Özgür Denizli

Dünya İnsan Hakları Günü – Hüseyin Şenol

Düşünceyi ifade etme hakkının “yer” ve “an”la, “fakatlar”la ve “amalar”la kısıtlanmasının, insan hakkının önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyorum. İnsanlık, özellikle de bu alanda, özgür olabildiği oranda, daha yaşanabilir bir dünyayı yaratmış olabilecektir.

Yarın 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 1948’de kabul edildiği tarih 10 Aralık her yıl Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanır.

Bu önemli günde özellikle en çok öne çıkan ve benim de çok benimsediğim slogan “İnsan, haklarıyla insandır”. Tabii ki hayvan, doğa ve diğerlerinin de hakları sonuna kadar “amasız” ve “fakatsız” savunulmalı. Birbirleriyle bağlantılı olan bu hakların, aslında toplamı “insan ve hayvan” haklarıdır. Ben, günün  adına da uygun olarak “insan hakları” üzerine değinmeye çalışacağım.

Yine insan hakları dahilinde; kadın hakları, çocuk hakları, LGBTİQ+ hakları, ulusların hakları en çok yazılan çizilen haklar arasında yer alıyor. Hepsini ara ara işliyoruz, işliyorlar.

“İnsan hakları anayasası” olarak tanımlanan bildirge; insanın doğuştan sahip olduğu kişisel hak ve özgürlükleri tanımlıyor, her insanın yasa önünde eşit olduğunu, işkenceye, kötü muameleye ve onur kırıcı cezalara tabi tutulamayacağını ilan ediyor. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi yolunda uluslararası toplum tarafından sürdürülen çabalara yol gösterici işlevini bugün de “sürdürüyor”.

BM’nin yine altı temel insan hakları sözleşmesi var:

-Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi

-Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi

-İşkenceye Karşı Sözleşme

-Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Sözleşmesi

-Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi

-Çocuk Hakları Sözleşmesi

Dünyamızda milyonlarca insan ırk, din, dil ve cinslerinden dolayı baskı altında tutulmaktdır. İnsanların “Temel Hak ve Özgürlükleri,” gasp edilmekte, cezaevlerine sokulmakta, katledilmekte, zorunlu göçe zorlanmaktadır…

10 Aralık İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milleter Kurulu’nda kabul edilmesinin 71. yıldönümüdür ve bugün tüm dünyada İnsan Hakları Günü olarak anılır.

İnsanlığın evrimiyle paralel bir geçmişi olan insan hakları, 1948’de BM’de kabul edilen bu bildirgeyle “evrensel” bir nitelik kazandı.

Çekimser kalanlar

İnsan  Hakları  Evrensel  Bildirisi,1  10  Aralık  1948  günü  Birleşmiş  Milletler  Genel  Kurulu’nca  kabul  edildi. Oylamaya katılan BM üyesi 48 devletin temsilcileri “olumlu” oy vermiştir. Türkiye de “olumlu” oy verenler arasındaydı. Bildiriye  “karşı  oy”  veren  çıkmamış  fakat  8  üye  devlet,  çekinser  oy  kullanmıştı.  Değişik  nedenlerle  çekinser oy kullanan dönemin ülkeleri şunlardı: Sovyetler  Birliği,  Beyaz  Rusya,  Ukrayna,  Polonya,  Çekoslovakya,  Yugoslavya,  Güney  Afrika  Birliği  ve  Suudi  Arabistan. Sovyetler Birliği ve onu izleyen beş “sosyalist” ülke, “soyut” birtakım özgürlüklere yer vermesi ve kişinin devlet karşısındaki ödevlerini yeterince belirtmemesi bakımından, Bildiri’yi “gerçekçi” bulmadıkları için;  Güney Afrika Birliği, sosyal ve ekonomik hakların bu metinde yer almaması gerektiği görüşünde olduğu için: Suudi   Arabistan   ise,   Bildiri’de   benimsenen   bazı   ilkelerle,   İslam   ve   Şeriat   kuralları   arasında bağdaşmazlık gördüğü için; çekinser oy kullandıklarını açıklamışlardır.

Dünyanın neresinde olursa olsun, tüm insanlığın her yönüyle (ekonomik, politik, sosyal, kültürel) insanlık onuruna yaraşır bir yaşam düzeyine ulaştırılmasının amaçlandığı bildirgeye, hiçbir ülke olumsuz oy kullanmadı ve ilk kez böylece uluslararası bir örgütte evrensel bir nitelik taşıyan bir belge kabul edildi.

Hemen hemen tüm ülkeler, bu bildirgenin kabul edilmesinden sonraki dönemde, hazırladıkları anayasalarda, yasalarda bu belgeyi dikkate aldı. Buna rağmen, bu ülkelerden bir çoğu –bu bildirgeye imza atmış olmasına rağmen- hazırladıkları anayasalarda, İnsan Hakları Bildirgesi’nde yer alan “İnsan Temel Hak ve Özgürlükler” içeren ilkeleri yazılı olarak dikkate almış olmasına karşın, pratikte bunun aksi tutumu izliyor. Bu tür davranış içerisinde olanlar, bu ilkeleri dünya kamoyunu yanıltmak amacıyla, yazılı olarak kabul ediyor görünse de, gerçek hayatta ise bunun aksini uygulayarak, “Temel Hak ve İnsan  Özgürlüklerin’i çiğniyor.

Günümüz dünyasında en doğal insan hakları olarak kabul edilen, bir çok alandaki “Temel Hak ve Özgürlükler”in çiğnenmesi, dünyamızı insanlıkdışı bir ortama itmeye devam etmekte.

İnsan Hakları Bildirgesi’nde yer alan bazı maddeler şöyle:

Madde 3: Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.

Madde 5: Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani haysiyet kırıcı ceza ve muamelelere tabi tutulamaz.

Madde 18: Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak din veya kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel suretle, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle açıklama hürriyetini gerektirir.

Madde 19: Her ferdin fikir ve ifade hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları söz konusu olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek ve yaymak hakkını gerektirir.

Özellikle sıraladığım İnsan Hakları Bildirgesi’nden bu dört madde, -olduğu gibi kabul edilmesiyle birlikte- ülkelerin büyük bir çoğunluğunca pratikte uygulanmamakta ve bu hakları talep edenlere karşı gayriinsani bir biçimde her türlü zorbalık reva görülmektedir. Bu “Bu Temel Hak ve Özgürlükler” için uğraş verenlerin, tüm ekonomik, politik, sosyal, kültürel hakları gasp edilerek, her türlü şiddet uygulanmaktadır.

İnsanların bir bölümü, diğer bir bölüm tarafından –tüm dünyada- her türlü baskıya maruz bırakılmakta. Baskı görenlerin onurları kırılırken, bu baskıları uygulayanlar da onursuzca yaşamlarını devam ettirmekte. Dünyanın bir tarafında insanlar din, dil, ırk, cins farklılıklarından dolayı en şiddetli baskıya maruz kalırken, bir tarafında da –ki bu taraf en demokratik olduğunu idda ediyor-  göçmenlerin, azınlıkların en insani hakkı olan seçme ve seçilme hakkı, ana dilde eğitim hakkı gibi hakları çok görülmekte. Yine milyonlarca insanın sığınma hakkı gasp edilerek, ya göç yollarında aç-susuz kalmalarına, ölmelerine göz yumuluyor, ya da geldikleri ülkeye geri gönderiliyorlar. Yine dünyamızın yarısını oluşturan karşı bir cinse, üzerinde zaten var olan tüm din, dil, ırk ayrımcılığının yanısıra, ayrı cinsten oldukları için baskı yapılmakta…

Dünyanın hiç bir bölgesinde, hiç bir ülkesinde insan haklarınına tam anlamıyla saygı duyulmadığını da belirteyim bu arada. Şu ve veya bu oranda, maalesef her ülke sabıkalı ve suç işlemeye devam ediyor.

Bu bildiriye imza atan Türkiye, maalesef dünyada insan haklarının çiğnendiği ülkelerin başında yer almakta. “Demokrasinin beşiği” sayılan ülkelerden, şu anda yaşamakta olduğum Almanya ve diğer Batı Avrupa ülkeleri de başta Türkiyeli azınlık ve genel olarak göçmenler olmak üzere, insan haklarını çiğneyen ülkelerdir.

Bildirgenin kabulünden 71 yıl sonra, 2019 yılında da, ırk, din, dil, cins ayrımı gibi, her türlü ayrımcılık insanlığın ayıbı olarak bir karabulut gibi durmakta ve tüm kapkaralığıyla dünyayı karartmaya devam etmektedir.

Her insan, üzerine düşen görev ve sorumlulukla, bu karabulutun dağılmasına bulunduğu katkı oranında onurludur.

“Amasız” ve “fakatsız” özgürlük için

Faşizmi ve genel olarak ırkçılığı “düşünce özgürlüğü” bağlamında görmediğimi belirterek, yasaklanması gerektiğini savunanlardan ve aktif mücadele edenlerden olmaya devam edeceğim.

Özellikle, yaşadığımız dünyada, düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasını en büyük sorun olarak görüyorum, tüm ülke ve örgütlenmelerde. Bu hakkın ihlal edilmediği bir ülke maalesef yok. Düşünceyi ifade etme hakkının “yer” ve “an”la, “fakatlar”la ve “amalar”la kısıtlanmasının, insan hakkının önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyorum. İnsanlık, özellikle de bu alanda, özgür olabildiği oranda, daha yaşanabilir bir dünyayı yaratmış olabilecektir.

Kaynak: Avrupa Forum

Exit mobile version