Cinsiyete dayalı ücret açığı bugün deneyimlediğimiz toplumsal eşitsizliğin en temel göstergesi. Peki, uluslararası sözleşmeler, hukuki düzenlemeler mevcutken neden hala cinsiyete dayalı ücret açığı gözlemliyoruz?
2017-18 döneminde patlak veren büyük durgunluk ve kriz etkilerini hala sürdürüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yayınladığı Küresel Ücret Raporuna 2018/19 göre 136 ülkeden alınan verilere göre 2017 yılında küresel düzeyde reel ücretlerdeki artış durgunluk döneminin en düşük düzeyinde (yüzde 1.8).
Ekonomik büyüme bakımından iyileşme gösteren ve işsizlik oranı düşen bazı G20 ülkelerinde dahi reel ücretler yavaşladı (reel artış 2016 yılında yüzde 0.9’dan 2017’de yüzde 0.4’e düştü). Ücretlerin artmaması, ekonomik büyümenin ve artan geçim maliyetlerine karşı yaşam standardının korunmasının önünde en büyük engel. Birçok düşük ve orta gelirli ekonomide ücret düzeyi işçi hanelerin ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz.
Durgunluk dönemi boyunca ücretlerdeki yavaşlamaya rağmen cinsiyete dayalı ücret açığı yüksek düzeyini koruyor. Verinin erişilebildiği yetmiş ülkede (ücretli çalışanların yüzde 80’ini kapsayan büyüklükte) cinsiyete dayalı ücret açığı yüzde 20 düzeyinde. Bu rakam en basit şekliyle erkeklerin ortalama ücreti 100 TL iken kadınların ortalama ücreti 80 TL’ye denk düştüğünü söylüyor. Açık pozitif olduğunda ücretler kadınlar aleyhine, negatif olduğunda ise erkekler aleyhine bir eşitsizlik olduğuna işaret ediyor. Türkiye’de cinsiyete dayalı ücret açığı dünya ortalamasının altında, yüzde 9.3 düzeyinde. Açığın nedenlerini açıklamaya çalışan çalışmalar bunun çalışan kadın ve erkek arasındaki eğitim, yaş, iş deneyimi, meslek, çalışma süresi ve çalışılan sektör bakımından farklılıklar olduğundan kaynaklanabileceğini vurguluyor ancak tüm bu özellikler aynı olduğunda dahi farkın önemli bir kısmı kalıyor. Cinsiyete dayalı ücret farkının yarıdan fazlasının açıklanamadığı, Türkiye’de açığın yaklaşık yüzde 63’ünün ayrımcılığa bağlanabileceği bulgular arasında.
TÜİK tarafından hesaplanan resmi rakamlara göre ise ölçüm negatif (yüzde – 1.1). Bu şaşırtıcı rakam çoğu zaman Türkiye’de cinsiyete dayalı ücret açığı sorunu olmadığı yönünde çıkarımlara yol açıyor. Dünyanın hemen her yerinde kadın çalışanların aleyhine görünen ücret farkının, Türkiye gibi bazı ülkelerde aksi yönde bir gösterge oluşturmasının nedenleri nelerdir?
Birincisi göstergenin hesaplandığı veri kaynağı ve esasen en önemli belirleyici unsur. Resmi istatistikler Avrupa Birliği İstatistik Ofisinin düzenlemelerine uygun biçimde tasarlanan işverenlere uygulanan Kazanç Yapısı Anketinden elde edilmekte. İşverenlerden alınan ücretler sadece kayıtlı çalışanlara ait bilgiler alınabilir ve üstelik anket için gidilen işyerleri on ve daha fazla çalışanlı işyerlerini kapsıyor. Tarım sektörü çalışanlarının ve kendi hesabına çalışanların da anketin kapsamı dışında olduğunu belirtmek çok önemli. Dolayısıyla kadınların yoğunlaştığı sektörler ve çalışma biçimleri resmi hesaplamaya dahil edilmemekte.
İkincisi ise bizdeki gibi negatif gösterge ne yazık ki işgücü piyasasına dair öncelikle önemli yapısal meselelerin olduğunun göstergesi. Özellikle bazı orta ve alt gelir gurubu ülkelerde de gözlendiği gibi, kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük olduğu ülkelerde; iki uçtaki; yani düşük eğitimli ya da çok yüksek eğitimli kadınlar emek piyasasında kendilerine yer buluyor. Erkeklerde eğitim düzeyine göre bu türden belirli bir eğitim seviyesinde yoğunlaşma gözlenmiyor. Dolayısıyla ortalama alınarak yapılan hesaplamalar bu türden bir kompozisyon farklılaşmasına aşırı duyarlı halde olduğundan ortalamayı uç noktalara doğru çekebiliyor. Genelde bu gözlemin temelinde yatan olgu, bu ülkelerdeki kadınların emek piyasasına katılım ve çalışma tercihlerinin, eğitim seviyesi, kamu-özel sektör gibi değişkenlere bağlı olarak erkeklere göre ciddi farklılıklar göstermesidir. Resmi bültenlerde de belirtildiği üzere Türkiye’de göstergenin toplamda kadın lehine olması ücretli çalışanların eğitim durumuna göre incelendiğinde biraz daha anlaşılır hale geliyor. Buna göre, ücretli çalışan kadınlar erkeklere göre daha yüksek eğitimli, ve yine ücretli çalışan kadınların en yoğun bulundukları eğitim durumu yüzde 35,3 ile yüksekokul ve üstü iken, erkekler için en yoğun grup ise yüzde 27,4 ile ilkokul ve altı. Cinsiyete dayalı ücret açığı meslek gruplarına göre incelendiğinde ise, “yöneticiler” grubu hariç, diğer tüm meslek gruplarında bu ölçütün erkek ücreti lehine olduğu görülüyor. Bunun anlamı şu: kadınlar erkeklere kıyasla daha eğitimli, ancak aynı meslek kategorilerinde çalışırken bile daha düşük ücretler almaktadırlar.
Göstergenin nasıl hesaplandığı ve hangi verinin kullanıldığı anlaşılmadan yorumlanması hatalı çıkarımlara neden oluyor. Uluslararası Çalışma Örgütünün yayınladığı Küresel Ücret Raporu 2018/19 bu türden olası kompozisyona bağlı etkileri yok etmeye çalışan ‘faktör-ağırlıklı cinsiyete dayalı ücret açığını’ da sunuyor okuyuculara. Düzeltme sonucu elde edilen cinsiyete dayalı ücret açığı Türkiye’de 12.9 düzeyinde çıkıyor.
Aynı raporda, cinsiyetler arasındaki ücret farkına ağırlık veren önemli faktörlerinden biri annelik olduğu belirtiliyor. Kadınların çalışma hayatında annelik nedeniyle yaşanan kesintiler, çalışma süresinde azalma, daha düşük ücretle esnek saatler sağlayan işlerde çalışmak durumunda kalmaları, istihdam veya işletme düzeyinde ayrımcı uygulamalar, yükselme önündeki engeller gibi bir dizi faktöre bağlı olabilir. Türkiye için hesaplanan annelik ücret farkı diğer ülkelere kıyasla çok yüksek düzeyde (yüzde 29.6).
Cinsiyete dayalı ücret açığı bugün deneyimlediğimiz toplumsal eşitsizliğin en temel göstergesi. Peki, yaklaşık bir asırdır uluslararası düzeyde oluşturulan ortak akıl ve kolektif çaba sayesinde yürütülen eşitlik ve hakkaniyetin sağlanmasına yönelik adımlar, uluslararası sözleşmeler, hukuki düzenlemeler mevcutken neden hala cinsiyete dayalı ücret açığı gözlemliyoruz? Bu soru elbette kapsamlı ve çok yönlü bir yanıt gerektirir ancak kısaca cinsiyete dayalı ücret açığının ardında yatan nedenlere ilişkin notlar bu soruya yanıtı düşünmemiz açısından bir başlangıç niteliği taşıyor. Neler yapmalıyız? Ücret açığının azaldığı gözlenen ülkelerdeki ortak deneyimler şu şekilde: ücret şeffaflığı yasası benimsenmiş, babalık izninin zorunlu hale getirilmiş, sendikal örgütlenme desteklenmiş ve yaygınlaştırılmış; işyeri sözleşmelerinde ücret farkı ve ayrımcılık üzerine gündem oluşturulmuş, toplu iş sözleşmesi kapsamı genişletilmiş, kadınların bakım yükünün kamusal çocuk, hasta, yaşlı ve engelli bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasıyla dönüştürücü politikalar uygulamaya konulmuş.
Herkesin ırk, dil, din, etnik köken, cinsiyet hiçbir ayrım olmaksızın, ekonomik bağımsızlığını sağlayan bir işte çalışma hakkı vardır ve eşit değerde işe eşit ücret temel insan haklarından biridir. Temel haklar için yapılan mücadele her yönüyle dayanışmayı güçlendirecektir.
Kaynak: Birgün Pazar
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()