gücün HDP’de ve kurduğu ittifakta olduğu herkesçe malum. CHP bu ilişkiyi kuracak tek aktör durumunda. Genel tabloda Kılıçdaroğlu’nun işi zor görünüyor. Siyasi bir aktör olarak bir yandan sermayeyi diğer yandan geniş kitleleri, parti içi muhalefeti ve nihai olarak HDP ve sosyalistleri ikna etmesi gerekiyor. Daha önce de vurguladığım gibi Türkiye tarihsel bir kırılma noktasında ve CHP sosyal demokrasinin tipik sıkışıklığını aşabilecek mi? Umalım ki aşsın.

Kaynak: EVRENSEL

Exit mobile version